Puşkin’in 1829 Seferi (Erzurum)
Puşkin’in 1829 Seferi Sırasında Erzurum Yolculuğu
Kimi zaman edebiyat üzerine yazmak geliyor içimden. Böylesi, daha bir hoşuma gidiyor. Siyasete dair yazmaktan sıkılıyorum bazen. Neredeyse yazılanların tümü siyasete ilişkin ve okuyucuların da büyük bir kısmı, siyasete ait yazıları okuyorlar. Hele bir de provokatif veya şahıslara ilişkin başlıklı yazılar daha bir ilgi çekici oluyorlar.
Evet, siyaset, hayatın hemen her alanıyla şu veya bu ölçüde ilişkili. Fakat siyasete, edebiyat bilinciyle ve estetiğiyle bakmayı ihmal ediyoruz. Yüzyılların pratiği de göstermiştir ki, edebiyattan ve felsefeden nasiplenmemiş siyasette barbarlığın yeri daha fazladır.
Kimi kitaplar ikinci kez okunduğunda, ondan yeni tatlar alınıyor ve yeni keşifler yapılabiliyor. Bunun, kitabın okunduğu dönemki yaşla ve ülkenin/dünyanın gündemiyle de ilgili bir yanı var. Klasik kitabın özelliklerinden biri de, ikinci kez okunabilmeleridir.
Puşkin’in “Erzurum Yolculuğu” kitabını yıllar önce okumuştum. Geçenlerde İş Bankası’nın yayınladığı ve Ataol Behramoğlu’nun harika çevirisi olan Puşkin’in “Bütün Öyküler, Bütün Romanlar” kitabını aldım ve böylelikle yazarın okumadığım eserlerini de okuyorum.
“Erzurum Yolculuğu”nu büyük keyif alarak tekrar okudum. Puşkin’in derinliğini, hümanizmasını ve edebi estetiğini daha iyi anlamaya çalıştım.
Puşkin, hep bir yurtdışına yolculuk özlemi taşırmış. Ancak çarlık yönetimi izin vermemiş.
1829 yılında Rusya-Osmanlı savaşı, yazar için gezi vesilesi olmuş. Yazar, Rus ordusunda bir gözlemci olarak Erzurum’a kadar gelmiş. Bu uzun yolculuğa çıkışının bir gerekçesinin de, ilerde karısı olacak Natalya Gonçarov’a evlilik teklif etmesi ve Natalya’nın da cevabını belirsiz bir tarihe ertelemesi üzerine umutsuzluğa kapılarak Moskova’dan uzaklaşmak istemesinin olduğu yönündedir.
Rus edebiyatının babası olan Puşkin’de, diğer Rus yazarlarının realizmine karşın biraz romantizmin etkileri görülür. Özellikle “Dubrovski” hikâyesi, Dumas’nın romanlarına benzer. Bunda Fransız yazarlarının epeyi payı vardır. Gogol’un “Ölü Canlar” ve Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanını yazmasına esin kaynağı olan Puşkin, ne yazık ki, 38 yaşında bir düello sonucu ölmüştür.
“Erzurum Yolculuğu”nu okuyunca, edebiyattan siyasetin dünyasına yönelttiğiniz projektörün ışığında, dönemin gerçeklerini ve onun insandaki yansımalarını görme kapasiteniz daha bir artabilir.
İşte bu açıdan siyasete bakış kapasitesine katkı olacak bir alıntı: “Yolda yanlamasına yatan bir Türk’ün cesedinin önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı.” (S. 529)
Günümüzde de milliyetçi, çatışmacı ve düşmanlık üzerine bina edilen bir siyasetin insanlık için ne tehlikeler içerdiğini bir düşünün. Milliyetçi, ırkçı, dinci hezeyanlarla ‘ötekileştirilenler’ üzerine yağdırılan kinci, aşağılayıcı ifadeleri ve yaratılan düşmanlıkları bir düşünün. Bir de bundan 180 yıl önce Puşkin’in yazdıklarına bakın: Bir düşman askeri, işte böylesine insanca anlatılır.
Siyasete edebiyattan, sanattan baktıkça o siyaseti ‘evcilleştirebiliriz’. Siyaset o zaman egemen bir kesimin çıkarlarına değil, olabildiğince insanlığın çıkarlarına hizmetin aracı haline getirilebilir. Uygarlık yıkıcılığı siyasetinde sanatın yokluğu, uygarlık yapıcılığı siyasetinde de sanatın katkıları büyüktür.
Bunlardan kastım, zinhar, sanatın siyasallaştırılması değildir. Sanatsal ve edebi bir bilinç/kültür durumuna sahip olarak siyaset yapılmasını anlatmaya çalışıyorum. Bu bakışın siyasete daha bir kalite getireceği, düzeyi yükselteceği kanısındayım.
Puşkin’in Erzurum yolculuğu aynı zamanda bir seyyahın kitabı olarak da okunabilir. Moskova’dan Erzurum’a dek yol boyunca gördüğü yerleşim yerlerini ve karşılaştığı insanları keskin bir gözlem yeteneğiyle ve edebi estetikle anlatan yazardan, döneme ilişkin birçok bilgi de edinilmektedir.
Yarın Erzurum Yolculuğuna devam edeceğiz.