Özgürlüğün Simgesidir, “Kelebekler”
Bir resim çiziyorum, kanatları kırılan kimsesizliğin duygusallığıyla bir duvar kenarına yorulan bedeniyle kıvrılan bir kelebeğin resmini. Kısacık lahzalarına birçok ayrıntıyı sığdıran minicik bir ruhun, içinde kopan fırtınaların rengini bir ressamın her fırçaya dokunuşunda mum gibi eridiği ve erittiği bir tabloda olmak isteyen kelebeğin resmini çizmek istiyorum.
Hani vardır ya bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar. Bir sevda ülkesinde kahramanlarını sadece çiçeklerin ve böceklerin; yaprağın ve ağaçların; göllerin ve küçücük derelerin; mavinin ve kahverenginin olduğu bir ülkenin sakinlerini anlatmak istiyorum size. İnsanoğlunun olmadığı bir yerden bahsetmek istiyorum.
“Kanatlarına çocukça hayaller değdiren yüreğim
Uçmak ister misin? Bilmediğin diyarlara
Güneşin tebessümlerinde kahkahalar atarcasına
Çoşmak ister misin? Gökyüzünde mavice,
Bulutların arasında kayboluşta.” AYSUNGÜL
Bir zamanlar sevgi ülkesinin, yüzü gülmeye doğru açılan kapılarının ardında, kahkahalarla yaşayan, canlıların yaşadığı bir memleket varmış. Bu topraklarda yaşayanların tek gerçeği sevgiymiş. Tüm canlılar birbirlerine çıkarsız, ama-deymişler aşk adına. Âşık olmak bir meziyet değil, yaşam tarzıymış onlar için. Mutluluk şarkıları söyler, dans ederlermiş bu memleketin her ücrasında.
Elvedalar olmazmış asla! Asla olan aslalar yokmuş!
Keşkeler gizli bir mabette saklanır, kendilerine yer bulurlarmış, yaşadıkları hayatın kıvrımlarında, bulutların gözleri sadece toprağın tenine değmek istediğinde, ağlar ve
kendinden geçermiş. Yağmurun gölgesinde; serinliğine kavuşurmuş nazlı gelincikler, aşk kokan güller, sevgi pıtıcığı papatyalar ve kır çiçekleri.
“Uçurtmamı istiyorum hatıralarda kalan
Masalların konforlu sayfalarında gezindikçe düşlediğim
Rapunzel’i, Külkedisini ve Hansel ve Grateli bekliyorum
Tekrar ziyarete gelirler diye beni.
Pencereme konan bir kelebeğin beneklerine
İzlenen masallarımı gözlüyorum
Ellerim başımda uzaklara bakarak” AYSUN GÜL
Kelebeklerin kanatlarını her çırpışında pırıl pırıl sevgi dökülürmüş toprağın nur kokan alengirli bedenine. Bu koca memlekette, hayatından memnun olmayan mora bürünmüş askıya sarılan, “bir kelebek” varmış. Bu memleketin kapıları ardındaki dünyayı merak edermiş. Günden güne bu hevesi onu daha çok bunaltma başlamış. Gülücüklerin eksik olmadığı sevgi ülkesinde, tek gülmeyen canlı olmuş çıkmış, mor atkılı kelebek.
Ve;
Bir gün içindeki o heyecana kapılıp düşmüş yollara, yıllardır beklediği o duman karası hayatın, alaca kaldırımlarına atmış kendini. Gözlerine inanamamış! gördükleri karşısında. Kalabalık bir hengâme içinde, koşturan bir sürü beden. Küçücük başını her çevirdiğinde onu şaşkına çeviren renkleri bulanık taş binalar, durmadan ses çıkarıp gürültü yapan taşıtlar. Aslında anlamda verememiş, bu karmaşaya. Geride dönmek isteyip-te, geriye de dönemiyormuş.
“Başka memleketlerde hüzün değmiş
GÖZLERİNE,
Kimsesiz bir yürüyüşe eklenmiş
DÜŞÜNCELERİYLE,
Tasa-lık hayatında sinsice sinmiş
HİSLERİYLE,
Sevginin görünmeyenine yaklaşmış
DÜŞLERİYLE,
Son vermek adına bir kalemde anılarını silmiş
ELLERİYLE…” AYSUN GÜL
Karmakarışık duygular içinde geçen iki günlük yaşananlardan sonra, artık her şeyi göze alarak, geri dönmeye karar vermiş. Aklından nasıl bir dünya burası, ne çiçek var ne böcek? Olanlar da hayata küskün. “Gülmeyen bir güneş, gökyüzünün rengi neden ebruli bir karartı içinde!” diye, düşünüp durmuş.
“Bazen kırlangıcım göçebe
Bazen karga sesiyle inleyen
Bazen yusufçuk halini dinleten
Bazen arı gibi çiçekleri seyreden
Bazen güvercinim âlemleri devreden
Bazen kelebeğim özgürlüğü hisseden
Yine kelebeğim şiirleri izleten
Ben bir kelebeğim edasıyla bu dünyayı aşk eden.” AYSUN GÜL
Ölüm olmayan memleketine giderken, zamanın ayrıntılarına kapılıp gitmiş, ama “mor askılı kelebeğin” unuttuğu tek şey varmış; oda geri dönüş sürecindeki zaman akışı, zamanın işlemediği memleketinde ölümü bilmeyen kelebek, ne yazık ki! Hevesinin sürüklediği, o karaca bulaması dünyadan dönerken kanatlarının güçsüzleştiğini ve artık zamanının dolduğu fark etmiş.
“Kelebekler”, sevgi ülkesinde yaşarlarmış. Papatyaların, zarif bedenlerine sarılarak.
Yolun sonuna gelen kelebek, ağlamaya başlamış ve sevgi ülkesinin kapılarında girerken, halsiz bedeni üçüncü gününü doldurmuş. Yığılıp kalmış en sevdiği çiçeğin dibine.
Toprağa serilen bedenini, kaldıramamış bir daha. Ağlama bilmeyen tüm arkadaşları, hıçkıra hıçkıra gözyaşı dökmüşler ardında.
Ama bir daha görülmemiş bu ülkeden ne çıkan! ne de farklı bir âlemi hayal eden bir canlı!
“...”