content

17 Tem

Osmanlı

Osmanlı Toplumsal Düzeni adlı ders kitabının baş sayfasındaki bir halk sözü,
ilk okuduğumda beni öfkelendirmişti. Nasıl olur da böyle bir söz, bizim yarı

kutsal saydığımız atalarımız için söylenirdi? Sonra düşündürdü ve Sosyal
Tarih’in kapısını açtı:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı.
Tarihin bir bölümünün Sosyal Tarih olduğunu ve okulda
öğretilmediğini, orta öğretimde öğretilen Siyasal Tarihinse, eksik, çarpık
ve ideolojik bir yaklaşımla beyinlere şırınga edildiğini üniversitede
öğrendim.
Yavuz’un onbinlerce Anadolu Türkünü kılıçtan geçirdiğini öğrendiğimde,
ufak bir şok yaşadım.
Bir çok padişahın oğullarını ve kardeşlerini boğazladığını, Fatih
Sultan Mehmet’in iki yaşındaki kardeşini boğdurduğunu, bunu meşru göstermek
için kanunname çıkardığını, Üçüncü Mehmet’in bir kısmı bebek olan ondokuz
kardeşini bir gecede boğdurduğunu öğrendiğimde yeni bir şok yaşadım.
Padişahlar ve yöneten kesim her nedense, dinden muaftı. Onlara içki, zina,
adam öldürme serbest, ama halka yasaktı.
En çok şaşırdığımsa, Allah’ın, taaaa Tevrat’tan bu yana gelen,
“Öldürmeyeceksin” emrini hiçe sayarak, şeriata uyuyor görünüp,”nizamı alem
için” kanunnamesiyle kitabına uydurarak, “Birbirinizin kanını dökmeyin”
biçimindeki Kur’an naasına, güya ters düşmemek için, iple boğma şeytani
kurnazlığına, din alimlerinin “Şeriata uygundur” hükmü vermeleriydi.

Yavuz zamanında halk arasında söylenmeye başlanan bir bedduayı kırkımdan
sonra öğrendim.
“Allah seni Yavuz’a vezir etsin.”

“Ali Kemal Meram” ın Padişah Anaları’nı okuduğumda ise “Yahu biz hiçbir
şey bilmiyormuşuz” diye birkaç kez söylendiğimi hatırlıyorum.

Kitap çok tartışıldı. Oysa arşivler bizde, akademisyenlerimiz bir dolu.
Peki niye tarihle ilgili bir şey öğrenmek isteyip de internette kitap
aradığımızda kendi tarihimizle ilgili araştırmaları yapanların hep
yabancılar olduğunu, araştırmaların yüzde sekseninin Türkçeye bile
çevrilmediğini görüyoruz ve bir Türk kafamıza yerleştirilen tarihe ters
bir kitap yazdığında öfkelenip, alevleniyoruz? Tamam bu kitapta da ideolojik
bir yaklaşım var, ama her yapılanı virgülüne varana kadar eleştiren ve
tuuu kaka yapmak için mini mini ayrıntılarda yanlışlar yakalamaya
çalışan akademisyenlerimiz, niçin hiçbir şey üretmezler. Görevleri,
üretilenlerin okunmasını engellemek için antipropaganda üretmek midir
yoksa?

Geçmişinin gerçeklerine hangi toplum bizim kadar yabancıdır ?!
Kişi putlaştırma ve güce tapma ilkel toplumlara özgüdür ve putlaştırılan
kişilerin hataları görülmez. Dolayısıyla toplum gelişemez.
Güce tapma, erk tutkusunu; erk tutkusu da megaloman önderleri doğurur.
Bu da sömürünün, zulmün ve ezilmenin yolunu açar.
Ne demiş peygamberimiz; “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.”
Bugünün geçmiş zamandan tek farkı, padişahların yeni kıtada ikamet ediyor
olmaları ve bu coğrafyada görevlendirecekleri uç beyleri arasından
hangisini istediğimizi bize sormaları.
M.Ş. 14.04.12

KİTAP: Padişah Anaları
YAZAR: Ali Kemal Meram
……………..
.
İlk olarak Maceristan ve Belgrat’a saldırılacak ve bu arada Rodos
adasına da hücum edilecekti. Nasıl olsa savaşlar için gerekli insan gücü ve
tükenmez kaynak, Anadolu Türkleriydi. Onların canları ve kanları
karşılığında şimdiye dek nice savaşlar başarıyla sonuçlanmış ülkeler
üzerinde egemenlik kurulmuş ve bu sayede saray hazinesine doldurulan
servetlerle onbinlerce cariye kız, kadın ve bir o kadar iç oğlanı, zenciler
ve daha bir sürü yabancı devşirme lüks ve bolluk içinde yaşama olanağı elde
etmişti.
Bu kez yine aynı yol izlenecekti. Osmanlı egemenliğindeki topraklar üzerinde
zaten Türklerin savaşlarda kırılmaktan ve savaş dışında devşirme yabancıların
zulüm ve işkenceleri altında ezilmekten ötede bir hakları yoktu.
S. 205-206
……………………………

