Referanduma Müslüman’ca Bir Bakış..
12 Eylül Anayasa Değişikliği Referandum kampanyası günler öncesinden başladı. Bir yandan medya kampanyayı kendince şişirirken siyasiler de boş durmuyor, meydanlarda ülke insanını bu noktaya odaklamak için çaba sarf ediyor.O kadar ki mübarek Ramazan Ayı'nda bile seçim mitinglerini aratmayan, hummalı çalışmalar ve konuşmalar yapılıyor, neredeyse bir kapılma halindeki cümle Müslüman halkta bu akıntının peşinde bir mitingden diğerine koşuşturuyor. Bu da yetmezmiş gibi ‘sözde halkın önde gelenleri’ İslami Cemaat liderleri de! peşi sıra açıklamalar yaparak Müslüman halkı "evet" yönünde sandıklara gitmeye teşvik ediyorlar.
Bir bakmışsınız; Fethullah Gülen: “Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da.. Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır.” demekte; (5.8. 2010 Zaman)
Bir bakmışsınız; Kültürlerarası Köprü Derneği (ICBA) Başkanı Dr. Hakan Yalman; “yeterli olmasa da bugünkü şartlara bakıldığında daha iyisini yapmanın da pek kolay olmayacağını düşünüyorum. Yapılan değişikliğin demokratikleşme adına Anayasa değişikliğini ifade etmesi bir gerçek. Ama böyle olmasına rağmen 12 Eylül'e karşı bir tavır anlamını da ifade ediyor. Yani sivilleşmeye yönelik bir adım anlamını da ifade ediyor. En iyisi olmasa da netice de bu manaları ifade ettiği için önem arz ediyor. Bir anlamda toplumun sivil Anayasa yapmış olması anlamını ifade ediyor. Bu nedenle bütün eksikliklerine rağmen "evet" denmesi gerektiğini düşünüyorum” diyerek bir başka propaganda alanı açmakta; (www.RisaleHaber.com)
Hatta Hayrettin Karaman bile; “Laik ülkelerde Müslümanlar düzeni kökten değiştirme imkânı bulamazlarsa laik kanunlar içinden İslami kurallara veya amaçlara daha uygun olanlarını tercih eder, bunların hayata geçmesi için çaba gösterirler... İkincisini yaptıklarında ise -onların iradesi dışında laik kanunlar zaten var olduğu için- oylarını, İslam'a uygun olan veya Müslümanların, korumaları gereken maddi ve manevi değerlerini korumaları bakımından daha iyi bulunan kanunlara, kararlara ve düzenlemelere “Evet” demiş olacaklardır.” diyerek propagandanın alanını genişletmekte;(1.8.2010 Yeni Şafak)
Bir yandan da, sözgelimi Abdullah Büyük gibi uzun zamandır sesi çıkmayan kanaat önderleri de, alana çıkarak; “12 Eylül günü, umre için bile olsa sandık başına gitmemek, evet dememek büyük vebaldir. "Mevcut anayasanın prangalarından kurtulan Türkiye, dünya ekonomisinde, dünya siyasetinde söz sahibi olacak. Sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun hatta bütün dünyanın geleceğini etkileyecek bir halkoylaması olacak... Türkiye'nin gelişmesine, insan hak ve özgürlükleri açısından uygar ülkeler seviyesine yükselmesine, gelişmiş ülkelerdeki standartlarda bir demokrasiye kavuşmasına, hukukun kast sisteminden kurtarılmasına, nitekim ülke idaresinin askerî vesayetten kurtarılmasına hizmet edeceği için bu anayasa değişikliği paketine ‘evet' denilmeli.” kanaatinin belirtebilmektedirler..(http://www.gazeteler.cn/abdullah-buyuk-oy-kullanmamak-buyuk-vebaldir-dedi.html)
Manidar birkaç örnek olarak; Mehmet Kırkıncı Hoca; “Bu oylamada ‘Evet’ demek vicdani bir borçtur... Paket, içerisinde demokrasi, özgürlük ve insan haklarının genişletilmesi için önemli maddeler barındırıyor. Bu tür gelişmelerin önünü açmak için vatandaş 30 yıldır bekliyor. Bu gelişmelere siyaset üstü bakmak lazım.” derken (http://www.erzurumajans.com)
Şevki Yılmaz; “İhtilaller dönemine son vermek için; Postmodern darbelerden millet modeli darbelere geçmek için.
