Özgürlük Anıtı Bizim, Geri İsteyelim
Amerika seyahatimde beni en çok şaşırtan, Özgürlük Heykeli’nin boyutu oldu. Filmlerde o denli devasa yansıtıyorlar ki çok ama çok heybetli bir yapı...Bu gün yine ışıl ışıl bir New York sabahına uyandım. Dün helak vuku bulmadı çok şükür, bu güne Allah Kerim modundayım. Türk usulü bir kahvaltı, yine Türk usulü yol azığı hazır, artık dışarı çıkalım.
New York’taki apartmanlar her kat üzeri fazlaca daireden oluşmakta. Tahmin edeceğiniz gibi komşuluk yok denecek düzeyde. Ama romantik komedilerinde aile, arkadaş, fedakârlık, vefa gırla derseniz şöyle söyleyeyim: Bir ürün neyi ısrarla savunuyorsa, o ürünün en zayıf yönüdür aslında.
Anlamadım Örnek Ver!
Omega bilmem kaç, kalp dostu diyorsa kalbin bir numaralı düşmanıdır. Yüksek emiş gücü diyorsa, ortalığı su götürecek demektir. Amerikan filmlerinde zayıf, fit, güzeller güzeli insanlardan ben emare dahi göremedim. Amerikan filmlerinde bir tek gerçek olanı vardı, o da “Siluetler” filmi. Orada obez, kendini salmış halkın kendini nasıl farklı gösterdiklerinin resmedilişi vardı. Demek ki neymiş, her söylenene inanmak “size bir fasık haber getirdiğinde araştırın” ayetine riayet etmemek olurmuş. İçinizde Amerika’dan daha iyi bir fasık topluluk bilen varsa, mahallenize en yakın sivil toplum kuruluşuna bildirsin lütfen.
Amerika Özgürlük Anıtının Rayicini Borcumuzdan Düşsün
New York' dendiği zaman, çoğumuzun hatırına ilk önce Manhattan'daki gökdelenler ve şehrin hemen önündeki adada yükselen, kaidesiyle beraber tam 93 metrelik 'Özgürlük Heykeli' gelir. 1880'li senelerde Fransa'da yapılan Özgürlük Heykeli'nin masraflarının büyük kısmının bizden çıktığını, projesinin New York'a değil, o yıllarda Türk toprağı olan Mısır'a dikilmek üzere hazırlandığını ve son anda yaşanan bir talihsizlik neticesinde Amerika'ya gittiğini bilir misiniz? İşte, kaçırılan bu fırsatın kısa öyküsü:
Heykel, 19. yüzyılın ortalarında Türk toprağı olan Mısır'a dikilmesi maksadıyla Fransızlar tarafından hazırlanmış ama sonradan yaşanan bazı şanssızlıklar yüzünden Mısır yerine Amerika yolunu tutmuş. İşin daha da garip tarafı, heykelin masraflarının, zamanın hükümdarı Sultan Abdülaziz tarafından bizzat ödenmiş olması.
Kanal'ın Akdeniz'e açıldığı yere dev bir heykel dikilecekti. Heykel, firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklinde olacak ve elinde 'Asya'nın ışığının Mısır'dan geldiğini' sembolize eden bir meşale tutacaktı. Ama Said Paşa'dan sonra Mısır'ın başına geçen İsmail Paşa, Müslüman bir memlekette böylesine büyük bir heykelin dikilmesinin halk arasında hoşnutsuzluk yaratacağını düşündü ve mühendis Ferdinand de Lesseps'e, heykelin Mısır'a getirilmemesi talimatını verdi. Fransız Hükümeti o dönem dost olabilmek için yağ bal çektiği Amerika’ya heykeli hediye etti. New York'un hemen girişinde bulunan ufak adalardan birine yerleştirdi.
Medium Güzeldir, Orta Yolu Koruyalım Lütfen
Özgürlük anıtına gitmek için birkaç alternatif sunuluyor. Sürat teknesi ile adrenalin tadında bir deneyim akabinde adaya varış, helikopterle önce kuş bakışı seyir, akabinde adaya iniş ama en güzeli benim tercihim feribota biniş. Neden? Çünkü verilebilecek makul fiyat paritesi feribotu işaret etmekte. Vasatı koruyalım, ulaşamayacağımız şıkların önünde bekleme yapmayalım mümkünse…
Feribot kuyruğu Manhattan’ı çevreliyor neredeyse. Beni öldürsen o kadar bekleyemem. Biraz gezip öyle gidelim diyorum. Wall Street turu yapıp geri dönüyorum ki kuyruk bitmiş. Anlamadığım bu kadar insan nasıl bekliyor, bıkmadan usanmadan, gidelim sonra geliriz neden demiyor? Ben mi sabırsızım, onların mı vakti bol anlamadım.
Özgürlük Adasında Bir Numara Göremeyen Ben...
Adaya varıyoruz. Kafeler, hediyelik eşya satış bölümü, heykelin etrafında yürüyüş parkuru, 19.yy’ın ambiyansı tadında materyaller, yeşilliğe uzanmış dinlenen turistler, çocuklar, martılar, frizbiler…
Amerika seyahatimde beni en çok şaşırtan, Özgürlük Heykeli’nin boyutu oldu. Filmlerde o denli devasa yansıtıyorlar ki çok ama çok heybetli bir yapı, bakmak için boyun fıtığı olmayı göze alacağım zannederken yanıldığımı anlıyorum. Kaidesi hariç 45 metre civarı. Merdivenlerle tepesine kadar çıkıp, sana dün bir tepeden baktım aziz Manhattan şiiri tutturabiliyorsunuz.
Aslında Amerika’nın genel siyasi sistematiği bu temel üzerine oturtulmuş durumda. Göz boyama, kendini olduğundan büyük, heybetli, güçlü ve kararlı gösterme. “İkiz kuleleri ben devirdim, kendi insanımı bile ancak ben katlederim, gerisini varın siz hesap edin” diyor. Neticede öküz altında buzağı, her taşın altında Amerika arama paradigması kanımıza işliyor.
Yaşasın Gezerken Kayboldum
Kitabım çıktıktan sonra gitmeme rağmen, hayatımda en büyük kaybolma deneyimini Amerika’da yaşadım. Gözü kara yapım, sonunu düşünen kahraman olamaz mantalitem beni yine dürtüklüyor, limana yanaşan New York gemisi yerine New Jersey gemisine biniyorum. “Orayı da görürüz fena mı işte diyorum.” Ben nereden bileyim arada okyanus varmış, Manhattan adasına 2 tünel ve 1 asma köprüyle bağlanırmış.
Ben Ettim Siz Etmeyin
Uyarı niteliğinde deklare ettiğim ithamım odur ki, okuduktan sonra yörenizde dahi denemeyiniz. Bakalım ora nasıl bir yer deyip, binip bir alamete kıyamet dolu dakikalara gark olmayınız.
Limana yanaşıyoruz nihayetinde. Burası şehrin oldukça dingin bir bölgesi. Yat limanı da aynı zamanda. Etrafta eskiden kalma bir de tren istasyonu var. Bir sokak satıcısına “Buradan Brooklyn’e nasıl gidilir?” diye soruyorum. Epey düşünüyor ve bana bir yol haritası dahi sunamıyor. O an, işte o an yaptığım büyük hatanın farkına varıyorum. Ve şöyle soruyorum kendime: “Be kadın! Madem Brooklyn’e gidecektin, New Jersey’e ne diye geldin?”
Kıssadan Hisse İle Ana Fikir Tadında Son Sözler
Aristo “Zapt ettiğim topraklardaki insanları tahakküm altında tutabilmek için neler yapmalıyım?" diye soran Büyük İskender’e şu yanıtı verir: "İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini kabul ettireceksin ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın..."
Yolları Amerika tıkıyor lakin olay mahallinde kaybolunca tıkanan, yutkunan, afakanları baskından baskına koşan hep ben oluyorum.