Otorite ve Anarşi: Özgürlük (V)
Ahlak Felsefesin de kuramları sınıflandırırken önümüze iki çeşit ahlak sınıfı ortaya çıkar; 1: Öznel, kişiye göre değişen, her yerde uygulanamayan 2: Nesnel, her yerde geçerliliğini koruyan evrensel ahlak. Evrensel ahlakın savunucuları Sokrates, Eflatun, Kant ve benzerleri, bu gruba tanrısal-dini ilkelere dayalı ahlak kuramlarını da dâhil edebiliriz. İyi nedir? İyilik kişiye göre değişir mi? İyilik ekonomiye mi bağlıdır? Yoksa her yerde uygulanabilen tavizsiz ve esnek bir ahlak kuramı var mıdır? Ahlak Felsefesinin temelini sorgulayan, iyiliği ele alan kuramların önemli kuramlarını ve savunucularını sıralayalım:
Niyetçi (motivist): Bu ahlak kuramının savunucularından Kant “İyi, iyi niyete bağlıdır” der. Kant’a göre sonuç değil niyet önemlidir. Niyetin “iyi” ise yaptığında “iyi”dir. Bu ahlak kuramı soyut olup “bir şeyi yapmak için yapmaktır”.
Doğacı (naturalictie): doğaya uygun hareket etmek. Yine bu kuramın tersi olan Doğacı Olmayan (non- naturalictie) Toplumu göz önüne almadan hareket etmek zararlıdır. Üstelik bu kuram tamamıyla içgüdüye göre hareket etmektir diyebiliriz.
Faydacı (utiralizm): Bireyin isteğine bağlı hareketle “iyi” tarif edilir. Hobbes “ben bunu istiyorum” cümlesiyle öznel ahlakı ister. Kuram öznel olup “ben, benim için varım, kimse beni bağlamaz” temeli üzerinde olup egoisttir. Benzer bir ahlak kuramı ise Duygucu (emotionis) ahlaktır.
Sonuççu (conse guence the aries): Sonuççu ahlakı Epikuros’un şu sözüyle özetleyebiliriz: “iyi eylem hazdır, kötü eylem acı vericidir”. Epikuros doğa görüşleri konusunda başarılı bir bilge iken ahlak konusunda “birkaç arkadaşını” düşünen, topluma kayıtsız kalan ahlak kuramıyla üzücü durumu sergiler. Yalan söylemek haz veriyorsa, adam öldürmek haz veriyorsa; yapmak bu ahlak kuramına göre doğru olmalıdır. Satanistçe olan bu ahlakın “haz” bireysel “zevk”i ön planda tutma arzusu, öznel bir kuramdır.
Ödevci (deotologial): W.D.Ross, Aristoteles bu kuramın temsilcileridir. Kuramın temelinde sözün eri olmak, verdiği sözü takip etmek vardır. Aristoteles “söz tutmak iyidir” diyerek “iyi”nin sözde gizli olduğunu söyler. Hayat çelişkili ve sürprizlerle dolu olduğu için bu kuramda evrensel olamaz. Ancak evrensel ahlak listesinde gösterilir.
Tanrısal Ahlak: Genelde tüm dinler özelde “İbrahim’i Dinler”in kabul ettiği bu ahlak kuramı geleneksel ahlak olarak da anlaşılabilir. Tanrıdan gelen emirlere uymak “iyi” yapma dediklerini yapmak ise “kötü” olarak tarif edilir. “Yalan Söyleme” bu bir emirdir. Bir yuvanın dağılması, toplumun fesada uğraması halinde bile “yalan söylememek” ve bunun doğuracağı felaketleri göz göre-göre yalan söylememek iyi olamaz. Bu takdirde “üç yerde yalan söylenebilir” şartı veya başka şartların sıralanması bu ahlak kuramını zedeler. Yalanın kendisi kötü ise her yerde kötü olmalıdır.
Gördüğünüz gibi tarih boyunca dinlerde, felsefelerde ve toplum arasında uygulanan öznel, nesnel, geleneksel tüm ahlak kuramları zamana, zemine, duruma göre askıya alınabiliyor. Aynı şekilde bazı ahlak kuramları “kişinin faydası”nı savunurken, bazı ahlak kuramları ise “kişinin bütün durumunu gözden çıkarır”.
Peki, o zaman; İyilik nedir? İyi olan her durumda nasıl tespit edilir? Tanırdan gelen emirler mi iyilik belirlenir? Yoksa kişisinin faydaları mı, istekler mi, hazlar mı, emirler mi, buyruklar mı, otoriteler mi yoksa başka bir ilke mi? Savunulan bütün ahlak kuramları, gelenekler; ya “öz” itibarıyla ya da “sonuç” itibarıyla sakat olduğunu hepimiz görüyoruz.
İnsanlığa nasıl bir ahlak kuramı gerekir?
1: Bütün eylemleri belirleyen rasyonel, pratik bir ahlak kuramı olmalıdır.
2: Uygulanan ahlak ilkesi her yerde aynı yaptırım mantığına sahip olmalıdır. Ki iyilik ile kötülük belli olsun. Evrensel, her insan için aynı yaptırıma sahip olmalı ki; keyfi çıkarımlar söz konusu olmasın. Ve toplum “keyfi” değil bir ussal kaynağa göre kınamaları-takdirleri vermelidir.
3: Ortaya konan ilke başka bir ahlak ilkesini kaldırmamalıdır. Örneğin “yalana” kötü diyeceksin ondan sonra “zorda kalana” iyidir dediğinde ahlak kuramı ussal olarak çöker.
4: Katı olmamalıdır. “Kişi ne olursa olsun sözüne sadık olmalı” gibi sinir halindeyken bile söylenen bir sözün marifet sayılmasını sağlaması gibi.
