Öz Ağlamayınca, Göz Ağlamazmış!
Ülkemiz bir bataklığa saplanmış çıkamıyordu bir türlü o bedbaht dönemde... Her taraf silah ve kan kokusu içindeydi. Hiç bir yerde can güvenliğimiz yoktu. Haftanın yarısı gelmeden okullar kapanıyordu. Üç-beş gün sonra yine bir olay, yine tatil... Her olay olduğunda babamın annemin 'okulumu bıraktırma telkinleri bitecek gibi değildi...
Başıboş gezme süremiz çok oluyordu böylece ama gezecek alanımız çok kısıtlıydı o yıllarda. Her mahalle bir tarafın bölgesi olmuş, solcusu sağcısı parsellemişti semtleri... Bir yere gitmek için kırk kere düşünmek, cesaret toplamak gerekiyordu.
Bir gün, bir grup arkadaşla okul kantininde günümüzün şartlarını irdeleyen sohbet arasında, sosyal aktivitelerde gözümün kaldığını dile getirdiğimde arkadaşlardan birkaçı: ''bizim mezuniyet gecemizde bir parodi için oyuncu gerekiyor. Senin için küçük bir aktivite olur. Oyunda rol alır mısın? '' demişlerdi de hiç düşünmeden kabul etmiştim bu teklifi.-İçimde ukde kalmasın bari, ben de bir aktiviteye katıldım diyebilmek için - Ah gençlik hayallerim...!
Kabul etmiştim etmesine ama benim en küçük bir deneyimim olmayan bir sahaydı bu. Becerebilecek miyim acaba? derken, arkadaşlarımın ısrarları, telkinleriyle cesaret bularak başlamıştık her gün prova yapmaya...
Çevre okullarda, yurtlarda boş oda veya mekân bulduğumuz yerde rollerimizi defalarca tekrar ediyorduk. Bizi çalıştıran görevli arkadaşın talimatıyla rollerimizi tekrarlamaktan bıkıyordum. Bazen bırakmak geliyordu içimden... “Rol yapmak bana göre değilmiş” diyordum. Hissetmeden bir hareketi, bir duyguyu yansıtmak zor geliyordu. Ama söz vermiştim bir kere ne olursa olsun başarmalıydım.
Ülke gündemine uygun bir konuydu oyunun konusu. Ben bir şehit anasını canlandıracaktım. Dolayısıyla ağlayarak konuşmam gerekiyordu...
Her provada bunun sıkıntısını çekiyordum. “Ben nasıl ağlayacağım? ” diyordum. Sahnede dilim tutulursa, söyleyeceğimi unuturumsam diye diye… provalar... provalar... mezûniyet gecesi gelip çatmıştı.
Program başlamadan saatler öncesinden kuliste beklerken bir taraftan rolümüzü, tekrar ediyorduk… O gün arkadaşlarla öyle hoş neşeli muhabbetlerimiz olmuştu ki, pür neşeydik hepimiz. Özellikle ben durup durup kahkaha atasım geliyordu o gün nedense? Görev sorumluluğunun altında boğulur gibi olan hislerimin bir tepkisiydi sanki... Bazen insanın kanının kaynadığı günler olur ya öyle bir gündeydim işte o gün... Yönetmen abimiz bana sık sık ikaz ediyordu:
-''Kendini ağlamaya hazırla…aklına acıklı şeyler getir..! .'' falan dedikçe benim gülme isteğim artıyordu...
Yanında torunu ve geliniyle birlikte köyünden gelmiş, vali beyin huzuruna çıkarak şehit olan oğlunun hesabını soracak olan bir şehit anasıydım. Ağlayarak konuşmam gerekiyordu. Yaşlı bir kadın kıyafetine girmiştim. Üzerime kahverengi, belden büzgülü bir fistan ve yeşile çalan bir yelek giymiş, başıma da oyalı bir yazma bağlamıştım. Sahne sıramızın gelmesine dakikalar kalmıştı. Heyecanımı bastırmak için koltuğa oturup yeni gelen gazeteleri karıştırmaya başlamıştım.
Gazeteyi elime alır almaz, ilk sayfasında flaş haber olarak, başlıklarda Kahramanmaraş'ta olaylar çıktığını, cadde sokaklarının alev alev yandığını, onlarca ölü ve yaralı olduğunu okuyunca kanım donmuştu birden. Gazete sayfalarını çevirdikçe haberlerin vahameti artıyordu... Olayların Elbistan'a kadar büyüdüğünü hatta uzak akrabamız olan bir milletvekilinin sokak ortasında öldürüldüğünü okuyunca ellerim titremeye başlamıştı. Yüzümde tebessümden eser kalmadığı gibi sahneye henüz çıkmadan gözlerime yaşlar dolmuştu bile...
Sıramızın geldiğini hatırlatan yönetmen ağabeymiz, talimatlarını vererek bizi sahneye gönderdiğinde ben zaten ağlıyordum... Nasıl oynayıp, neler söylediğimi çok fazla hatırlamıyorum. Sahneye ilk çıkışımda yediğim bu şok, rolümü iyi oynamama yaramış olmalı ki, yoğun bir alkış sesi geliyordu seyircilerden. Program sonrası yorumlardan öğrendiğime göre oldukça beğenilmiş ağlama rolüm... Öz ağlamayınca gözün ağlamayacağını o gün anlamıştım.
Ülkemizin alnında kara leke olarak duran o kötü günün ve günlerin ben de bıraktığı anıyı kalemimden kâğıdıma dökerken öğrenciliğimin verdiği tat ile çelişen bir duygu yaşadım, içim acıdı birden... O günler gitsin de bir daha gelmesin ülkemizden ve dünyamızdan... Hatırlanması bile karartıyor günümüzü.