PolitikACI’ların Demokrasi İle Sınavı
Yüksek Seçim Kurulu 2820 Sayılı SPK, md: 37 gereği, “seçime katılma hakkı” (!) bulunan “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” (Anayasa md: 68) siyasi (kitle) partilerine; “hangi seçim çevrelerinde hangi usul ve esaslara göre aday tespiti yapacaklarını” sordu. 19 Mart 2011 günü gelen cevaplar içler acısı!.. İnsan hakları, adalet, hak, hukuk ve özellikle demokrasi adına utanç verici!.. Kahir ekseriyeti “merkez yoklaması!..”
DEMOKRASİ UTANCI; İNSAN HAKLARI,
ADALET VE HUKUK YÖNÜNDEN TAM YÜZKARASI
Birde bunlara, öteden beri (1961 ve 1982 Anayasalarında) “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru” ve “kitle partisi” denir!.. Malum, ülkemizde şahıs, sınıf, zümre, ideoloji ve doktrin partileri yasak ya!..
İş bu “merkez yoklaması” her ne kadar yasal olsa bile, gerçekte haksız-hukuksuz, antidemokratik ve gerçekten yüzkarası!.. Vesayetçi, sultacı, cuntacı, despotça, diktatoryal bir tasallut ve tasarruf!... Özellikle, yeni-ileri (orijinal ve özgün) demokrasi havarisi AKP’nin, doğrudan aday adayı kaydı yapması ve bir çeşit “temayül yoklaması” sonucuna göre merkez yoklaması yapacağını bildirmesi çok ayıp; Üzücü, düşündürücü ve ileri sürdüğü demokrasi söylemleri adına utanç vericidir. Hele bir genel başkan yardımcısının; “Son söz sayın genel başkanın” diyebilmesi, ne büyük bir talihsizlik ve hicap verici bir utançtır!..
DEMOKRASİ’DEN DİKTATÖRLÜĞE!..
Gaflet ve dalâlet ile malul; Maksatlı ve mâkus siyaset erbabının sıkça lânetlediği 12 Eylül 1982 Anayasası’nın ilk ve orijinal (12 Eylül askeri müdahalesinin ardından hazırlanan ve 7 Kasım 1982’de halk oylamasıyla kabul edilen) biçimi, şu gelinen noktaya nazaran; Hak, hukuk, adalet ahlâkı, insani boyut ve “yönetimde istikrar = temsilde adalet” ilkesine çok daha yakın, yatkın ve uygundu. 1982 Anayasası’nda bugüne kadar 16 esaslı değişiklik yapıldı. Bu köklü değişiklik ve düzenlemelerle; geçici maddelerle birlikte, 1982 Anayasasının toplam 177 maddesinden 80'i değiştirildi, 3’ü yürürlükten kaldırıldı. Eklenen 3 geçici maddeden 2'si daha sonra Anayasa’dan çıkartıldı.
Geriye kalan bu!...
Her değişiklik, milli iradeye bir darbe vurdu ve demokrasiyi daha da geriye götürdü.
VAHİM BİR ALDATMACA:
Mevcut 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun değişik 37’nci maddesine göre siyasi partiler, ‘aday tespitini serbest, eşit, gizli oy, açık tasnif esasları çerçevesinde, tüzüklerinde belirleyecekleri usul ve esaslardan herhangi biri veya birkaçı ile yapabilir’!.. Hükmünde yer alan ‘serbest (hiçbir etki, telkin ve baskı altında kalmadan), eşit, gizli oy,’ ibaresi tamamen yalan, aldatmaca, uygulama imkânından vareste ve kandırmacadır.
OYSA!.. 1982 ANAYASASI NE DİYORDU..?..
1980 darbesinden sonra askerlerin hazırladığı SPK’nın ilk metninde aday belirleme kuralı, “siyasi partiler adaylarının listesi ve bunların listedeki sırası, o seçim çevresinde o siyasi parti üye kayıt defterine göre düzenlenen parti seçmen listesindeki bütün üyelerin ilçe seçim kurullarının yönetiminde serbestçe oy kullanacakları bir önseçimle tayin ve tespit edilir” biçimindeydi. (Anayasa'da 17 Mayıs 1987 tarihinde yapılan ilk değişiklikle 67, 75. ve 175. maddeler yeniden düzenlendi, Geçici 4. madde yürürlükten kaldırıldı. Değişik: 23.7.1995 -4121/5 md. ile 17.5.1987-3361/1 md.; 23.7.1995-4121/5 md.) Oysa bu hüküm, 1965 tarihli ilgili madde hükmünün, 1983 metninde doğru Türkçe yazılmış biçimidir. Demek oluyor ki, demokraside ilerlemek yerine sürekli bir gerileme sürecine girilmiş bulunulmakta..
TAHRİFAT VE TAHRİBAT
Demokrasi, adalet ahlâkı ve hukuk penceresinden bakıldığında; 1987’den günümüze Anayasa değişikliklerinin, millet iradesinin TBMM vasıtasıyla devlet idaresine yansıması bakımından, en uygun, ideal ve mükemmel hükümlerin kaldırılmış olduğu görülmektedir.
