Peygamber Ocağı
Vay be! 1980’lerde “Peygamber Ocağı” diye gittiğim, ailem, akrabalarım yanı sıra ülkemin insanlarını düşmanlardan korumak, onların güven ve huzurlu bir ortamda yaşamlarını sürdürmeleri için bedelsiz gittiğim yirmi aylık askerlikte, meğerim “Darbeci” ve “Terör örgütü ile çete kurmak” tan tutuklanan komutanların bulunduğu yerde askerliğimi tamamlamışımda, haberim yokmuş…
Terörist suçlaması ile tutuklanan komutanların verdiği emir ve hiyerarşisine ben ve benim gibi daha binlerce genç uyarak, onlarda kim bilir nelerle suçlanacaklar!
İşin şaka tarafı artık şu “Darbe” fobisini ülkemiz gündeminden çıkartarak bir daha geri gelmemesi adına tarihin derinliklerine gömmemiz lazım. Demokrasinin en iyi nimet olduğu bilinci ile barış zeminini bir an önce tesis ederek hayata geçirmemiz hepimiz için hayırlı olacağa benziyor. Benim ülkemin içinde meydana gelen ve dış basında da titizlikle takip ettiği gelişmelerin odağı olan gazeteci, yazar ve generallerinin uzun tutukluluk süreleri artık yakışmıyor. Örneğin, gazetecilik mesleğini yapan birisi
olarak bu mesleğin farklı olduğunu düşünüyorum. Gazeteci “Özgür” olmalıdır. O araştırıcıdır, mesleğini icra etmek için yerine göre tehlikeden tehlikeye girerek farklı kişilerle görüşür, konuşur ve yerine göre de telefon veya bilgisayar kayıtlarında farklı insanların telefonları veya bilgileri olabilir. Bu bilgiler bazen iktidarın işine gelmeyen haberler de olabilir. Gazeteci yerine göre yolsuzluğun peşinde, yerine göre de fahişelerin, zehir tacirlerinin veya ilginç olayların peşindedir. Bu mesleğin özünde ve gazetecinin egosunda vardır. Bazen bir polis gibi, bazen de bir ajan gibi çalıştığı dönemleri olabilir. Eğer bunları yapamıyor ve bir takım baskılardan dolayı kısıtlanıyorsa, ortada ne gazetecilik ne de özgür basın vardır. Bunların dışında yapılanlar da ya magazincilik, ya da gazete patronları ile iktidara şakşakçılıktan öteye gitmez.
Şu andaki basınımızda “Özgürlüğü” hissedebiliyor musunuz? Medya, holding ve dinci medyanın eline geçirdiği sermayenin gücü ile yerine göre iktidar paslaşmaları arasında çalışanlarını susturarak esir almış durumdadır. Büyük şirketlerin eline geçirdiği ve şirketlerin kanun gibi korunduğu Amerikan tipi bir medya ülkemize de monte ettirilmeye çalışılmaktadır. İktidarı eleştiren köşe yazarları gazetelerinden uzaklaştırılmakta ve tartışma programları ise yok edilerek istenilen kıvamda bir basın yaratılmaktadır. Daha yakın tarihimizde 1950’lere damgasını vuran Demokrat Parti döneminde hırsıza, “Hırsız” demek yasaktı. Bir politikacının yolsuzluk yaptığını öne sürenler kendilerini hapiste buluyordu. Ya şimdi? Menderes dönemi Demirel’i, Demirel dönemi, Kenan Evren ve Turgut Özal’ı, onlarda Recep Tayyip Erdoğan’ı doğurarak bu süreç devam ettirilmektedir.
Aslında bizim gibi ülkelerin yani üçüncü dünyanın siyasetine kimler yön veriyor, biliyor musunuz? Bütün dünyada “Kimlik Tartışması”nı 1994’lerde gündeme getiren ve “Uygarlık Çatışması” kitabında üçüncü dünya ülkelerine; Batının taklit edilemez ve ulaşılmaz olduğunu sayan, batı emperyalizminin egemenliğini kolaylaştırmak amacıyla, sömürülen ülkelerin bu sömürü sırasında Batı’dan öğrendikleri, laik, demokrasi, insan hakları ve bağımsızlık gibi değerlerle batıya karşı çıkmalarını önlemek adına; “ Bu değerler emperyalizmin değerleridir, bırakın kadını ikinci sınıf vatandaş sayan İslami değerleriniz iyidir” Türkiye’ye ise; “ Siz Avrupa Birliğini bırakın, Atatürk’ü inkâr edin, İslam dünyasına yönelin” diyen Faşist Amerikalı Profesör Samuel P. Huntington’un fikirleri dünyada geçerlilik mi kazanmaya başladı, dersiniz?
Yani “Ilımlı İslam”
Atalarımız ne demiş; “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye…
Bakın bu geri zekâlı Amerikalının bahsettiği Atamız basın hakkında neler demiş; “ Basın özgürlüğünden doğan sakıncaların giderilme aracı yine “Basın Özgürlüğü”dür”
Son zamanlarda kızdığımız ve “Düşünce Özgürlüğü”nün ilk çıktığı ülke olan Fransa’da filizlenen erkler yani, Yasama, Yürütme ve Yargının yanında Basın’ında özgürce işlevini yapmadığı bir ortamda “Demokrasi”den de söz edilemeyeceği matematik kuralı gibi, bilinen bir gerçektir.
Yani sözün özü; “ Türkiye Cumhuriyeti şapkası altında vatanı için her an ölmeye hazır olan ister asker, ister gazeteci, ister yazar, çizer, muhalif veya hakkını demokratik yollarla aramak isteyen kim olursa olsun suçu sabit olmadan eğer “Terörist ve çete kurma” suçlamalarından alnına hemen yafta yapıştırılıyorsa, demokrasi ve insan hakları çerçevesinde bazı kanunların süratle yeniden ele alınması gerekmektedir. Başbakan, Cumhurbaşkanı ve devletin ileri gelen kademeleri ile birlikte olan, Kurumunu temsilen fikir paylaşan, ülkede terörün bitmesi için mücadele veren, dünyanın sayılı orduların başı olan Genel Kurmay Başkanı’nın “Terör örgütü ve çete” ile ilişkilendirilmesi sizce hoş mu? Asker dünya konjonktürünü incelemeden ülkesine karşı gelebilecek düşman saldırıları hakkında nasıl bilgi sahibi olabilir?
Kimsenin yargı önünde imtiyaz olamayacağını bilen birisi olarak, isteğim, yargının herkes için en kısada zamanda tecelli ettirilerek, gerçek suçluların ortaya çıkmasıdır.
Van depremi, Fener Derneği ve Şike Davaları, Uludere’de ölen siviller derken, ekmeğimizin mutasyona uğrama tartışmaları arasında geçen gündem son süratiyle baş döndürmeye 2012 yılında da hızını kaybettirmeden devam edeceğe benziyor.
Oysa 2012’in ilk saniyelerinde ne umutlarla girmiştik değil mi?
Ertuğrul Erdoğan