Sivri iktidar yerine, sivil iktidar için. Hâkim devlet yerine hadim, hizmet eden devlet için. Siyaseti, okullara, yargıya, kışlaya sokmamak için. Gücün kanunundan, adaletin gücüne geçmek için. Derin devlet idaresinden, derin millet idaresine geçmek için. Yezidi zulmüne Hüseyni ruhla direnmek için. Mazlumların ahına ortak olmamak için.
Zalimlere meyletmemek için; referandumda ‘evet' diyeceğiz.” diyerek propagandayı pekiştirmekteler.(http://www.cagdaskocaeli.com.tr)
O kadar ki daha önceleri seçimlerde taraf oldukları halde, basın önünde demeç vermeyen İslami kesimin önde gelenleri (!) bu sefer açıklamaları ile Müslümanları referandum konusunda yönlendirebilmektedirler.
Bunun sebeplerini ve bu halin ne olduğunu anlayabilmek için, Önce ‘referandum’ ile ortaya çıkan bazı hususları ortaya koymak gerekir.
Bu bir döneme kızgınlığın nedeni mi? Yoksa askerlerle halkın arasındaki çizgilerin belirgin olarak ortaya çıkması mı? 12 Eylül zihniyetinin tavsiyesi mi? Anayasanın yetersiz kalması neticesi yeniden anayasa yapma gereği mi? Askeri yönetimler tarafından hazırlanan anayasaların sivilleştirilmesi mi? Yoksa bütün bunların üstünde Türkiye üzerinde dış güçlerin yönlendirmesi mi?...
Belki soruların hepsine bakış açımıza göre cevap bulmak mümkün olabilir. Çünkü mesele çok yönlü gösterilmeye çalışılmaktadır. Cevap bulmakta zorlanmamak için belli bir mikyas/ölçüden hareket edilirse konunun netleşmesi o kadar zor olmasa gerek.
İşin siyasi yönü ne olursa olsun (mutlaka siyasi yönde ortaya çıkartılması gerekir) çağrılan ve yapılmak istenen hedef çok önemlidir. Bu noktada gördüğümüz "yeni bir anayasanın oylanması" ve bu anayasaya Müslüman halkın "evet" demesi şeklinde cereyan ediyor olmasıdır.
Elbette devlet gelişmelere seyirci değildir. Devlet, referandumla hedef ve amaçlarına uygun, bünyesinde değişiklikleri gerçekleştirmek için fırsatlar gözetmekte ve yenilikleri bu tür manevralarla gerçekleştirmektedir.
Bunun için de kasıtlı bir şekilde 12 Eylül günü seçilmiştir. Çünkü AKP hükümeti referandum tarihini 120 günden 60 güne düşürmesine rağmen bu tarih seçilmiştir. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanvekili Kırdar Özsoylu, anayasanın bazı maddelerindeki değişiklik yapılması hakkındaki kanunun anayasanın 175. ve 3376 sayılı kanun hükümleri gereği halk oylamasına sunulacak sürenin değişiklikten önceki hüküm itibariyle bu metnin uygulanması gerektiğini ve bunun 120 gün olarak tespitine ve seçimlerin 12 Eylül Pazar günü yapılmasına oy çokluğu ile karar verildiğini söyledi.. (http://www.iha.com.tr)
Kurumlar tarafından yönetilen Türkiye'de AKP hükümetinin Yüksek Seçim Kurulu üzerinde şu an itibari ile etkin olduğu söylenemez. Dolayısı ile referandum tarihi bilinçli ve kasıtlı bir şekilde seçilmiştir. Burada kastın askeri yıpratma amaçlı olmadığı ancak devletin belli kanatlarında tavsiyeler ve temizliklerden dolayıdır. Bunu 12 Eylül darbesi hedeflenerek jakoben yönetimlerin liberalleşmeye kayması şeklinde de algılamak mümkündür. Sonra şunu da eklemek gerekir; 12 Eylül 1980 darbesi üzerinden tam 30 yıl geçmiştir. 30 yıllık bir meselenin günümüzde güncelleştirmenin bir anlamı olsa gerek. Ki; o da referandumu canlı kılacak, sönük geçmesinin önündeki engeller kalkacak ve katılımın çok olması sağlanacaktır. Yoksa darbecilerin yargılanması veya kanuna aykırılığı söz konusu değildir. Çünkü o gün darbe yapanların birçoğu hayatta olmayıp kalanlarda ileri yaşlardadır.
