Patlamaya Utanan Bomba…
Elinde patlamaya hazır bir bomba var adamın. Ve bomba patlatmaya hazır bir adamın ellerinde
Maalesef, eski yazımı yeniymiş gibi yayınlıyorum.
Aşağıda okuyacağınız yazı eski. Maalesef yeni bir yazı yazamadım. 3 Ağustos 2008’de Zaman’da yayınlanmış bu yazıdan daha iyisini haber7.com’daki köşemde yazmak isterdim. Elimden gelmedi. Yazık ki bugünlerde bundan daha iyi yazı yazacak mecalim yok. Yine yazık ki yazı eski ama hâlâ güncel. Yazık ki yazı eskimedi. Eskiyemedi.
Yazıyı Güngören’de çöp kutusunda patlayan bomba ile (evet, bomba ile!) empati kurarak yazmıştım. Bugünlerde de can çekişen genç kızların üzerine atılan el bombaları ve Kumru Sokak’ta ortalığa rastgele savrulan kızgın çiviler benden empati bekliyor. Masum insanları vahşice parçalayan o bombaların tarafına geçinçe, asıl “bomba” çıkıyor ortaya. İnsafsız tehditlerin ve vicdansız infazların kaynağı olan “şüpheli paket”lerle empati yapınca, “şüphesiz paket”leri buluyorsunuz hemen. Asıl “bomba” insan. Şüphesiz, “şüphesiz paket” yine insan! Ama nasıl insan!
Sözün özü; aşağıda hiç eskimeyecek bir yazı var. Dehşetli bir “son dakika” haberi olarak okuyabilirsiniz yazıyı. Yüzlerce kurşunla yaraladıkları savunmasız genç kızların üzerine can çekişirken bile el bombası atabilenlerin, kime nasıl saplanacağını bile hesap etmeden sokağa park ettiği bombalı aracın LPG’sine paslı çiviler sokabilenlerin üç yıldır aramızda insan”mış gibi” yaşadığının habercisi bu yazı.
Buruk da olsa bir hatıra olarak geride bırakamadığımız bu yazıyı, ümidim o ki, bir daha yayınlamak zorunda kalmayayım. Yazı, aynı zamanda, zamanı “geriye doğru okuma” egzersizidir; dikkat.
***
Patlamaya utanan bomba...
Hepimizin yerine ölenlere rahmet duasıyla...
Hüzün akıyor caddenin tam ortasından. Üzgün yüzler düşüyor karanlığın ortasına. Pişmanlıklar sarkıyor pencerelerden. Derken, uzakta siren sesleri duyuluyor. Sesler ateşliyor sanki her şeyi. Bomba gibi. Sokağı bir telaş alıyor. Şaşkınlık içinde sağa sola koşturuyor insanlar. Çocuğunu arayan annelerin sıcacık gözyaşları düşüyor kaldırım taşlarına. Annelerinin elini arıyor ürkmüş çocuklar. Kanlar içinde yere düşen çocuğunun başına eğiliyor bir baba. Babaannesinin ellerinden kopup yere yığılmış bir erkek bir de kız çocuğu cesedi duruyor dondurmacının önünde. Genç bir kadının elinde yeni doğacak bebeği için beğendiği elbise toza çamura bulanmış. Bir cenin ölüsü var ölü bir annenin karnında.
Ambulansların telaşlı ışıkları görünüyor caddenin başında. Yaralıları bırakmaya geliyor ambulanslar. Hastaneden sel halinde yaralılar getiriliyor. Sedyelerden indirilip sokağa, düştükleri yere konuyor kanlar içindeki adamlar, çocuklar, kadınlar.
Balkona koşuyor Şeyma.. Merak dolu iri gözlerini dikiyor telaşın ortasına. Göğsündeki acıyı hissediyor sonra. Kana bulanıyor elbisesi. Nefesi daralıyor. Anlamıyor olup biteni. Yerdeki yaralıların ayağa kalktığını görüyor. Yerden siliniveriyor kan lekeleri. Sağlık görevlileri ambulanslara binip geri dönüyorlar. Uzak köşelerden yeni yeni ayağa kalkanlar görüyor Şeyma.
Çocuklar kanlı elbiselerinin lekesi silinir silinmez kalkıp oynamaya başlıyorlar. Dondurmasını düştüğü yerden geri alıyor bir çocuk. Dudağındaki kan izlerinin yerini vanilya tadı alıyor. Birden rahatlıyor Şeyma. Göğsündeki paslı çivi hızla karanlığa doğru uzaklaşıyor. Her çocuğun hak ettiği sessiz nefesine, o tatlı bakışına yeniden kavuşuyor. Karanlıkta vınlayan çiviyi korkunç bir alev topu emiyor, kendine doğru çekiyor.
Ambulansların hepsi kayboluyor bir anda. Bir köşede belirip giderek küçülen alevin yalazı susturuyor çığlıkların hepsini. Kırık cam parçaları yeniden yapışıyor vitrinlere. Dağılan bedenler toplanıyor bir bir. Canlar bedenlerine geri dönüyor. Bin mucize yaşanıyor sokakta. Sonra...
