Orda Bir Köy Var Uzakta O Köy…
Çocukluğumuzda, ilkokulda hepimize öğretilen şarkıların başında gelirdi; “Orda bir köy var uzakta... Gitmesek de, görmesek de, o köy bizim köyümüzdür...” diye.
Belki de yurdumuzun her köşesinin ayrı bir değerinin, ayrı bir güzelliğinin ve ayrı bir kültürünün olduğunu ve gidip görmesek de, oraların bize, hepimize ait olduğunu vurgulayan güzel bir çocuk şarkısıydı.
Şimdilerde söyletiliyor mu bilmiyorum. Fakat, bazen o kadar uzaklara bakmaktan, gözlerimizi ufuk çizgisine odaklamaktan, burnumuzun ucunu dahi göremiyor, farkedemiyor ve dolayısıyla da büyük hayal kırıklıklarına uğruyoruz.
Daha doğrusu, ormana bakmaktan ağaçları göremez hale gelmişiz.
.............................
İşim ve mesleğim gereği, Türkiye’yi karış karış dolaştım diyebilirim. Hemen hemen her yerini, her köşesini... Doğusuyla, batısıyla, güneyiyle, kuzeyiyle.
Ülkemizdeki gelir dağılımının ve gelirler arasındaki uçurumun hepimiz farkındayız.
Yüzde 80’lik gelir yüzde 20’lik bir kesim arasında pay edilirken, geriye kalan yüzde 20 gelirin de, kalan yüzde 80 arasında yine son derece adaletsiz bir biçimde dağılması, gelirler arasındaki uçurumu az da olsa gösterecek bir kriter olsa gerek.
Özellikle doğu ve güneydoğuya yaptığım seyahatlerde, hem yaşam tarzının, hem ekonomik hayatın, batı ile taban taban zıtlıklarını gözlemleyerek, yaşayarak gördüm.
Zaman zaman orada yaşanan ayrılıkçı etnik olayları, ben de dahil bu köşeden eleştiriyoruz, ama acaba oralara yönelik de neler yapıyoruz diye kafa yormayı hiç düşünmüyoruz.
Gerçi şu da var ki, oralarda doğup büyüyen ve oralarda para kazanıp da, yatırımlarını batı şehirlerine yapan çok işadamı ve sanayicinin de kabahati yok değil.
Herşeyi devletten bekleyen bir millet olarak, devletin de yatırım olarak tercihini zamanında batı için kullandığını göz önüne aldığımızda, doğu ve güneydoğuyu ne kadar büyük bir ihmalin kucağına attığımız da ortaya çıkacaktır.
Öte yandan, özellikle televizyonun yaygınlaşması ve medyanın da sadece taş çatlasa bin kişi diyebileceğimiz bir kitlenin ballı-kaymaklı süper lüks yaşantısını döndüre döndüre ve de saatlerce ekranlara getirmesinden dolayı, geri kalmış daha doğrusu geri bırakılmış o bölgelerde yaşayan topluma sunuş yanlışlıklarımız da, fakirin zengine duyduğu kin ve öfkenin katmerlenerek artmasına ve insanları da servet düşmanlığına bilenmesine yol açtı.
Böylesine büyük bir uçurum farkı ile doğup, büyüyen ve ekranda gördüklerini kendi yöresinde asla göremeyecek olan körpe beyinler, kendilerine yaklaşan farklı düşüncedeki ayrılıkçıların dolduruşları ile de çok farklı boyutlarda kinlendirme ve düşmanlaştırma yöntemlerine maruz kalınca, aradaki kültür farklılıkları, bugünkü çatışmaların da ilk adımını oluşturuyor, doğal olarak.
Şuna da şahit oldum. O bölgede doğup büyüyen, gerek toprak ağalığı pozisyonunda, gerekse bölgenin tanınmış işadamı boyutunda kişilerin, kendi insanına, kendi çalışanına, kendi hısım akrabasına tam bir köle muamelesi yaparken, kapattığı pavyonlardaki konsomatrislere oluk oluk para akıttıklarını da biliyorum. Kendi insanından esirgediğini, zevk ve sefa içerisinde patlayıncaya, tıksırıncaya kadar harcama zevkini tattığını da gördüm.
Kısacası, kendi insanına bu gözle bakan bir bölgenin burjuvası diyebileceğim kitlenin de, ekranlarda gördüğü özlemi, farklı bir kültür yapısı altında gerçekleştirme özlemini, yine kendi insanını ezerek ve de üzerek yaptığı da ayrı bir gerçek.
İşte, bizlerin toplum olarak, devlet olarak, bölge insanı olarak sadece köyleri değil, belde ve ilçelerdeki eğitimin de aynı şekilde geriye düşürüldüğü, okullarının okul olmadığı, öğretmenlerinin de stajyer olarak atandığı bölgede, eğitimin kalitesinin de batı ile uçurumlar oluşturduğunu, ülkenin bir başka gerçeği olarak hepimiz de biliyoruz.