O gün mağdur olanlara gelince onların yaşları da 50'lerin altında değildir. Ayrıca o günkü siyasi iç çatışmaların takipçileri darmadağın olmuşlar, idealleri değişmiş, guruplaşmaları artmış, bir değişim geçirmişlerdir. Bunların o darbe günlerini yeniden yargılama gibi bir hedeflerinin olduğunu da tahmin etmiyoruz.
Yeni anayasada darbelerin önünün kesilmesi konusu ise yıllardır konuşulan bir konudur. Günümüzde artık bunun dünyadaki siyasi gelişmelerden dolayı mümkün olmadığı bilinmektedir. Nitekim dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök; ‘Darbeler dönemi bitmiştir’ dedi. www.stargazete.com
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'da “darbe kelimesini telaffuz etmekten hicap duyduğunu, darbe dönemlerinin geride kaldığını, seçimle gelen iktidarların seçimle el değiştirmesi gerektiğini” söyledi. (http://www.t24.com.tr/haberdetay)
Şunu görüyoruz ki; artık devlet yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti darbe geleneğini rafa kaldırmıştır. Bu demek değildir ki asker yönetimden elini çekti. Nitekim bu konuda Demirel şu ifadeleri kullanıyor: “28 Şubat, Anayasa ve yasalara uygun, demokratik yöntemlerin uygulandığı bir olaydır. Dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Karadayı, Anayasa'ya uygun olarak sıkıntısını gelip Cumhurbaşkanı'na aktarmıştır. Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu'na da aynı bilgileri sunmuştur. Anayasa zaten böyle yapılmasını emreder.” (http://www.stratejikboyut.com)
Demek ki anayasalar ne kadar değiştirilirse değiştirilsin askerin söz hakkı daima korunmuştur. Bunu dillendirirken artık darbe şeklinde değil de uygun gördükleri bir üslup ile yapacaklardır. Çünkü askerler sürekli şu sözü söylediler: “Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısı üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilke ve devrimlerinin aydınlattığı yolda yürüyüşüne devam edecektir. Bu zaferle kurduğun cumhuriyetin temel niteliklerine yürekten bağlı personeli ve çağdaş harp gücüyle TSK, ulusunu bu kararlı ilerleyişten alıkoymak isteyen güçler karşısında dün ve bugün olduğu gibi yarın da en büyük güvence olacaktır.” http://webcache.googleusercontent.com
Ayrıca Tayyib Erdoğan yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Bütün STK'lar da bu işin içindeydiler. Biz bu adımı attık.
Asıl değişikliğin de 2011 seçimlerinden sonra yapılacağını söylüyoruz. Bu bir milletin anayasasıdır. Muhalefet zorla bunu AK Parti projesi olarak sunuyor. Bu bir AK Parti projesi değildir.” (http://www.8sutun.com)
Bundan da anlaşılıyor ki bu sadece AKP'nin projesi değil devlet projesidir ve askerler de buna rıza göstermişlerdir.
Ayrıca askeri darbeler dönemini yıllar önce rafa kaldırılmıştır.
Özellikle 12 Eylül'ün referandum için malzeme olarak seçilmesi o dönemde her kesimden sağcısıyla, solcusuyla, İslami kesim, milliyetçi kesimin kişilerin mağdur olmasındandır. Yani referandum için kamuoyunu yönlendirmede ortak yön keşfedilmiştir.
Meydanlardaki sürtüşmeler daha çok şahsi hususlarda cereyan ederken alt tarafta tabanın referandumu desteklenmesi böylece sağlanmıştır.
