Peki Erdoğan’ın Planı ne?
İki yazıdır kullandığım “-meli, -malı” üslubunu sanırım artık bir yana bırakmak lazım. Kendimize karşı dürüst olur ve rasyonel, realist bir bakış açısıyla bakarsak, hem direnişin gidişatı, hem de hükümetten talepler konusunda şunları söyleyebiliriz :
1- Başbakan Erdoğan Gezi Parkı’ndan geri adım atmayacak. “Mahkeme kararı var, onu bekleyelim.” denilerek top taca atılacak ve orada kalacak. 2- Olaylarla ilgili görevden alınması talep edilen bürokratlara dokundurtmayacak. Sadece en alt seviyedeki polis müdürleri ve memurları cezalandırılacak. 3- Biber gazı kullanımı konusunda belki AB’ye ve ABD’ye hoş görünmek adına kısıtlayıcı bir kararname çıkabilir ancak bunun da göstermelik olacağı şüphesiz... 4- Gözaltındakiler serbest bırakılacak ama birileri istedi ya da diğerleri geri adım attı diye değil, hukukun gereği olarak...
Bunlar tahmin edilmesi çok zor gerçekler değil. Gidişat da bundan başkasını göstermiyor.
Bu noktada asıl sorulması gereken şu; Başbakan’ın takındığı bu tavrın gerekçesi ne? Altında hangi sebepler yatıyor? Planı ne?
(Tam burada, Merve Şebnem’in “Başbakan Gemileri Neden Yaktı?” başlıklı makalesini okuyabilirsiniz. Katılmasam da kendi içinde tutarlı... http://bit.ly/ZmXRiz)
Tayyip Erdoğan ve danışmanları, Türkiye halkının dinamiklerini çok iyi okuyabiliyorlar. Türkiye gibi aşırı kaygan zeminli ve oynak gündemli bir ülkede, 10 yıldan fazla tek başına iktidarda kalabilmenin ve her defasında oyunu arttırmanın başka bir formülü de yok zaten.
Karşılarındaki kitlenin reflekslerini, tepkilerini ezbere biliyorlar, zayıf noktalarını, ek yerlerini, kırmızı çizgilerini, olayları anlama ve yorumlama kabiliyletlerini...
Çok basit, yalın ve “sokaktaki adam” diliyle anlatacağım :
Olaylar ilk patlak verdiğinde, Başbakan ilk refleks olarak şunu analiz etti; “Bu kesimin içerisinde benim seçmenim, benim tabanım var mı?” Yüzdelik dilimi etkilemeyecek istisnaları saymazsak, yok.
İkinci soru : “Peki bu kesim, bana oy verir mi?” Cevap : Hayır. Zira Başbakan’ın -her siyasetçi gibi- bir gizli ajandası ve yol haritası var. Bu haritadaki rotayı da kendisi biliyor ve -kuvvetle muhtemel- genel seçime kadar olan sürede bu seçmenleri daha çoook kızdıracak.
Üç : Tüm bunların sonunda oy dengesi ne olur? Geri adım atarsan, sana karşı olan kitleden oy kazanamazsın, üstelik kendi tabanındaki karizman da zarar görür. “İşte demokrasi, işte halkına kulak veren lider” falan diye maskelerler ama bilinçaltında faça yersin. Bu karizmayı kaybetmek demek, yarın Köşk yolunda Abdullah Gül’e ve senden sonra başlayacak Genel Başkanlık - Başbakanlık mücadelesinde rakiplerine karşı yara almak demek. Üstelik cemaati de unutma. Bana kalırsa en büyük rakip de o... Milyonların gözünde “manevi” bir lider olan Fethullah Gülen’e karşı tutunacağın tek dal “maddi, somut, elle tutulur, hissedilir” lider olabilmek. Zıtlaşırsan, tam tersi olur, öbür oylar zaten yok, kendi tabanını elinde tutarsın en azından.
Bakın, bunlar en basit, dünyadaki her siyasetçinin ilk cevap arayacağı sorulardır.
Sözün özü, Başbakan çok yalın bir oy denklemi gözetmiş ve adımlarını buna göre atmıştır. Böylece iki uca doğru radikalleştirdiği kutuplardan, kendi tarafında olanların bağlılığını daha da arttırmış oldu. Yani bloklardan biri, çok daha net hale geldi.
Sandığa bakarsak, öbür blokta “Tayyip Erdoğan’a karşı olmak” konusunda sarsılmaz bir fikir birliği varken, aynısını seçmen davranışını yönünden söyleyemeyiz. Meydanda hiç olmayan MHP’nin yanı sıra ülke gündemindeki tüm olaylardan olduğu gibi bundan da oy kazanacağı yerde oy kaybederek çıkmayı başaran ana muhalefet partisi CHP, seçimlere yine bağımsız girmeleri halinde oy kaygısı olmayacak BDP ve barajın altında kalacağı kesin olan diğer partilerin oluşturduğu harmoniye, apolitik, hiç bir partiye oy vermeyen seçmenleri de ekleyin. Denge değişmeyecektir.
Denge değişmeyecek ve bu Başbakan Erdoğan için fazlasıyla “yeterli” bir tablo oluşturacaktır.
“Büyük komplolar, ciddi kararlar aramayacaksın. Kendinde güç vehmeden bir budala kadar tehlikelisi yoktur." - Sevan Nişanyan