Şu hale nazaran “insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi adına yapıldığı iddia edilen anayasa değişiklikleri”; Hayret ve dehşet verici “antidemokratik” bir gerçektir ki; Demokrasi, birey ve halk (kamu) yararına değişiklik ve düzenlemeler değil; Tam aksine adeta bir tahrifat ve tahribattır!..
TAHRİBATIN ÖTEKİ YÜZÜ:
Yine, ilk haliyle siyasi partiler yasasının “aday tespitinden” sonra gelen maddesine “her ilden çıkacak milletvekili sayısının yüzde beşini aşmamak üzere merkez adayı” gösterilebileceği hükmü eklendi. ‘Yüzde beş’ oranının 10’dan çok vekil çıkaran iller için anlamı vardı. 1987 seçiminde merkez kontenjanı konulabilecek iller Adana, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir ve Konya’dan ibaretti. Bunun dışında kontenjan kullanılamazdı…
Geçici hükümle adayları belirlenen 1983’den sonra: ‘her ilde önseçim yapılması’ kuralı; Yüzde beş kontenjan olayı; Parti değiştiren vekiller hakkındaki kısıtlar;, Seçilecek milletvekili sayıları dâhil olmak üzere, pek çok “demokratik hüküm” antidemokratik hüküm ve keyfi maddelerle Turgut Özal tarafından 1986 ve 1987 yıllarında, 3270, 3370, 3377 sayılı kanunlarla “millet iradesi, parti içi demokrasi ve seçim mevzuatına” en ters ve aykırı biçimde değiştirildi. Partilerin lider nam despot ve diktatöre bağlı örgütlenmesinin yolu açıldı; Böylece Türkiye de demokrasi ve hukukun üstünlüğü; Gelecek nesillerce “lânetle anılacak” bir parti sahibince “transformasyon” kisvesi altında deforme edildi. Artık partiler kurumsal olarak lider oligarşisine geçebilirdi.
MÜTHİŞ BİR ÇİFTE STANDART
YAHUT MÜRAİLİK VE İKİYÜZLÜLÜK!..
Nitekim öyle de oldu!..
Parti sahipliği altında gelişen ve yerleşen oligarşi 1989’lardan sonra çok sevildi. Çok takdir edildi ve beğenildi. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk, hırsızlık ve suiistimalleri, Gümrük Birliği katılım faciası, AB entegrasyon sürecine “millet iradesine aykırı olarak” start verilmesi, Milli Dava Kıbrıs’tan feragat, üst üste kriz, kaos ve özelleştirme furyası ile tarihin en büyük peşkeş, vurgun, soygun ve hortum olayları “bu süreçte” cereyan etti…
Çünkü artık, devlet idaresinde millet iradesi yoktu!...
Zira “yeni demokrasi”, “ileri demokrasi”, “insan hakları ve hukukun üstünlüğü” gibi parlak söz ve söylemlerle; Tıpkı ABD’nin Sudan’dan, Afganistan’a, Irak’tan Libya’ya kadar olan hinterland’da uyguladığı gibi Türkiye’de de : “demokrasi, insan hakları ve barış getirme” adına böyle garip bir süreç yaşandı.
ÇOK ÖZGÜN VE ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
Çanakkale Zaferi’nin yıldönümüne rastlayan 18 Mart 2011 günü, Milli Gazete’nin baş sayfasında yer alan bir haberde; Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, 28 Şubat post modern darbesinin sorumlularından hâlâ hesap sorulmadığını belirterek, "Bugün darbe planları yapanlara Ergenekon, Balyoz ve Kafes davaları ile hesap soruluyor. Ama 28 Şubat'ta resmen teşebbüste bulundular. Bunlardan niye hesap sorulmuyor? Sorumluları var. Örneğin Çevik Bir... Ama Sayın Başbakan Çevik Bir'i Türkiye ile İsrail arasında ilişkileri geliştirsin diye danışman olarak değerlendirmiş" tepkisinde bulundu.
EVET!.. ELBETTE!..
Gerçekten de, olağan ve doğal şartlarda yapılması gereken ilk iş: Kamu düzeni ve milli vicdanı en çok sarsan, Cumhuriyet tarihinin en büyük kırılması ve Atatürk karşıtı bir kalkışma olan 27 Mayıs’ı sorgulamak ve yargılamaktı… Sonra 12 Mart 1971 ve 12 Eylül, 28 Şubat vd.,
Zira bir millet, milleti ihlâsla temsil eden siyasi hareket veya demokrasi adına ifa ve icra olunan inkılâp; Önce rejimle yüzleşmeli, milletle hesaplaşmalı ve “tam dürüst, bağımsız ve tarafsız” bir hesaplaşma ve yüzleşmeden sonra; Demokrasi, adalet ve hukukta ileri adımlar atmalı idi!.. Değil mi..?...
Amma, elbette ve mutlaka: Türk Milleti adına ve Türk Milleti namına…
Politik-ACI bütün açıklamayı bu ifade yapmış zaten.
Mart 27th, 2011 at 15:16Esas bunlar katletti demokrasiyi