Ne olursa olsun, Hürrem için en büyük amaç, Pargalı Rum oğlanı Sadrazam
İbrahim Paşa denilen köleyi ortadan kaldırmaktı.
Bir büyük amacı da, Mahidevran takma adlı Anna’nın oğlu Veliaht Mustafa’yı
yok etmekti.
Kızı Mihrimah’’ı Sırp -Hırvat dönmesi Rüstem Paşa’ya vererek entrikalarına
yardımcı olacak bir kişi daha elde etmeyi tasarlıyordu.
Şu halde öldürülmeleri gerekenler:
En başta, İbrahim ve ondan sonra Mustafa ve daha sonra da Rozalina
(Gülfem Sultan)dı.
Öte yandan Anadolu Türklerinin bütün dertlerine sırt dönmüş, feryatlarına
kulak tıkamış Osmanoğullarının ve kendileri gibi kanı bozuk devşirme
devlet erkanının (Celali İsyanları) diye tanımladıkları, gerçekteyse:
böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir diye başkaldıran Türklerin
Anadolu’daki ayaklanmaları birbirini izliyordu.
Tokat, Amasya, Ankara ve dolaylarında sayıları yüzbini bulan Türkler
“hak ve adalet” istedikleri için Pargalı Rum Sadrazam İbrahim Paşa
komutasındaki Osmanlı ordusunca kılıçtan geçiriliyordu.
S.210-211
……………………..

Birinci Süleyman, 1522’de Rodos’u egemenliği altına aldıktan sonra, Sakız
adasındaki Yahudileri daha iyi şartlarla yaşamlarını sürdürmeleri için Rodos
adasına getirdi. İncirli adasındaki kükürt madenlerinin işletme hakkını
Yahudilere bağışladı. 1525’te Budapeşte’yi fethettikten sonra ise,
oradaki Yahudilerin kötü şartlar içinde bulunduğunu öğrendi. İstanbul’dan
özel gemiler göndererek Yahudilerin İstanbul’da en iyi şartlar içinde
yaşamalarını sağladı.
1554’te dünyanın değişik yörelerinden göç eden kalabalık bir Yahudi kafiyesini
bu kez Kanuni Süleyman Edirne’ye yerleştirdi. En geniş özgürlükler ve
üstelik imtiyazlarla korunan Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler tüm yurdu ekonomik
ve siyasal egemenlikleri altına aldılar.
İlkin Fransa’ya, ardından Venedik ve Leh krallıklarına ticari imtiyazlar verdi.
Ne var ki, bu kara yol daha sonraki Osmanoğullarınca hep sürdürülecek
ve (Kapitilasyonlar) adı altında büyüyen ekonomik ve siyasal
felaketlerimizi yüzyıllarca yine sadece Türkler çekeceklerdi.
S.212
…………………………

