“Rahmet Ve Merhâmet Yüklü Adalet Peygamberi”
Allah Resulü (s.a.s), Ashabıyla birlikte Mekke’yi fethetmeye gidiyordu. Bir ara, Ensar’ın Sancaktarlığını yapan Sa’d Bin Ubâde’nin dilinden intikam dolu şu sözler döküldü: “Gün, savaş ve intikam günüdür. Gün, kan akıtmanın helal olduğu gündür…” Bu sözleri duyan Rahmet Elçisi, hemen harekete geçti. Sancağı Sa‘d’dan alarak başka bir sahabîye verdi. Ardından ashabına döndü ve şöyle dedi: “Gün, merhamet günüdür. Gün, kan akıtmanın haram olduğu gündür…” (1)
Aynı şekilde Efendimiz, ordusuyla Mekke’ye hareket halindeyken yeni doğurmuş, yavrularını emziren bir köpek gördü. Rahmet Elçisi, devesinden inerek bir sahabîyi bu hayvanın başında nöbet beklemek üzere görevlendirdi. Ta ki ordu, buradan geçinceye kadar, hayvan ve onun yavruları zarar görmesin diye. Tam o noktada ashaba dönerek şöyle dedi: “Yerdeki bütün mahlukata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” (2)
Bir Mevlid Kandilini daha idrak ediyoruz. Kandiller gelir geçer,/ Biz nereye gideriz?/
Yarın hak divanında,/ Bilmem, acep ne deriz?” diyen KEMÂLİ olarak;Tüm insanlığın, Peygamberimizin yüce örnekliğinden nasibini almasını Cenab-ı Mevlâ’dan niyaz ediyorum. Rabbimiz, gönlümüzde var olan peygamber sevgisini hiçbir zaman eksik etmesin. Bizi onun eşsiz örnekliğinden mahrum bırakmasın.
İki Cihanın Güneşi, rahmet, merhamet, adalet peygamberi Resul-i Ekrem Efendimizin, nice hikmet ve insafla müzeyyen sözleriyle on dört asır öncesinden tüm insanlığa büyük bir ders veriyordu. İnsana yakışanın yüreğini kin, nefret ve intikam ateşiyle tüketmek değil; sevgi, saygı, merhamet ve affın güzelliğiyle tezyin etmek olduğunu haykırıyordu. Efendimizi âlemlere rahmet kılan ve ahlakta yüce tutan, onun bu anlayış ve tavrıydı. O, insanlığın yolunu, insanların gönül ve zihinlerini aydınlatan bir kandildi. O, bir müjdeciydi; Allah’a hakiki anlamda kul olan, insanî değerleri yaşayıp yaşatanlara büyük mükâfatlar olduğunu haber veriyordu. Bir uyarıcıydı o; insana Rabbinden, fıtratından, ahlak ve erdemden uzaklaşmamasını hatırlatıyordu.
Nübüvvet zincirinin son halkası olan Efendimiz (s.a.s), insanlığı bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na kul olmaya davet etti. Onun daveti; ölüme hayat, zulme adalet, cehalete bilgi, vicdansızlığa merhamet, husumete barış oldu. İnsanlık, onunla gerçek anlamını, yaratılış gaye ve hikmetini bir kez daha idrak etti. O’nun sözleri, insanı özüyle buluşturan, kendisiyle barıştıran, tabiatla kaynaştıran, Rabbine yakınlaştıran mesajlar oldu.
Aziz Müminler! Geçmişten günümüze Müslümanlar olarak, ne zaman ki bu mesajlara sımsıkı sarıldık, bunları yaşamak ve yaşatmak için gayret gösterdik, işte o zaman Peygamberimize layık aziz bir ümmet olduk. Ne zaman da gevşekliğe düştük, onun hikmetli öğretilerinden, örnekliğinden uzaklaştık, işte o zaman yolumuzu kaybettik ve ümmet olarak sıkıntılara maruz kaldık. Bugün de topyekûn insanlık ve bilhassa da İslam coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçlerin temelinde onun rahmet yüklü mesajlarının, bugüne ve yarına bakışının doğru anlaşılamaması yatmaktadır. Onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirilememesi, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirilememesi, hayata geçirilememesi yatmaktadır. Bugün, İslam coğrafyasının dört bir yanında katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır.
Kardeşlerim! Efendimiz (s.a.s), insan ve Müslüman olarak bizlere sorumluluğumuzu ve görevlerimizi öğretti. Ancak bizler, çoğu zaman dünya meşgalesine adeta esir olduk. Efendimiz, ırk, dil, renk, coğrafya ayrımı gözetmeksizin hepimizi aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan, aynı secdeye baş koyan, aynı kıblede istikameti bulan kardeşler olarak ilan etti. Fakat bugün bizler, kardeşlik ahlakını unuttuk, böylesi ulvi bir değeri çoğu zaman cehalet, menfaat, kısır çekişme ve inatlaşmalara kurban eder olduk. Rabbimizin, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (3) mesajıyla takdim ettiği Peygamberimiz, bizlere merhameti, şefkati, vicdanı, insafı, affı, sabrı ve hoşgörüyü öğretti. Ancak bizler, kendimize, ailemize, çevremize karşı bu hasletleri yitirdik. Yüreklerimiz katılaştı. Rabbimizin gönüllerimize yerleştirdiği tertemiz fıtrata tam anlamıyla sahip çıkamadık.
Peygamberimiz, bizlere adaleti öğretti. Ancak bizler, adalete yalnızca başkalarının muhtaç olduğunu zannettik.