Sonra, o korkunç patlama sesi duyuluyor. Alevin bir vakum gibi geri çekildiği çöp kutusuna dönüyor sesin yankıları. Duvarlardan siliyor izlerini. Geriye doğru patlıyor bomba. İnsafsız metallerini geri topluyor masum insan yüzlerinden. Dağıttığı dehşeti bir anda yutuveriyor. Uslanıyor. Sessizce çekiliyor yuvasına. Utanırcasına patladığına, yerin dibine giriyor. Çöp tenekesine doğru büzüşüyor.
Gürültü sanki hakemin düdüğü gibi, koşturmayı bitiriyor, çığlıkları kesiyor. Hatıraları siliyor. Herkes bir anda unutuyor olan biteni. Ne korku kalıyor gözlerde ne de yürekleri parçalayan isyanlar. Telaşlı, neşeli, hüzünlü insan mırıltıları var artık sokakta. Satıcılar yeniden yerlerine geçiyor. Para üstleri denkleştiriliyor. Çocuk cıvıltıları çoğalıyor. Adımlar kaygısız. Huzurla yürüyor insanlar. Şeyma balkondan odasına dönüyor. Minicik kalbi umutla atmaya devam ediyor. Dedeler hiçbir şey olmamış gibi torunlarını gezdiriyor. Genç bir kadın doğacak bebeğine elbise beğeniyor.
Ne yaralı var ne ölü. Ne üzüntü var ne telaş. Bomba kimseye zerrece zarar vermiyor. Kimse bombanın kendine zarar vermediğini bile hatırlamıyor. Bir bombanın varlığından bile habersiz hale geliyor. “Başkalarını” öldüren bombalar kalıyor akıllarında sadece. “Başkalarına” patlayan “başka” bombalar...
Kimsenin tanımadığı bir adam yaklaşıyor çöp kutusuna. Herkesin unuttuğu bombayı bir o hatırlıyor. Kimsenin ummadığı o korkunç telaşı, kimsenin hak etmediği o tanımsız acıları, kimsenin hesap etmediği o insafsız ölümleri bir tek o hesaplıyor. Yarım bırakılmış çocuk gülüşlerini, kanlara boyanmış kız çocuğu saçlarını, bir ömür evladına hasret baba hüzünlerini sadece o taşıyor caddenin ortasına. Bombaya uzanıyor elleri. Geri alıyor çöp kutusundan. Dondurma yalayan çocukların arasından, torunlarını seven büyükannelerin yanından geçip karanlığa doğru çekiliyor. Herkes gibi bombacı da geri geri yürüyor.
Bomba ve adam karanlık bir köşede baş başa kalıyor. Elinde patlamaya hazır bir bomba var adamın. Ve bomba patlatmaya hazır bir adamın ellerinde. İkisi de korkuyor. Şükür ki, geriye doğru sarıyor zaman.
Bombanın düzeneğini ustaca bozuyor adam. Bombayı parçalara ayırıyor. Kesici metal parçaları uzaklaşıyor adamın ellerinden. Bombasız kala kalıyor adam. Göğsünde ne zamandır atan kalbinin kıpırtısını fark ediyor. Bir annenin müşfik bakışlarıyla büyümüş göz bebeklerini süzüyor aynada. Avuçlarının boşluğunda bir yetimin saçlarını okşayacak şefkati arıyor. Parmak uçlarında bir yaralıya deva olacak yumuşak dokunuşu bulmaya çalışıyor. Nafile! Boşlukta çırpınıyor. Ruhunu arıyor et kemik yığınının arasında. Çılgın bir niyetin parçaladığı kalbinin bıraktığı boşluğa daldırıyor ellerini. İnsafsız nefretlerin körelttiği gözlerini arıyor insana ait olmaktan çıkmış yüzünde.
Derken ileriye doğru sarıyoruz bandı. Adamın parmak uçlarında buluyor kendini birden bomba. Bomba korkuyor adamdan. Düzeneği kuruldukça, şarapnel parçaları utanıyor varlıklarından. Bomba dışına doğru patlamaya hazırlandıkça, adam içine doğru patlıyor.
İnfilak ediyor adam. Adamdan geriye ne affa layık insaf kırıntısı ne çocuk gülüşleriyle uyanacak şefkat artığı kalıyor. Bombanın elinde patlıyor adam...
Şimdi, ebediyyen ağlayanı olmayacak, asla acınmayacak o “bomba kurbanı”nı arıyoruz hep beraber. Aramızda gezmesine şaşırıyoruz. Aramızdan bombaları utandıracak patlamaya hazır insanların çıkmasıyla utanıyoruz. Ve ne yazık ki “Yeni bombalar yeni ‘insan’ ellerinde utana sıkıla patlamaya hazırlanmıyordur artık” diyemiyoruz.