Perde Arkasından Gelen Bir Haber: Ölüm
"HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR. " (ÂL-İ İMRÂN, 185)
ÖLÜM dendiği zaman bir ölüm olayında; tiksinir, korkar, çekinir ve üzülürüz. Kimse yaşına bakmadan, ölümü kendine yaklaştırmaz.
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatı bize tatlı gelir ve mutlaka bir gün ölüm kapıyı çalar.
Her nefis canlı ölümü tadacaktır. Yani herkes ölecektir. Bundan bazı kimseler ruhun ebedî olduğu mânâsını anlamışlardır. Çünkü tatmak, bir hayat eseridir. Ve zevk anında tadıcının ebedî olduğunu anlatır, yoksa zevk tasavvur olunamaz. O halde mânâ: "Her nefis bedeninin ölümünü tadacaktır" demek olur. Bu da nefsin, bedenden başka olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğini anlatır. Evet her nefis ölümü tadacak; dünyanın ne üzüntüsü, ne sevinci hiç biri kalmayacaktır.
"Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur" (İsrâ, 99)
"Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır?" (Enbiyâ, 34)
"Yer yüzünde bulunan her canlı fanidir" (Rahmân,26)
ALLAH'IN DİRİLİĞİ VE ÖLÜMÜ YARATMASININ SEBEBİ
"O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır"
(Mülk, 2)
Bir hayatın arkasından ölümün ve onun arkasından diğer bir hayatın karşıt olarak yaratılması, insanların bu ikisi arasında iyi bir çalışma gayretiyle Allah'ın mülkünde güzel bir işçi, yüksek bir görevli olmak üzere yarış için bir imtihan meydanına çıkarılmaları hikmetine, bu da hayattan hayata, güzellikten güzelliğe bir yükseliş nizamı ve en güzel âmellere daha güzeliyle mükafat vererek ileride bambaşka bir hayata ulaştırılmaları gayesine yöneliktir.
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyât, 51/56)
"Ben gizli bir hazine idim tanınmak istedim ve tanınmak için de mahlûkatı yarattım." (Kutsî Hadis)
ÖLÜM KONUSUNDAKİ KADER YAZGISI
"Allah'ın emir ve kazası olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır"
(Âl-i İmran, 145)
Allah Teâlâ'nın izni ve iradesi olmaksızın hiçbir kimsenin ölmesi ihtimali yoktur. Gerek döşekte olsun, gerek öldürmekle olsun, mutlak ölüm böyle olunca, Allah'ın iradesi erişmeden ne düşmanın saldırısıyla, ne de kendi arzusuyla kimse ölmez. Allah'ın izniyle ölüm ise tayin edilmiş bir şekilde yazılır. Yani Allah katında bilinen bir vakit ile takdir edilmiştir ki; ne ileri gider, ne geri kalır. Bir insan, gerçekte nasıl bir şekilde ölecekse öyle ölür. Ve onun dünyada iki ömrü yoktur. Şu halde iki eceli de yoktur.
Bazı kimseler ecel-i müsemmâ (eceliyle gelen, normal ölüm) ve ecel-i kaza (kaza ile gelen ölüm) diye iki ecel tasavvur ederler. Ve, "Zavallı eceli gelmeden kazaya uğradı." derler. Bilmezler ki, olay ne ise ömür, ecel odur. Ve o kimsenin Allah katında bilinen vakti ondan ibarettir. Bundan başkası gerçekten değil, zâtî ve aklî imkan üzerine kurulmuş varsayımlar ve ihtimallerdir. Herkesin gerçekte ömrünün, ecelinin birliği, inkâr imkanı bulunmayan apaçık bir gerçek olduğu halde, birtakım kimselerin bunu karmaşık bir mesele imiş gibi "ecel bir mi, iki mi?" diye konuşmaya kalkışmaları, konuyu kavrayamamalarından doğar. Evet, kaderin sırrı belli olmaz ve yaşayan bir kimsenin ne vakit ve ne şekilde öleceğini de Allah'tan başka kimse bilmez. İlâhî kanunda ölümün sebepleri olarak tanınmış birçok şeyler de vardır. İnsan, ecelinin ne olduğunu bilmediği için bunlardan sakınmalıdır. Ve fakat muhakkak şu bilinmelidir ki bu sakınma ne ilâhî iradeyi değiştirir, ne de Allah katında bilinen ve takdir edilmiş olan eceli değiştirir.
ÖLÜMDEN KAÇIP KURTULMA İMKÂNI YOKTUR
"Nerede olursanız olun, tahkîm edilmiş yüksek kalelerde bile bulunsanız ölüm sizi bulur" (Nisa, 78)
Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir. Yüksek kalelerde veya sağlam saraylarda, hatta gökteki yıldızlarda dahi bulunsanız yine ölüm gelir sizi bulur. Bundan dolayı ölüm korkusu ile vazifeden kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur. Madem ki mutlaka bir ölüm vardır. Ona her zaman hazır olmalı, dünya hayatına bağlanmamalı, vazifeyi seve seve yapmalıdır.
ÖLÜME HAZIRLIKLI OLMAK
Cenab-ı Hak gerçekte insan varlığına sonsuza kadar uzanan bir ömür takdir etmiştir. Ruhları dünya hayatından belirsiz bir süre önce topluca yaratmış ve onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusunu yöneltmiştir.