Frenk İbrahim Paşa’nın yıllık tahsilatı akıllara durgunluk verecek oranda:
Bir milyon akçeydi.
Bütün bu servetler, savaş açılan yabancı ülkeler topraklarında can ve kan
döken Anadolu Türklerince sağlanıyor, ama bir gramı bile onlara
verilmiyordu.
Yağma ve talandan hisse almak kız ve oğlan tutsak edip saraya ve esir
pazarlarına satmak hakkı Hıristiyan kölelerden kurulu yeniçeri ordusuna
verilmişti.
Osmanlı tarihçilerince, pek çok gerçekler gibi bu gerçek de yüzyıllarca
örtbas edilecek, Osmanlı Savaş Orduları olarak Yeniçeriler gösterilecek ve bu
korkunç yalan günümüze dek okul kitaplarından Türk çocuklarının kafalarına
gerçekmiş gibi aktarılacaktı.
S.213-14
…………………
Hürrem Sultan’ın başlıca amaçlarından biri kızı Mihriman’ın kocası Sırp
kökenli Hırvat köle Rüstem Paşa’yı Sadrazamlığa getirmekti.
1544 yılı bu amacını da gerçekleştiren Hürrem(Roksalan) bu kez en büyük
isteğine yöneldi. Süleyman’ın ilk Gözdesi(Mahidevran) takma adlı Polonyalı
Anna’dan doğan Veliaht Şehzade Mustafa’yı ortadan kaldırarak kendi
doğurduğu oğullarından birini geleceğin padişahlığına aday yapacaktı.
Veliaht Mustafa bu sırada 38 yaşında Amasya’da vali olarak bulunuyordu.
Bu sıralarda savaş başladı. Süleyman’ın savaşa gitmesine engel olan
Hürrem(Roksalan) damadı Rüstem Paşa’nın orduların başına geçmesini
istedi.
Son gün Rüstem Paşayı karşısına alarak,
-Bak kıymetli damadım Paşa, dedi, bilirsiz ki veliaht Mustafa cümlemize diş
biler. Daha şimdiden padişahın canına kast eyleyerekten taht’a göz dikmiştir.
Böyle bir hal olduğunda başlarımız gövdelerimizde kalmayacak bilesiz. Bir
tedbir gerekmez mi dedi.
-Elbet gereklidir sultanım. Kulunuz emreyleyeceğiniz her bir tedariki ifaya
hazırdır. Esasen refikam Mihrimah Sultan dahi kulunuzu bu yolda
uyarmıştır.
-baka Paşa, bugün sefere çıktığınıza göre, beş gün sonra yoldan güvenli bir
ulak çıkarırsınız, Sultan Süleyman Han’a,
-Beli sultanım aynen öyle yaparım
-Ulakta gönderdiğiniz namede şöyle yazarsız
(Geçtiğimiz her bir yerde asker toplandığını görüp merak eyleyip sorup
soruşturduk. Öğrendik ki Şehzade Mustafa oğlunuz Amasya yöresinde karargah
meydana getirip bir cani kuvvet cem edermiş. Meramı payitaht üstüne yürüyüp
zati şahanelerini tahttan indirip yenine geçecekmiş. Ve dahi Payitaht’ta
Yeniçeriler arasına nifak salınmış olup onlar dahi kazan kaldırmaya pek
hevesli imişler. Rivayet şöyledir ki:
Pederiniz Yavuz Sultan Selim Han’ın büyükbabanız İkinci Bayezit Han’a yapmış
olduğu düzenlemeyi bu kez şehzade Mustafa kendisine rehber eylemiştir)
Hürrem damadı Rüstem Paşa’nın gözlerinin içine baktı
-Anladın mı? Dedi
Kaynanasının zekası karşısında daha da küçülen Hırvat Soylu Sadrazam yerlere
kadar eğilip, eteğini öptü, başına koydu.
-Sultanım dedi, Ne emreylemişsiz cümlesi kafama yazılmıştır. Harfi harfine
yerine getirilecektir.
S.217-218
………………..

Babasının çağrısı üzerine Amasya’dan yola çıkan Veliaht Mustafa, Konya
Ereğlisi yöresinde kurulu olan babasının otağına vardı. Atından iner inmez
babasının elini öpmek sağlık ve başarı dilemek için otağdan içeri giren
Mustafa’yı başları usturayla kazınmış birer ellerinde yeni bilenmiş kısa
saplı satır, öteki ellerinde yağlı kementler halkalanmış, dilsiz cellatlar
hemen üstüne atılarak yere çökerttiler, Mustafa’yı. Biri bileğine dolanmış
yağlı kemendi boynuna doladı sonra hep birlikte canı çıkana dek var
güçleriyle yağlı sırıma asıldılar.
Babası Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman otağın öte yanını örten kadife
perdelerin ardında gizlenerek gözünü uydurduğu bir aralıktan 38 yaşındaki
Veliaht oğlunun bütün çırpınışlarını yüzünün mosmor kesildikten sonra
can verip sessiz ve kımıltısız kalışını bütün ayrıntılarıyla kesintisiz
seyretti.
Yıl 6 Kasım 1553 tü.
Daha sonra Mustafa’nın oğlunu getirdiler. İncecik boynunu satırla vurup,
kafasını gövdesinden ayırdılar. Arkadan torunun anasını getirdiler, onu da
iple boğdular.
S.223
……………………….

Üçüncü Murat’ tan 130 cariye gebe kaldı. 112 çocuk doğdu. Bunların arasından
sadece beş kadının adı duyuldu. Biri Polonyalı Mona idi, adını değiştirip
(Mihriban) koydular. Öteki Macar Ninuşka’ydı. Adını (Nazperker) yaptılar.
Üçüncü Rus kızı Olga’ydı ona (Şahhuban) adını taktılar. Dördüncü Romanya’lı
Meri’ydi adını (Fahriye) taktılar. Hepsini padişah karısı (hanım sultan)
olarak tarihe geçirdiler.
Yalnız Safiye Sultan denilen Venedikli Bafo ile bu dört kadının doğurduğu
çocuklara sahip çıktılar.

Yüzün üzerinde öteki çocuklar, analarıyla birlikte öldürülüp denize
atıldı.

S.258-59
…………………..

Boşalan hazineyi ,Valide Sultan Raşel’in(Nurbanu) ırkdaşı ve özel banka
sahibi, Kıbrıs Kralı Yahudi Yasef Nassi devleti borçlandırarak karşılıyor,
yüksek faizlerle Osmanlı padişahına borç olarak altın para veriyordu.

S.261

* * *

Bir toplum kendi gerçeklerini öğrenmekten kaçarsa,
o topluma masalları uyku hapı yapıp yuttururlar.
Çünkü malı en kolay çalınan kişi, uyuyan kişidir.
Ve eğer bir toplum geçmişinden ders almazsa
tarih; tekerrürden ibaret olur.
 

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank