Özümüzün Gerçek Doğası
Tanrı “sat, chit, ananda vigraha”dır. Yani O, sonsuz, ebedi, sınırsız (SAT); bilgili, her şeyi bilen ve bilinçli (CHIT) ve mutluluk ve vecd doludur (ANANDA).
Bizler de Tanrı’nın bir parçası olduğumuzdan dolayı, Onun bu özelliklerini taşıyoruz. Özümüzün gerçek doğasını bilmek, hayatımızdaki birçok çelişkiyi de yok edecektir. Bu nedenle bugünkü yazımda, ruhun (ben) ilk özelliğine değinmek istiyorum.
Kafese hapsolmuş bir kuş düşünün. Sürekli içinde bulunduğu kafese bakan bu kuş, bir süre sonra kendisini kafes olarak görmeye başlar. Kafesin kapısı açıldığında bile, uçmaya hazır bir kuş olduğunu unutur. Bizler de tıpkı bu kuşa benziyoruz. Hepimiz özümüzün gerçek doğasını unuttuk ve kendimizi içinde yaşadığımız kafes/beden olarak görmeye başladık. Kalıplaşmış yargılar ile dolu kafamız: Ben bir kadınım, erkeğim, Türküm, doktorum, Müslümanım, kültürlüm budur, böyle düşünüyorum, bunları seviyor, şunlardan hoşlanmıyorum, bence böyledir, bu grubun üyesiyim ve bağlılıklarım şunlardır vb. Halbuki gerçek doğamız buna benzer tüm yargıların ötesindedir. Çünkü,
RUH (BEN) EBEDİDİR (SAT)
Ruh sat’tır, yani “ben” ölümsüz ve ebedidir. Bizler de, Ruh’un özelliğinden dolayı ölümsüz olduğumuzdan, sonsuz, yok olmayan, ebedi olan şeyleri severiz. Gündelik yaşantınıza bir bakın. Bu dünyada geçici bir arabaya, işe, eve, eşe veya çocuğa vb. sahip olmak isteyen birilerine gösterebilir misiniz? Hayır. Kim geçici bir iş ister ki? Ya da niye herkes kirada oturmak yerine ev satın almaya çalışıyor? Kim arabasına geçici olarak sahip olmak ister? Kim geçici, kaybolan, sürekliliği olmayan şeylere sahip olmak ister? Hiç kimse. Herkes kalıcı olanın, hatta kalıcılığın peşindedir. Kirada oturmayayım, kendi evim olsun. Kendime ait bir araba istiyorum. Sürekli bir gelirim olsun. Tüm bunlar neyin işareti? “SAT” özelliğinin, yani sonsuzluğun işaretidir. İçten gelen, ben’den gelen özelliktir.
Bu özelliğimizle ilgili başka bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Her an birilerinin öldüğünü duymamıza ya da görmemize rağmen, yine de bir süre sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşantımıza geri döneriz. Kaybettiğimiz kişinin yakınlığı ile doğru orantılı olarak yas tutarız. Zaman geçer, kendimizi hayatımıza aynen devam ederken buluruz. Ölümün sadece diğerleri için geçerli olduğunu düşünür, asla ölmeyecekmişiz gibi davranırız. Bir sonraki anı görecek kadar yaşayıp yaşamayacağınızın garantisi yokken, durmadan gelecek için planlar kurarız. Bu ise, içsel olarak, ölümsüz varlıklar olduğumuzun başka bir kanıtıdır. Bu iki örnekte olduğu gibi, ebedi ruh (ben) ve sonlu bedenin bir araya gelmesinden kaynaklanan, daha birçok çelişki yaşamaktayız. Bir başka örnek ise; ruhun sonsuz olduğundan dolayı, her zaman genç kalması ile ilgilidir; yani ruh yaşlanmaz. Bu özelliğinden dolayı da kimse yaşlılığı sevmez. Fakat sahip olduğumuz bu beden, zamanla yaşlanır. Genç iken, bu durum hiçbir problem teşkil etmez, çünkü iç (ruh) gençtir, dış (beden) da gençtir. İç ve dışımız uyumlu olması çelişkiyi önler. Fakat beden yaşlanmaya başladığında, artık eski performansını sergileyemez hale gelir. Tüm fiziksel ve zihinsel güçleri yavaş yavaş yok olmaya başladığında ise, her şey değişir. Sizce neden belirli bir yaştan sonra herkes kendisinden genç kişilerle birlikte olmak ister? Çünkü içimiz bedenimiz gibi yaşlanmaz, genç kalır. İçsel olarak hiç kimse kendisini yaşlı görmez. Bu nedenle gençlerin peşinde koşar.
Belli bir yaşın üzerindeki birçok kişinin odak noktası formda olmak ve genç kalmaktır. Estetik ameliyatlar, botokslar, fiziksel hareketler, spor, sosyal faaliyetler, arkadaşlıklar… Tüm bu etkinliklerin özünde deneyimlediğimiz iç/dış çelişkisini azaltmak vardır. Genç kalma isteğinin nedeni içimizin (ruh) her zaman genç olmasıdır. Bu da ölümsüz olduğumuzun başka bir kanıtıdır. Her ne kadar bedenimiz yaşlansa da, ruhun varlığına bağlı olarak, içsel anlamda her zaman kendimizi genç ve ölümsüz hissederiz. Bu nedenle 90 yaşında birinin evlenmek istemesi aslında sizi şaşırtmamalıdır. ‘Yaşından başından utan’, gibi sitemler ve sözler ancak kendi gerçeğini bilmeyen kişiler tarafından sarf edilebilir.
Bu yazımda Ruhun ilk özelliği olan “Sat” kavramından bahsederken, ruhun bu özelliğinin gündelik hayatımızda kendini nasıl gösterdiği üzerinde durdum. Gelecek yazımda ise, gerçek kimliğimizin (ruhun, ben’in) ikinci özelliği ile devam edeceğim.