Kur'an'da ruhun başlangıcı ile ilgili olan bu olay şöyle belirlenir:
"Hani Rabbin Âdem oğullarından onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit tutmuş; Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da; Evet, (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü; Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindir" (Araf, 172).
Ruh, dünya hayatına bir imtihan devresi geçirmek üzere doğum yoluyla gelen insan oğluna anne karnın da dört aylık cenin döneminden sonra üflenir ve böylece dünya hayatı başlamış olur. Ruhun bedenden ayrılması ile de kabir hayatı başlar. Kıyamet koptuktan sonra da ahiret hayatına yeni bir yaşam için geçecek olan insan oğlu dünyadaki inanç ve amel durumuna göre Cennet veya Cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İnanç sahibi olup da amel eksikliği bulunanlar ise Cenab-ı Hakk'ın bileceği sürelerde cezalarını çektikten sonra Cennet tarafına geçebileceklerdir.
Hayatın bu gerçeği karşısında ölüme hazırlıklı olmak her insanın şiarı olmalıdır. Ölümü anmak ve hazırlıklı bulunmak her mümin için müstehap sayılmıştır. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Lezzetleri yok eden ölümü çok anın"
"Eğer dünyada ölümü çok anarsanız, onu önemsemezsiniz; az anan ise onu çok önemser"
"Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder"
Ölüm hakkında daha detaylı bilgi isteyenler için çeşitli kaynak ve kitaplarda, internet sitelerinde mevcuttur. Günümüzde bir şeyi öğrenmek istedikten sonra, teknolojik imkânlar sınırsız olarak kullanılabilir. Günümüz Türkiye’sinde nüfusun üçte birinin dahi kitap okumadığı, bilgi elde etmek için araştırma yapmadığı gerçeğinde, ne derseniz deyin, gerçek bu…
Bu yazı yazılmadan birkaç gün önce iki meşhur kişinin ölüm olayını medyadan izledik.
Biri: Örnek şahsiyeti, devlet adamlığı ve son nefesine kadar sürdürdüğü mücâdele azmiyle “Yavru vatan” Kıbrıs’tan “Bala Vatan” Kerkük’e, “Atavatan” Doğu Türkistan’dan Batı Trakya’ya, Kırım’dan Gagavuzya’ya esir ve mazlum Türk Dünyası’nın kahramanı ve ümidi, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, diğeri Hıristiyan olarak ölen topçu Lefter Küçükandonyadis…
Denktaş, Cumhurbaşkanı iken pazardan sebzesini, fırından ekmeğini halkıyla beraber alan, arabasını kendisi kullanan, o mütevazı şahsiyetiyle milletimizin gönlünde taht kurmuş, müthiş azmiyle hem Kıbrıs Türklüğü’nün hem de bütün milletimizin “Dâvâ Vekili” olmuştur. Bu büyük mücadeleye baş koyduğu ömrü buyunca 6 evladından 3’ünün acısını derin teessürlerle yaşamasına rağmen; hüznünü, matemini kalbine gömerek milletinin ve vatanının hizmetine koşabilme yiğitliğini gösterebilmiştir.
O, aynı zamanda vatanının kurdunu - kuşunu, çiçeğini – böceğini, toprağını - taşını, insanını - hayvanını çok sevmiş ve bütün bunları objektifiyle yansıtmış büyük bir fotoğraf sanatçısı, duygu ve fikir adamıdır.
Lefter televizyonlarda birinci haber olarak verilirken, Denktaş ileri dakikalarda verildi. Özel bir merasim, kilisede yapılan ayin, binlerin kalabalığı ve vapurla vasiyet ettiği Büyükada’ya götürülme şaşalarını, debdebesini ibretle izledik. Devlet ricalinin katıldığı bir merasim…
Türkiye’de büyük bir âlim, mütefekkir, dava adamı, toplum lideri, eser sahibi ölünce bu debdebeyi, ilgiyi, masrafı, devlet elini göremiyoruz. Medyada birkaç satır bile okumak mümkün olamıyor.
Birinin cenazesi kilisede vaftiz edilirken, âyin yapılırken, diğeri alkışlarla uğurlanıyor. Bir Allahın kulu çıkıp ta böyle bir adet, emir, usul dinimizde yok diyemiyor.
Cenazelerimizi de batının, bâtıl adetlerine benzetir olduk. Düdük ve alkışlarla uğurlama yapıyor, İslam’ın kabul etmediği bidat ve hurafeleri yapıyoruz.
Kuru kalabalıgösterişli merasim ve alaylı/kalaylı sözler, resimler yakalarda kenardan bakmalarla cenazenin ruhu rahat etmez, âmeline bir şey kazandırmaz. Ebediyete gitmek, cenneti istemek o kadar kolay da değildir.
GÜL DİKENİ
CENAZEDE ALKIŞ…
CENAZE KALKARKEN, ALKIŞLAR NEREDEN ÇIKTI?
KİLİSEDE ÂYİNVAR, BÂTIL ADETLER NEDEN?
GERÇEKLERİ BİLMEYEN, SAĞIR SULTANLAR BIKTI,
DİNİ NEDEN BİLMEYİZ, DENSİZLİK ACEP NEDEN?
KEMÂLİ