Risale-i Nur’u Sadeleştirmek Üzerine…
Risale-i Nur vahiy değil elbette. Ancak Risale-i Nur’un özel olarak belirlenmiş dili, okuyucusunu vahyin anlam nehrine yakınlaştırır.
- En başından söyleyeyim, Risale’nin sadeleştirilmesine karşıyım ama bildiğiniz nedenlerle değil. Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşı çıkmaların hepsini Risale-i Nur fanatikliğine yormak insafsızlıktır, had bilmezliktir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Risale de öyle!
- Hele de “Risale-i Nur vahiy mi ki, sadeleştirilmesin!” gibi dengesiz bir muhakeme üzerinden yürümek sağlıklı düşünmeyi hepten sabote eder. Risale-i Nur vahiy değil elbette. Ancak Risale-i Nur’un özel olarak belirlenmiş dili, okuyucusunu vahyin anlam nehrine yakınlaştırır. Bir süre Risale okuyan biri-farkında olsun olmasın-Kur’an kavramları üzerinde yürüyen ve esmâ-i hüsnâ eksenli bir konuşma diline kavuşur.
- “İlham yoluyla” geldiğine ve “vehbî ilim” olduğuna dair kayıtlar üzerinden sadeleştirmeye karşı çıkmak ise acze sarılmak demeye gelir. Metni kutsallaştırma suçlamalarına haklılık kazandırır. Risale metnini, herkesin inanmak zorunda olmadığı kaynağı üzerinden değil de kendisi üzerinden değerlendirecek kadar açık fikirli olmak gerek.
- Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşı duruşu “Üstadın ilk talebelerinin neşriyat yetkisi”ne ve varisliğine dayandırmaya da gerek yoktur. Risale metninin kendisi bu konuda yeterince otoritedir.
- “Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi” projesinin en sorunlu kısmı bizzat“sadeleştirme” ifadesinde görünüyor. Risale-i Nur zaten sadedir; “Eski Said” döneminde Türkçe Muhâkemat ve Arapça İşarâtü’l İ’caz gibi ağır dilli ve akademik eserler veren Said Nursi, “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız” diye yeni baştan yazıyorsa, okuyucusuna sadelik sunmayı hedefliyor demektir.
- Said Nursî’yi yaşadığı dönemin diline mahkûm görmek, onun Kur’ân talebeliğinin zamanları aşan ferasetini gözden kaçırmak demeye gelir. Kur’ân adına konuşan bir adam, döneminin diliyle konuşmaz, bütün dönemleri kapsayan bir dil derdinde olur. O dönemde Osmanlıca konuşulduğu için belirlenmiş değildir Risale’nin dili; her dönem Kur’ânca konuşulması hedeflenerek belirlenmiştir.
- Risale-i Nur, yazıldığı döneme kıyasla da oldukça sade dille yazılmıştır. Bu konuda sözde ilericiliğin sözcüsü M. Kemal’in lâdini ve laik Nutuk’unun Osmanlıcasıyla kıyaslanabilir. Sadelikte laik modernistler bile Said Nursî’nin diline yetişemez.
- Risale-i Nur’un dili, bugünkü konuşma diline göre elbette ki “ağır” durur. Ama bu ağırlık Said Nursî’nin Osmanlıca alışkanlığından kaynaklanmaz. Bu “ağırlık” Kur’ân kelimelerini ve esmâ-i hüsnâ inceliklerini bugünkü konuşma diline taşıma zaruretinden kaynaklanır.
- Başka hiçbir Türkçe eserde esmâ-i hüsna hayata bu kadar canlı olarak katılmış ve aktüel olarak sunulmuş değildir. Esmâ-i hüsnâ’yı ezberlemeyi değil de yaşamayı kendine dert edinen her insan, Risale’nin ağırlığını omuzlamayı da seve seve göze almalıdır.
- Risale-i Nur, Kur’ân kelimelerini ve esmâ-i hüsnâyı tedavüle sokan, dolaşımda tutan, güncelleyen bir medeniyet dilini yaşatmak için yazılmıştır. Risale, okuyucusunun aklını vahyin seslerine aşina ederek doğrudan vahye yakınlaştırır. Vahyi anlamaya yönelik bu “doğrudan”lık eşsiz bir sadelik imkânı sunar Türkçe okuyanlara.
- Risale-i Nur’un dili “ağır”sa, sorulması gereken soru şudur: Her “ağır” şey yolda bırakılır mı, omuzdan atılır mı? Risale-i Nur’un ağırlığı çekilmeye değmez bir ağırlık mı? Meselâ, canınız ciğeriniz kızınız 15 kg ama işinize yaramayan bir taş 50 gram ise, hangisi daha ağırdır? Risale metni, sizi canınız ciğeriniz olması gereken vahiyle çok kolayca aşina kılıyorsa, neden bu ağırlığı taşımaya değer görmeyesiniz?
- Risale-i Nur’u sadeleştirmek yine de mümkündür. Ama bu Risale’nin ana metniyle oynayarak değil, Risale talebelerinin yeni kuşağın anlayacağı sade ve bağımsız metinler üretmesiyle gerçekleşir. Bu kapı alabildiğine açıktır herkese. Çünkü Risale-i Nur müellifi bize balık tutmakla kalmamış olta vermiştir; oltayı adam gibi kullanan yeni kıyılarda yeni kuşaklara çokça balıklar tutabilir.
- Risale-i Nur’ u anlamaya değer gören biri, bir yabancı dili öğrenmek için katlanacağı zahmetin çok daha azıyla “ağırlığı” omuzlayabilir. Üstelik böylece Risale ile tanışmakla kalmaz; Geylani’den Mevlana’ya İbni Arabi’den Gazali’ye kadar eşsiz değerdeki klasik metinlere nüfuz edebilecek sağlam bir söz dağarcığı edinir, esaslı bir kavram haritası kazanır. Demek ki Risale-i Nur kendisini göstermek için var değildir. Gözün önündeki gözlük gibi, asıl görülmesi gerekenleri daha net görmeyi sağlar.
- Hatırlamak gerek ki, Risale-i Nur okumak Risale-i Nur okumak için değildir; Risale-i Nur Kur’ân’ı okumak, vahiyle tanış olmak için vardır. Risale-i Nur’un müellifinin en çok şikâyetçi olduğu husus Kur’ân adına yazılan kitapların zaman içinde şeffaflığını kaybetmesi ve matlaşmasıdır. Bu yüzden bu eserlerin çoğu zamanla Kur’ân’ı gösterir olmaktan çıkmış, sadece kendileri görünür hale gelmiştir. Arkasındaki Kur’ân gizlenmiştir. Risale-i Nur’un sade olup olmadığı günümüz Türkçesi’yle kıyaslayarak değil, okuyucusunu Kur’ân’a eriştirmesinin yeterince doğrudan olup olmadığına bakarak değerlendirmek gerekir. Bu açıdan bakılınca, Risale-i Nur’dan daha sadesi yoktur. Risale’nin sadeliğini aslında Risale’yi günümüz diline indirgemek bozabilir, işte o zaman Risale ağırlaşır; taşımaya değer olmaktan çıkar.