Para ve Okul
Anne, evlerde temizlikte
Baba, bir inşaat işçisi
Çocuklar okuyor
zorunda. Çok da zeki. Pantolon, ceket, gömlek lazım.
Küçük ilköğretimde. Katkı payı istiyorlar okuldan.
İleride daha ne kadar bağış, karne parası istenecek bilinmiyor.
Üst-baş, defter-kitap, kalem-silgi giderleri cabası.
Bir de büyük üniversite sınavlarına girecek olsa… Yandı gülüm keten helva.
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama şöyle diyordu o yazıda “Özgür, yaratıcı, eleştirel vatandaşlar yetiştiren bir eğitim süreci, ancak piyasanın acımasız koşulları dışında kalınarak başarılabilir.” Oysa Türkiye kamu hizmetlerini parayla alınır satılır olmaktan çıkarmak yerine, birer meta durumuna sokmuştur. Eğitim gitgide parasızlaşacağına, artık tıpkı sağlık gibi ticaret ve kazanç konusu durumuna getirilmiştir.
Parayı veren eğitimi görür.
Daha çok veren daha çok ve daha güzel eğitim görür.
Böyle toplum mu olur? Böyle eğitim sistemi mi olur?
Oysa eğitimin özel kesim tarafından gerçekleşmesi sınırlı kaynakların adil olmayan dağıtımına daha da hız verecek, devletin eğitime, özellikle orta ve yüksek öğrenime yaptığı harcamalardan daha çok toplumun üst gelir grubu yararlanmış olacak. Yukarıda örneklediğim ailenin çocukları ise cahil bırakılmış olacak böylece. Zira devlet artık kendi okullarında öğrenciyi ve veliyi zora sokarken, özel okullara teşvik veriyor.
Konu oldukça ciddidir. Çünkü zamanında uygulanan karma ekonominin sonuçları ile aynı model ulusal eğitimde uygulanınca ortaya çıkacak sonuçlar aynı olacaktır. Karma ekonomi modeli, temel altyapıyı devlet eliyle oluşturma ve özeldeki girişimci sermaye eksikliğini geçici olarak karşılama amacını gütmekteydi. Ayrıca, kamu girişimciliğinin uzun vadeli stratejik planlama açısından sağladığı üstünlük ile özel girişimciliğin dinamizmini bir araya getirme gibi iki yanlı bir yararı da vardı karma ekonominin. Bu ölçütler içinde tutulduğunda yine de vardır. Ama uygulamada bununla yetinilmedi. Model, yeni gelişen bir sınıfa dolaylı yollardan sermaye aktarmak için bilinçli olarak kullanılmaya başlandı. Yalnız sermaye transferi mi? Yetersiz ücret politikaları yüzünden, kamu kesiminin iyi yetişmiş elemanları özel kesime kaçırılmadı mı?
Şimdi eğitimdeki kamu kesimi yanında, çocuklarını iyi okutmak için her türlü özveriyi göze alan insanların paralarıyla büyüyen bir özel kesim var. Devlet okullarındaki eğitim her geçen gün daha da kötüye gidiyor tabii bu durumda. Hatta öyle bir hale geldi ki artık temel eğitim bile özel okullara kaymaya başladı.
Temel eğitim, her şeyden önce insan olmayı öğretmek demektir. Öbür insanlara insan gibi davranan, aklını kullanıp doğru düşünmeyi bilen, cennet rüyası ya da cehennem korkusu olmadan iyiyle kötüyü ayırt eden bir insan olmayı öğretir. Temel eğitim, aynı zamanda vatandaş olmayı ve bunun gereklerini öğretir. Halkı seven, başkalarına karşı şovenist davranmadan kendi ulusunun haklarını savunabilen, doğal çevresini koruyan bir vatandaş olmanın yollarını öğretir. Belki de bunlar yüzünden yıpratılıyor eğitim. Her vatandaşa eşit ulaşılamaz hale getiriliyor. Halk cahil kalsın ve sürünün bir parçası olsun, doğruyu yanlışı bilmesin ve istediğimiz gibi güdelim istedikleri için.
Eğitim giderek yozlaştırılıyor.
Paralı hale getiriliyor.
Artık sadece varlıklı insanların alabileceği bir hizmet haline getiriliyor.
Oysa eğitim her vatandaşın hakkındır. Her vatandaş bundan eşit şekilde faydalanmalıdır.
