Pepuk Kuşunun Efsanesi
Ben bir pepuk kuşuyum dalında yaralı duran
dağların yamaçlarında kenger
nazlı bir kızın gözlerinde iki yetimlik ah!
içinin kızıllığınca gül ve yangın
her bahar lavlara
korlara
ateşlere düşer yüreğim
bir söğüt dalının
efil efil titreşen yaprağıdır yüreğimdeki
açarım yarasını bakarım canyerimin ağlayamam
acının ve sevginin kesiştiği yerde
iki çığlık arasında kaldım ah
acılı rüzgarlara bıraktım kanatlarımı
istedimki kuş olayım
kanatlarımın altında saklayayım
alıp gideyim başımı dağ dağ
göklere yazayım hasretimi
istedimki ağaç olayım
üzerinde yeşereyim
gölge edeyim her yaz
her güz dökülsün yapraklarım
serileyim üzerine ah! edeyim
istedimki yağmur olayım
yüreklere yağayım her bahar
sel olayım dere tepe
katayım önüme tüm acıları
denizlere, okyanuslara götüreyim
istedim ki ıstırabın sunaklarında
karalanmış rengi olayım yaşamın
sonsuzluğun kurgusunda cezalanmış acı
binlerce yıllık geçmişimle
her bahar beni anlatsın analar çocuklarına,
babalar beni anlatsın
istedim ki yürekteki her çiçeği
gözyaşlarıyla besleyeyim
kuruyup gitmesin diye
istedim ki dağlara sesleneyim yazgımı
özlemlere söylenen türkülere sesleneyim
gelip geçenler okusun diye gözlerimdeki şiiri
istedim ki dağlara yazayım hasretimi
ovalara, denizlere, gökteki yıldızlara
yağmur olayım gökkuşağını hediye edeyim
parça parça olayım her fırtınada
mutluluk ağacında hüzün çiçeği olayım
her yıl çoğaltayım acılarımı
Pepuk Kuşu Efsanesi
Bir varmış bir yokmuş... Vakti - zamanda Anadolu’nun küçük bir dağ köyünde anne baba ile iki çoçuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek diğeri de kız imiş. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir her şey gönüllerince olurmuş. Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde, boylu boyunca dağların eteklerinde bulunan ağaçların gölgeleri ve serinliği içinde güle, oynaya, büyümüşler.
Taa ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlaşıp ölünceye dek. Bu durum,ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Her tarafa ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş...
Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Evlenmişte üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış.
Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterirmişler...
Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek,dağa kenger toplamaya gönderir . İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmışki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeş, ’Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi?” Biz şimdi eve nasıl döneriz? üvey annemiz bizi öldürür!.. ’ deyip çıkışmış kardeşine.
Kardeşi ise ’Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!’ demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış. ’Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!’ demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş!... Kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş.
Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış.
Meğer üvey anneleri onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvemiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.
Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. ’O biraz yoruldu oduncularla gelecek’ demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş.
- Nahırla gelecek demiş.
Nahır da gelmiş, ama çocuk yine yok.
- Davarla gelecek.
Davar da gelmiş çocuk hala ortalada yok.
Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış,yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreği.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. ’Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!...“
Efsane bu ya o gece kızın dileği kabul olur, genç kız o gece Allahtan, pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur:
Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.
Dağlarda öten bu kuşun bu gün hala, kardeşini öldüren o genç kız olduğu söylencesi, Erzincan’ın Caferli köyü ve diğer çevre köylerde yaygın bir biçimde bu şekilde anlatılır... Onun çıkardığı seslere bile acıklı bir ifade ve anlam yüklenmiş.
Çocukluğumda bunun bir efsane değil de gerçekten yaşanmış bir öykü olduğuna inanır ve o kuşa çok acırdım!...
Bu efsane hala doğunun bir çok yöresinde anlatılmaktadır. Komşu illerde de aynı efsanenin değişik şekillerde anlatıldığı bilinmektedir. Doğu illerinde yaşayan yaşlı genç hemen hemen herkes “pepuk kuşu” efsanesini farklı bir şekilde de olsa bilir.
Cesim Kardeşim.. bilgiagi.net'e hoşgeldin, safalar getirdin.. Yazını -Efsanede olsa- zevkle okudum. Bu güzel yazıların devamını bekliyoruz. Selam ve dua ile../Bursa
Şubat 18th, 2010 at 10:49