Zaman zaman medyaya da yansıyan bu görüntüler, izleyici olarak bizlerin yüreklerini burkarken, o bölgede okuma mücadelesi veren, gözleri ışıl ışıl parlayan cin gibi çocuklarımız için çeşitli yardım kampanyaları düzenleyip, onların okullarının da batı standartlarına yakın bir konuma getirmek amacıyla, güzel ülkemizin güzel sanatçılarından ve sporcularından yararlanma çabaları da sergiliyoruz.
Toplanan trilyonlarca paranın, gerçekten oralara harcanıp harcanmadığını bilmiyorum ama, umarım hayırlı ve faydalı işlere yarı-yordur diye düşünüyorum.
Gazetemizin dünkü kapağında ve iç sayfalarında yer alan bir okul haberi umarım dikkatinizi çekmiştir.
Harabe halindeki bir okula, ADD Bandırma Şubesi el atıp, yenileme çalışmasına gidiyor.
En başta söyleyeyim ki, böylesine bir acziyet içeren haberden dolayı, başta biz basın mensupları olmak üzere hepimizin çok çok büyük kabahatleri ve eksiklikleri var.
Hiç kimse, “ben masumum” diyerek, olayın dışında kalmaya çalışmasın.
Medya olarak bizler, devlet olarak sizler, halk olarak hepimiz, ilköğretim okulu dediğimizde aklımıza ya Bandırma İlköğretim Okulu, ya KEV, ya Özel Zümrüt veya Vecihibey geliyor.
Lise denilince de, keza yine ya Anadolu Lisesi, ya ŞMG veya Kemal Pireci... Onların dışındakilere kolay kolay bakmıyoruz. Hatta ilgilenmiyoruz. Varsa yoksa bunlar...
Oysa, hemen Bandırma’nın burnunun dibinde, Çalışkanlar köyünde, bir ilköğretim okulu dramı yaşanıyor. Ve bizler bu dramdan habersiziz.
Ne büyük bir ihmalkarlık, ne büyük bir eksiklik ve de ne büyük bir aymazlık.
Gidip okulu görmedim, ama arkadaşlarımızın çektiği fotoğrafları ve görüntüleri izledim. İnanın yüreğim sızladı. Eminim, izleyenlerin de sızlamıştır.
Dediğim gibi bizler ormana bakmaktan, ağaçları göremiyoruz. Gözlerimizi ufuğa diktiğimiz için, burnumuzun dibindeki gerçekleri algılayamıyoruz.
Başta Bandırma Kaymakamlığı olmak üzere, ilçe milli eğitim müdürlüğü, diğer kamu kuruluşları ve Bandırmalılar, haberiniz varmı Çalışkanlar köyünde de bir ilköğretim okulu var. Hem de harabe halinde.
ADD, burasını harabelikten kurtarmak için kollarını sıvadı. Ya biz, ya siz? Neler yapıyoruz.
Bu gözleri ışıl ışıl parlayan çocukların okuduğu okulda bir okul aile birliği dahi yok ki, kermes düzenleyip okullarına gelir elde etsinler!..
O pırıl pırıl çocukların da sıcak sınıflarda okuyup, ders görme hakkı yok mu acaba sizlerin ve de bizlerin gözünde?..
Eskiden köydü, şimdi Bandırma’nın bir mahallesi. Fakat bizler orasını halen mahallemiz olarak kabullenememişiz ki, Doğu Anadolu’nun terkedilmiş, unutulmuş bir köyü muamelesi gösteriyoruz.
Bugün Bandırma’da 1., 2. ve 3. sınıfları bir tek öğretmene emanet edip, her üç sınıfı da bir arada okutma beceresi gösteriyoruz.
Bu çocukların hangisi birşeyler öğrenecek Allah aşkına? Bunun sorumlusu, okulun hem müdürü, hem öğretmeni hem de müstahdemi görevini gören, yalnızlığa terk edilmiş yeni öğretmen mi olacak?
Nerede kaldı bizim vicdanlarımız. Kaldı ki o çocuklar diyelim ki bir şekilde ilköğretim okulunu bitirdi... Liseye mecburen yine Bandırma’ya gelecekler. Hangi lisede, okuyup da başarı gösterebilirler?
Bugün köyler arasında taşımalı sistem uygulanıyor da, bu çocuklar neden böylesine bir terkedilmişliği yaşıyor?
...............................
Orda bir köy var uzakta... Pardon burnumuzun dibinde. O köyü ne görüyoruz, ne duyuyoruz, ne de gidiyoruz... Bu köy kimin köyü acaba, sayın yetkililer?