Avrupa Birliği uyum yasalarına geçişte ancak bu şekilde olabilirdi. Avrupa Birliği yıllardır Türkiye'den sivil anayasa istemektedir. Onlara sunulacak anayasa önce kısmen sonra bütünü ile değiştirilerek olacaktır.
Bu gibi durumlardan nemalanmak isteyenlerse mutlaka olacaktır. Her olayda yeni yeni fırsatlar doğmaktadır. AKP hükümeti bu değişiklikten kendi payına bir şeyler kazanmak için uğraşırken diğer kesimlerde boş durmayacaktır.
İslami kesim diye bilinen ve 12 Eylül de mağdur duruma düşenler askere karşı bir anayasanın yapılmasında taraf olmuşlardır. AKP yanında durarak sözde geçmişin hıncını almak istemektedirler.
Mağdur olanların gerekçeleri de oldukça düşündürücü; Bunu Timur Uçar hocanın hanımı; “Anayasa değişikliği referandumunun kendisi için anlamlı olduğunu söyleyen Mevlüde Hanım, darbe sürecinde yaşadıkları adaletsizliği unutmalarının mümkün olmadığını ifade ediyor. Türkiye'nin demokratikleşmesinin gerekliliğine vurgu yapan Uçar, “Hocaefendi memleket için çok çalışırdı. İki saat başını yastığa koyup rahat uyumuşluğu yoktur. Memleketin geleceğini çok düşünürdü. İnanıyorum ki yaşasaydı oyunu 'evet' olarak kullanırdı.” diye konuşuyor.” http://www.risalehaber.com
Saadet Partisi başkanı Numan Kurtulmuş Anayasa değişikliği için "evet" kullanmaya davet edenlerden biri. Kurtulmuş, anayasa değişikliğine destek mitinglerinde, “12 Eylül'de referanduma evet, 13 Eylül'den itibaren hükümete hayır" kampanyası yürüteceklerini aktardı. Referandumun hükümete güven oylaması olarak görülmemesi gerektiğini belirten Kurtulmuş, “Bu, demokratikleşme yolunda eksik ama olumlu bir adımın oylanmasıdır.” dedi. http://nethaberci.com
Bu süreç içerisinde Numan Kurtuluş'un muhalif kanatta yer alması elbette düşünülemezdi. Dikkat edilirse Numan Kurtuluş devlete ve hükümete ters düşecek hiçbir icraatta bulunmamaktadır. Birçok ulusal TV kanallarında yaptığı açıklamaları ile de sempati toplamaktadır. Numan Kurtulmuş bu süreci iyi değerlendirerek varlığından söz ettirebilmiştir. Veya şöyle de diyebiliriz; bu süreci devlet değerlendirerek geleceğin başbakanı gözü ile bakılan Numan Kurtulmuş'u halka pazarlamıştır.
Referandum sürecinde yaşananların Müslümanları çok yakından ilgilendirdiği veya ilgilendirmesi gerektiği doğrudur.
Yalnız bu ilginin yüzeysel yaklaşımlar ve vakıanın etrafında düğümlenip kalma ile yetinilmemesi gerektiğini de belirtmek gerekir.
Doğru, bu meselede taraf olmak gerekir. Fakat bu taraftarlık AKP, askerler veya muhalefet partileri şeklinde olmamalıdır. Birilerine beslenen sevgi veya kin şeklinde de olmamalıdır. Buradaki duruşumuz küfrün yanında değil de İslam'ın yanında olmalıdır.
Birilerine kinden veya birilerine sevgiden dolayı duruşta her iki şekilde de yanlış bir hesabın peşinden gidildiği bilinmelidir. Buradaki yanlışlık meselenin yukarıda da belirttiğimiz gibi ideolojik olmamasından kaynaklanmaktadır.
Teknik olarak "evet" veya "hayır" mühürlerini işaretlenen yerlere basmakta ne mahzur olabilir ki?! Sorusunun etraflıca düşünülmesi gerekir. Onun önünde ve arkasında bu işin neden yapılmak istendiği sorgulanmalıdır. Bu husus hem hayatımızla hem de ahiretimizle alakalı bir husustur.