5: Egoist, bireyci, kişisel faydaları ön plana çıkaran, kişileri kapıştırıcı olmamalıdır.
“Ben”i memnun eden bir ahlak ilkesi “arkadaşım” için memnun edici olmadığı takdirde; onu ikna etmediği zaman burada ahlak kuramı tamamıyla kalkar ve “hukuk” denen otoritelere başvurmak zorunlu olur. Oysa ahlak ilkeleri net olursa, birleştirici ve karşılıklı memnuniyete dayanırsa toplum bir çobana/yargıca başvurmadan çok hızlı bir biçimde gereken bütün ferahı sağlar.
Sorgusunu devam ettiren bir sorgucu şöyle bir soru sorabilir: “neden başkasını düşüneyim?” Burada benzer aynı zamanda soru soranı da umutlandıracak bir cevap verilebilir: onu düşünmeden vereceğin her karar, karşıyı da egoist bir eyleme zorlar, böylece hem “sen” hem de “arkadaşın” karşılıklı bir zarar görürsünüz.
O zaman “ben” ve “başkası” arasında uyunabilecek, tek ilke, onu düşünerek vereceğim bir ilkeye dayanmalı. Bu ilke de “ben”i düşündüğüm kadar “o nu” da düşünmek olur. İlkenin adı ise kısacası denilebilir ki: “Empati”dir.
Empati – Eş Duyum – Duygudaşlık:
Vikipedi’ye göre: “Empati veya eşduyum, bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır. Empatinin zıt anlamlısı antipatidir.”
Ahlak kuramcılarının göz önünde bulundurması gereken “en” kullanışlı ve “tek” ilke empatidir. Toplum arasında “benim yerinde düşün” denildiğinde aslında empatinin az-çok uygulanabilirliğini gösteriyor. Ancak geleneksel ve katı ahlak ilkeleri, otoriter hukuk empatiyi ortadan kaldırıyor.
“Ahmet başkasının kendisine yalan söylenmesini istemez”
“Ahmet sürekli yalan atıyor”
Ahmet’in bu pratikte uyguladığı “yalan” zihinde istemediği bir şeydir. Başkasının kendisine yalan söylemesini istemez. Oysa kendisi de yalan söyler. O zaman burada “çelişkili” davrandığı için “kötü” bir şey yapıyor. Mantık çelişki kabul etmez. Ya birinci ilkeden vazgeçecek, oysa bu doğasına terstir. O zaman ödev edinmesi gereken; “yalan”ı bırakmaktır.
“Ahmet eşini aldattığı zaman kimsenin bu haberi eşine iletmesini istemez. Eşi de aynı şekilde eşini aldattığı zaman kimsenin ilişkisini eşine iletmesini istemez.”
Niye Ahmet ve eşi “kötülük” yapmalarına rağmen bunun kimse tarafında söylenmesini istemezler? Çünkü çocuklarını düşünüyorlar ve yuvalarının dağılmasını istemezler. O zaman “Ahmet başkasını eşini aldatırken gördüğünde bunu anlatması çelişkilidir” çelişkiyi gidermek için “ödev” edinmesi gereken başkasının ilişkisine, yuvasına çomak sokmamak. Az önce “Ahmet ve eşi kötülük yapmalarına rağmen…” demiştim. Kötülük olduğunu nerden bileceğiz? Çünkü “Ahmet eşini başkasıyla, eşi de Ahmet’i başka kadınla görmek istemez” o zaman eşini aldatmak kötüdür. Böylece başka bir soru sorulabilir “Ahmet belki eşinin kendisini aldatmasını hoş görüyordur, neden kötü olsun?” O takdirde evlenmeleri bir çelişkidir. Eş demek hayat arkadaşı demek, Ahmet eşini sıradan biri görüyorsa onunla hayatını birleştirmesi çelişkidir.
Peki, diyelim Ahmet başkasını eşini aldatırken gördü ve söylemedi bu “yalan” olmaz mı? Burada kötü olan “yalan” değildir. Kötü olan “duygudaşlık/empati” kurmamaktır.
Hırsızlık, adam öldürmek, mülk paylaşımı, çok konuşmak, insanlara saygı duymamak, kıskançlık, dedikodu vb. bütün eylemlerin “empati” ilkesin de evrensel, her yerde uygulanabilir bir şekilde kavrayabilirsiniz. Birini “sevmemek” diğerine “âşık olmamak” birinin “görüşüne karılmamak” bunlar ahlak ile ilgili değildir. Duygular, zevkler, renkler, görüşler toplumsal değil tamamıyla insanın iç dünyasıyla alakalıdır. Ahlak, toplum arasında bireyin nasıl davranması, toplumun bireye nasıl davranması ile alakalı ve bu doğrultuda oluşturması gereken akla dayalı kurallardır.
Toplumun etik/ahlak ile empati ilkesinde birleşerek kendi kendini hiçbir otorite, mercii gerekmeden hayat sürmesi mümkündür. Pratik de uygulanması için bunlar komünlerde, şehirlerde, evlerde, iş yerlerinde yavaş-yavaş aynı şekilde evrimsel süreçle uygulanması; en önemlisi herkesin “empati” ilkesini kabul etmesi, bunun dışına çıkanların “iyi” veya “kötü” seçilerek gerekli ödevi edinmesi, bireyi ve toplumu özgürleştirecektir. Artık hukuka, paraya, devlete, sermayeye, otoritelere, siyasi partilere, borsaya, faize ve bütün baskıcı güçlere gerek kalmadan halklar kendine güvenip “özgüvenle” yaşayabilecektir.
-Otorite ve Anarşi- yazı diziminizin sonuna geldik. Makalelerime eleştirileri olanları taktirle karşılarım.
Kıvançla…