Pişmanlık: Kimsenin Yüzü Bile Kızarmıyor
Türkiye'de siyaset, ithamlarla yapılıyor. Tarihte kişiler arası, partiler arası, gruplar arası çekişmeler olmuştur. Biri diğerini eleştirdikçe sivrilmiş halkta güven verebildiği nispette, iktidara gelebilmiştir.
Genellikle ne diyorlar; Acizler. Cahiller. Yalancılar. Aymazlar. Çaresizler. İftiracılar. Utanmazlar. Yalana kılıf arıyorlar. Çamur atıyorlar.
Bu ithamları kürsüdeki bir siyasetçi, bir akademisyen, bir gazeteci sarf edebiliyor.
Aslında konuşamıyorlar demek lazım. Konuya hakim olamadıkları sık sık şey sözcüğü kullanmalarından ya da yaptıkları tarih hatalardan belli oluyor.
Görüntü şu: konuşuyorlar; konulardan, belgelerden, yasalardan, bahsediyorlar. Dinledikçe niye bu kadar uzun anlaşılmaz konuştuklarını anlamıyorsunuz.
Dikkatli bakınca görüyorsunuz ki, konuşmuyorlar; çırpınıyorlar!
Birilerince verilen görevi en iyi şekilde yapmak istiyor; emri verenlerin gözüne girmek istiyorlar. Döne döne aynı konulardan bahsediyorlar çünkü!
Ne yazık ki hep küfrediyorlar. Sanki suçluların telaşı içindeler.
Gelişmeleri izleyenler yanında kırıntı bilgilerle yorumlar yapanlar da var.
Ne yazık ki birileri sabırlı olmadan esip, gürlüyor. Belgelerden telaşlananlar var.
Çok az bilgiyle, bir fırsat olarak görüp buradan nasıl saldırırız, nasıl mağdur rolü tekrar oynar, cahil halk yığınlarını kandırırız derdine düşmüş durumdalar.
Siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler; ülke için, çözüm politikaları üretmekten aciz olduğu kadar maalesef siyaset üretmek noktasında bile büyük bir acziyet içinde!
Her türlü iddiayı gündeme taşıyorlar. Dini istismar ettiler, yoksulları istismar ettiler. Esiyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar. Her seferinde yüzleri kızarıyor. Çünkü söyledikleri yalan, doğru değil. Sabah iftira atıyorlar, öğlen altında kalıyorlar. Öğlen itham ediyorlar, akşam çark ediyorlar. Akşam söyledikleri yalan oluyor, sabah yalanlıyorlar.
Kendilerine ait cümle kalmadığı için, gerçekleri yalanlama yoluna gitme yarışına girdiler, sonrada unutturmaya çabaladılar. Yandaşlarının gayretli savunmalarından, gündemdeki gerçeklere yer vermemelerinden, halka yansıtmamalarından, medet umar hale geldiler.
Koro halinde gündemi değiştiren açıklamalar yapıyorlar. Halkın gözünden gerçekleri kaçırabiliyorlar.
Aleyhlerine bir konu gündeme geldiğinde şikayet edenler, yandaşların hezeyanlarına sarılmış durumdalar. Bu hezeyanlara sarılacak kadar acizler. Başkalarına yaptıkları iftiralardan, bu iddialardan, medet umacak kadar çaresizler. Fırsatçılık en önemli özellikleri haline gelmiş.
Türkiye'yi sırça köşklerinden izleyen, makam ve yetki güçleri ile her dediklerini yaptıranlar, bugün artık kendi hezeyanlarıyla siyaset üretiyorlardı, bugün onu da yapamaz hale geldiler.
Nereden geldiğine bakmadan, aslını astarını araştırmadan, arkasındaki niyet, hedef, gaye hakkında en küçük bir endişe taşımadan buna sarılmak en hafif tabiriyle fırsatçılıktır.
Oysa; Bu tür iftiraları atıp bunları ispatlayamayanlar ne kadar alçaksa, bu iftiraları manşetleriyle, söylemleriyle yayanlar, bu iftiraları siyaset malzemesi yapanlar da aynı derecede müfteridir, alçaktır.
Kişileri seversiniz veya sevmezsiniz, haz edersiniz ya da etmezsiniz ama ülkeye, millete, kendine saygısı olanlar; hiçbir menfaat beklentisi olmayanları, görüşlerinden dolayı etkisizleştirme ve itibarsızlaştırmak için yetkiyi kötüye kullanarak susturmamalıdır.
Siyaset, seviye ister, nezaket ister. Siyasetçi hakşinas olmalıdır, gerçeği çarpıtmak, yalan ve iftiradan medet ummak bir siyaset tarzı olamaz, siyaseti yalan ve iftira üzerine kuranlar hiçbir zaman amaçlarına ulaşamazlar.
Günün Sözü: Hakareti, iftira etmeyi siyaset dili haline getirenlerin iktidarı uzun süreli olmaz.