Müslümanlar herhangi bir amele yöneldiklerinde o amelin İslam'la alakasını kurmak zorundadırlar. Yani Müslümanlar bizzat İslam'ı kendilerine ölçü alarak taraf olmak zorundadırlar. Allah'ın rızası doğrultusunda olmayan, O'nu gazaplandıracak olan herhangi bir ameli yapmamız -menfaatimize uygun düşse de- caiz olmaz. Onun yasak yönü haram olmasından kaynaklanmaktadır. Haramlılığını ortaya koyan ise menfaatler değil nasslardır.
Yukarıda referanduma "evet" denmesi için çağrıda bulunan zevatlar nassa varmadan veya nassı evirip-çevirerek, doğrudan menfaat çerçevesinde hareket etmektedirler. Ayrıca bu iddiada bulunan kişilerin vakıayı tespitte yanıldıklarını da görüyoruz. Şu bilinmelidir ki söz konusu olan anayasadır, kanun koymadır. Yani insanların amelleri konusunda hüküm koymaktır. Ayrıca davet edilen sadece anayasa olmakla kalmayıp "demokrasinin kazanımları" içinde bir yönlendirme vardır. Nitekim meydanlarda anayasayı savunanlar buna sürekli vurgu yapmaktadırlar.
Örneğin; Bülent Arınç, “Hürriyet”te yayımlanan “evet” mektubunda; 12 Eylül referandumunu “daha demokratik, daha şeffaf, daha özgür bir Türkiye için” diye tanıtmıştır. http://www.odatv.com/
Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür. Ne yazık ki demokrasiyi özümseyenler aynı anda Müslümanlıktan da vazgeçmedikleri gözüküyor. Şunu belirtelim ki İslam ile demokrasi bir arada asla yürümez ve bunun orta yolu da yoktur. Müslüman'ım deyip İslam'ı mikyas alanlar ancak Şer'i ölçüler içerisinde kalarak hayatlarına yön vermeye çalışırlar. Demokrasiyi temel alanlarsa ancak Kapitalizm'in ölçülerini temel alarak hayatlarına yön verirler.
Bu ülkede yaşayan insanlar Müslüman'dır. Müslümanların ise bilgi çağının en yüksek düzeyde olduğu günümüzde "demokrasinin küfür nizamı" ve demokrasiyi almanın haram" olduğunu artık bilmemeleri mümkün değildir. Bunun için herhangi bir mazeretin ortaya atılması ya cahilliğin veyahut bilgi kirliliğine kapılmanın eseridir.
Kendi islam anlayışınızı ifade edebilirdiniz ve saygı duyarız. Ama "islam'ı mikyas alanlar, şer'i ölçüler" işin "sizce" kısmıdır. Ve demokrasiyi değerlendirirken "küfür nizamı, haram" tespitleri oldukça indidir.
Ağustos 27th, 2010 at 01:39mahmut celal özmen kardeşimizin yazısını okudum.Siyasi konularda daha fazla fikir işçiliği yapmasını kendisine tavsiye ederim...
Zalim kimdir?
Ağustos 27th, 2010 at 15:11Hristiyan mı?
Yahudi mi?
...Hayır zulmeden..!
Eğer bir yerde zulüm varsa o zulüm ateşinin üstüne müslümanların su dökmesi gerekmez mi?
12 eylül mağduru müslüman önderlerine yapılan zulmü yok sayabilirmiyiz?
Raferandumu iman konusu haline getimek sadece ben müslümanın deme bencilliği içinde ümmete tefrika sokmaktan başka birşey değil mi dir?
Zalim boğazına ipi geçirmiş.Nefes alamıyorsun.
İpi gevşetme imkanın var.
Ama sana birisi diyor ki
ipi tanımam ipin bağlandığı kalası tanımam, ipi asanı tanımam
ipi gevşetirsen zalimi tanımış olacaksın...
Böyle bir mantık doğru mu?
Allah bile ölüm tehliksinde kalbinde iman varken dilinle inkar edebilirsin diyor...
Allahtan daha fazla merhametli olmaya çalışmamak lazım...
Her insan, elindeki imkânlar ölçüsünde sorumlu olur. Yöneticileri seçme hakkınız varsa bunu en iyisinden yana kullanmanız gerekir. Çünkü yapabileceğiniz başka bir şey yoktur.