Bu anlamda yapılması gereken, sağlam bir vergi politikasıyla kamunun olanaklarını arttırıp artan olanakların önemli bir kesiminin bilinçli bir şekilde ulusal eğitime aktarmak, bütünüyle eşitlikçi ve nitelikli bir ulusal eğitim sistemi yaratmaktır. Ulusal eğitim sorunu bir an önce çözülmeli, eğitimde özelleşmenin önü alınmalıdır.
Yetişkin dünyasıyla çocuk dünyası farklı olmuştur her zaman. Öğretilmemişlikler, kirletilmemişlikler var dünyalarında çocukların. Doğaya daha yakın, her anlamda çıplaklığa daha alışkın, hin düşüncelere yabancı ve sürekli şaşkın, sürekli gülen! Doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmayan… Evet belki de kilit cümle bu: “Doğal ihtiyaçların dışına çıkmamak” Çünkü insanoğlu doğal ihtiyaçlarının dışına çıkmaya başladığında bozuldu her şey.
Umut demektir çocuk. Geleceğin güvencesidir. Geleceğe ve yarına bizi bağlayan şeydir. Her şeyden umut kesmişken ve karamsarken bile çocuğumuzun yaşayacağı günler hatırına devam ederiz yaşama. Daha bir diş ile tırnak ile tutunuruz yaşama! Bizi hayata bağlayandır çocuklar çocuklarımız. Ya onlar gittiğinde?
Tüm kültürler ve uygarlıklar çocuğu korur hep. Toplumda cinsiyetçiliği bile uygulatsa çocuk kutsaldır. Törenleri, kutlamaları, hediyeleri çoktur… Hatta mezarları bile ayrıdır çocukların. Yetişkinlerin yanında defnedilmez, “Allah’ın erken aldıkları!”
Bazen de, bazıları tarafından ne umutlu yarınlarımız, ne kültürümüzde çocuklara tanıdığımız kutsallık tanınmaz. Öldürüverirler çocukları! Teker teker… Gün gün… Birer ikişer üçer beşer çocuk öldürmeye başlarlar önce. Ya savaşta “yasal mermilerle”, ya doğal felaketlerde ihmaller zincirinde, ya da eksik bıraktığımız her bir hayatta ölür çocuklarımız.
Şimdilerde kirli bir savaş nedeniyle ölüyor çocuklarımız. Sokaklarca dolu iken çocuklar, savaş eksiltiyor teker teker onları. Ve adı da “terörle savaş” oluyor çocuk öldürmenin!
Ne kadar ucuzlatmışız hayatı, farkında mısınız? Bir cana son vermek ne kadar kolay! “Yaşamak zor, ölmek kolay bu topraklarda!”
Çocuklarımızı ayrı gömecek kadar kıyamazken onlara, ne oldu da kurban ediyoruz yaptıklarımıza?
Savaşta; dağda veya asker ocağında çocuğunu kaybeden “baba”dır artık yetim.
“Öksüz” sözcüğünü de “Annesi ölen çocuk” diye tanımlar sözlükler. Oysa son otuz yıllık bu kirli savaş, bu sözcüğü de anlamını da değiştirdi. Zira artık annesi ölen çocuk değil, çocuğu savaşta ölen annedir.
Kirli savaşlarda ölenlere ‘Şehit’ deniliyor. Yıllardır “Şehitler Ölmez!” sloganı hem Kürtçe hem Türkçe eksik olmadı bu toprakların göğünde. Her ölen anonimleştirildiği ve yüceltildiği ölçüde ölümsüzleştirildi. Ölümsüzleştirildikçe insan olmaktan uzaklaştırıldı. İnsan olmaktan uzaklaştırıldıkça sağlıklı bir şekilde “yas”ı tutulamadı.
“Şehitler ölmez” diye yükselen ses, aynı zamanda bir yasın tutulmasına da yasak koydu. Gerçek inkâr edildi, iç muhalefet bastırıldı. Ama hep acımızı yüreğimize gömerek bildik ki toprağa inen her can gibi onlarda öldü. Şahit olanlar “Şehitler ölür!” dedi hep bir ağızdan.
Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Ölüleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor. Nereye kadar bu siyaset? ‘Barış’ istiyoruz. Çocuklarımız ölmesin istiyoruz. Masallar Can Yücel’in dediği gibi sadece ‘Bir varmış’ ile başlasın. ‘Bir yokmuş’ sözü kullanılmasın artık. İçimiz çok acıyor çok …