O, bizlere yetim ve öksüz kalışı, çaresizlik içerisinde çare, ümitsizlik içinde ümit oluşu, en zor zamanlarda bile hayata azimle tutunuşu öğretti. Fakat bizler, başımıza gelen en ufak bir musibette dahi savrulmalar yaşadık, çoğu zaman da kaderi suçladık.
O, bizlere kimsesizlerin kimsesi, mazlumların umudu, gariplerin yurdu olmayı öğretti. Fakat bizler, bitmeyen arzu ve isteklerimizi bir türlü dizginleyemedik.
Bugün, bütün insanlık olarak intikamı, nefreti, kan dökmeyi önceleyen çağrılara değil, Efendimizin hikmet, merhamet, vicdan, adalet, hak ve hakikat yüklü çağrılarına ihtiyacımız var.
Bugün, çoraklaşan yüreklerimizin onun rahmet damlalarıyla hayat bulmasına ve yeniden fethedilmesine çok ihtiyacımız var.
Bugün, onun gözüyle insanlığa bakabilmeye, onun yüreğiyle tüm acı ve kederleri hissedebilmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Bugün, her yönüyle onu örnek almaya, onun ahlakıyla ahlaklanmaya; sünnetini, benliğimizi her türlü kötülükten koruyacak erdemli tutum ve davranışlara dönüştürebilmeye çok ama çok ihtiyacımız var.
Salât-u selam, tahıyyat-u ikram, her türlü ihtiram Efendimiz (s.a.s)’e, onun âline, ashabına ve onun yolundan gidenlere olsun.
1- Buhârî, Megâzî, 49. 2- Tirmizi, Birr ve Sıla, 16. 3- Enbiyâ, 21/107.
(Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir hutbeden alınmıştır.)
Çöle İnen Sonsuz Nur, İslam Medeniyetinin mimarı, gönüllerin ve yollarını kaybedenlerin tutunacakları tek kurtarıcı, Nebiler Nebisi Peygamber Efendimiz kalksa gelse, halimizi görse, acaba ne der?
Gelip geçen kandil gecelerinde, bayramlarda bi zahmet düşünün ve vicdanlarda karar verin..
Yazımı anlayanlar için, yine bir şiirimle bitireyim:
PEYGAMBER KALKSA GELSE…
Peygamber kalksa gelse, evimize de girse,
Halimizi bir görse, postu yerlere serse,
Şikâyetleri bilse, delilleri istese,
Gözyaşımızı silse, iyi niyet beslese.
HÂLİMİZ NİCE OLUR, ÜMMETİNE NE OLMUŞ,
DEMEKLE SONU BULUR, KAPİTALDE KAYBOLMUŞ.
Muhammed gelse baksa, bu Ümmetin haline,
Rahmet-i Hak’tan aksa, sormaz mı ki bu hal ne?
İlâhi tokat çaksa, belli kıl û kal ine,
Zûlmete ışık yaksa, müminler eşkaline,
YA MUHAMMED GEL HELE, GÖZYAŞLARI AKMIYOR,
İŞTE HALİMİZ BÖYLE, KİMSE BİZE BAKMIYOR.
Hasretiz nefesine, gülen cemâl yüzüne,
İnkılâp hevesine, Medine’de özüne,
Hâtemül Sînesine, hiç sönmeyen közüne,
Hürriyet kalesine, adaletli sözüne.
MUHTACIZ ,HASRET KALDIK, KASVETTEN KURTAR BİZİ,
UYKU, GAFLETE DALDIK, KAYBETTİK NÛRLU İZİ.
Bâtıl çıkılmaz girdâp, feryât eder insanlık,
Ümmetin oldu bî tâp, şimdi akıl nisyânlık,
Değerler oldu hârap, etiketler hüsrânlık,
Çölde arıyor serâp, Cihan oldu karanlık.
SÖZ VER NEBİ, GEL BİZE, MEŞȂLEYİ YAKALIM,
SIZILAR İNDİ DİZE, MÎ’RÂCINA ÇIKALIM.
Emânetin Kutsal Sünnet, Kur’an kimler elinde?
Âlem-i İslâm’da cinnet, melânetler selinde,
İnsanlığı sardı illet, günah yükü belinde,
Çekilmez oldu zillet, Tevhit eksik dilinde.
FİLİSTİN, KUDÜS MAHZÛN, DÜNYA OLDU KAN GÖLÜ,
GAZZE’DE EZAN MAHKÛM, KAN İÇTİ, SİYON DÖLÜ.
Ayasofya kelepçeli, minberle, mihrâp ağlar,,
Kan kusuyor Halepçe’li, kurudu merâm bağlar,
Medeniyeti lehçeli, Asr-ı Saadet Çağlar,
Hakka giden dilekçeli, âşık bekliyor dağlar.
GEL MUHAMMED KALK TA GEL, ÜMMET SENİ BEKLİYOR,
CİHAT OLACAK BİR SEL, GÖR NEYİ EMEKLİYOR?
KEMÂLİ’de bir öksüz, binlerce şiir yazdı,
Çınarlar kaldı köksüz, dermânsız yara azdı,
İmansız sâlip yüzsüz, hakka çukurlar kazdı,
Maya tutmuyor özsüz, Mevlâ için niyâzdı.
GEL EY RASÜL, MUHAMMED, SABIR KÜPÜ PATLADI,
PEYGAMBER YA MUHAMMED, GÖNÜL AŞKI ÇATLADI.