Seçildiyseniz ve hüküm koyma mevkiindeyseniz, yine gücünüze göre hareket edersiniz. Eğer hüküm koyacak kadar gücünüz varsa onu inançlarınız doğrultusunda kullanırsınız. Eğer yoksa bu defa doğruları tebliğ etmekle yetinirsiniz, çünkü yapabileceğiniz ancak o kadardır.
Demokrasi ile ilgili duyduğunuz endişeler her türlü sistem için de duyulabilir. Şu ayeti bir kez daha hatırlayalım:
“Allah kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara, 2/286)
Dolayısıyla yapmamız gereken şey, içinde bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmekten ibarettir
Partiler, ülkede yürürlükte bulunan yasalarla sınırlı hizmetler için kurulmuşlardır. Onlardan güçlerinin üstünde bir beklenti içinde olmak doğru değildir. Bu sebeple sizin hedefinize en uygun olanına oy veremelisiniz.
Kur’an’da ve sünnette sınırları çizilmiş ve kurumları belirlenmiş bir devlet biçimi yoktur. Sahabeden her birinin kurduğu devlet, diğerinden farklı özelliklere sahiptir.
Mesela Ebubekr radiyallahu anh sahabeden bir bölümün seçimi ile halife olmuştur. Ömer, Ebubekr’in vasiyeti ile, Osman, Ömer tarafından kurulu bir kurulun seçmesiyle, Hz. Ali de olağan dışı şartların zorlamasıyla halife olmuştur. Davud aleyhisselam Talut’un yerine geçerek kral olmuş, Süleyman aleyhisselam da babası Davud aleyhisselamın yerine geçmiştir. Talut ise Allah’tan bir vahiyle göreve gelmiştir.
Esas olan güvenliği ve adaleti sağlayacak, hak ve hürriyetlere riayet edecek, sosyal problemlerle mücadele edecek bir devletin olmasıdır. Onun şekli, durum ve şartlara göre belirlenir.
Yönetimin başına geçirilecek kişilerin seçimle belirlenmesini yasaklayan bir şey de yoktur. Dolayısıyla demokrasi bir devlet yönetim biçimidir. Bunun ve oy kullanmanın iman veya küfürle ilgisi yoktur. Ama insanlar, he şeyi olduğu gibi demokrasiyi de kötü emellerine alet edebilirler.
Ağustos 27th, 2010 at 17:33İslam'ın bünyesi demokrasiyi kabul etmez...
Demokrasinin özünü; hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir sözü ifade eder..
Millet bu iradesinin rengini oy ile belli eder ve seçtiği milletvekillerinden oluşan meclis halkın bu iradesini kanun yaparak kullanır ve bu kanunu yaparken kendi aklını referans alır.
Demokrasi bir çatışma kültürüdür.Halk partilerin çatışması sonucu taleplerine bir karşılık bulabilir.
İslam da ise hakimiyet kayıtsız şartsız Allah'ındır.İslam akıl ile vahiy arasında denge kurar.İnsanlar kanun yaparken Allah yarattığını bilmez mi ayeti ışığında vahyi referans alırlar.Aklı referanslar alanlar ortaya çıkan çok akıl nedeniyle çatışma yaşarlar vahyi referans alanlar ise Allah’a teslim olmanın güveni içinde istişare ederek sonuca ulaşırlar.Akide konusunda tevhidi sağlamış olan Müslümanlar diğer kelami konuları akideleştirmiyerek farklı düşünceleri Allah’ın ayeti olarak görür ve bunu düşünce zenginliğini hoş görü ile karşılar.
Hoş görü ile karşılamayanlar kendi görüşlerini teyit etmek için uygun Kur’an ayetleri bulur…
Ağustos 31st, 2010 at 15:14Hoş görü ile karşılamayanlar kendi tevhidi yorumlarını tek doğru zannederler…
Hoş görü ile karşılamayanlar ister istemez reddettikleri demokrasinin çatışmacı uslubu ile özleşirler…
Hoş görü ile karşılamayanlar zamanla Müslüman kardeşini tekfir etmeye kadar işi götürür…