Operada Mescid Olur mu?
Hürriyet Gazetesinin 5 Haziran 2012 günü verdiği bir habere göre: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 42 maddeye çıkardığı “yapı denetimi” taslağı tamamlandı. “Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı”, opera, tiyatro, havalimanı, gar, liman ve metro istasyonları gibi yerlere mescit ve kreş zorunluluğu getiriyor.
Türkçede, Müslümanların ibadet ettikleri ibadet hanelerinin büyüğüne cami, küçüğüne ise mescid denilmektedir. Eğer bu gazete haberi doğru ise başta tiyatro ve baleler olmak üzere insanların gezi, seyir, ticaret vb amaçlarla toplu halde bulundukları binalarda mescid yapılması zorunluluğu da getirilecektir.
Bu haberin hem olumlu hem de olumsuz tarafları vardır. Hükümet erkanının hala “devlet balesi” ve “devlet tiyatrosu” fikrinden vaz geçmediği anlaşılıyor. Bu doğru bir fikir değildir. Bu tür uygulamalar kendisini kurtarıcı sayan tek partili, tek adamlı, yönetimlerde olur. Dünyada bunun en yaygın örneği Sosyalist ülkeler olmuştur. O yönetimlere göre halk feodallerin baskı ve sömürüsü altında iken, uyanan işçi sınıfının öncülüğünde sosyalizm gelip halkı, ülkeyi kurtarmıştır. İşte bu kurtulma halinin devamı için sabah akşam bütün kurumlarda bu arada bale ve tiyatrolarda da sosyalist görüşün kurtarıcı tarafı onun dışında kalan bütün görüşlerin ise insan cinsi için ne kadar kötülüklerle dolu olduğu anlatılacaktır. Bu yüce amaç için de devlet fedakarlık yaparak bütçesinden bu amaçla bale ve tiyatrolara pay ayıracaktır. Oralarda istihdam edilen sanatçı unvanlılarda bu yüce görevi halka sabah akşam taşıyacaklardır. Sosyalist ülkelerde görülen bu uygulamalar Türkiye de tek parti döneminde (1923-1950) fazlası ile uygulandı. Ama 1950’den beri tek parti uygulaması bittiği halde onun bıraktıkları hala devam etmektedir.
Tiyatro, bale vb yerlere devlet yıllık olarak ne kadar pay ayırır? Bu kurumlar nüfusun ne kadarına hitap eder? Nüfusun büyük çoğunluğu balenin de tiyatronun da kapısından bakmaz belki önünden bile geçmez. Buna rağmen kimse kalkıp ta “bu sessiz çoğunluğun görüşünü almadan hatta onun görüşüne rağmen buralara bütçeden hangi hakla bu paraları ayırıyorsunuz” dememiştir. Oraların tek partili tek adamlı dönemin özleyicileri olarak bir çeşit arpalık olarak kalmasını kimse sorgulamamıştır.
Devlet balesi ve tiyatrosu adını taşıyan yerlerde çoğunlukla oynanan oyunlar, sergilenen gösteriler, müzikler İslami ilkeleri yok sayar hatta büyük çoğunluğunu da hedef alır. Yani buralarda halkın parası ile halkın değerleri aşağılandı yüz yıla yakın bir zamandan beri. Bu çabalar nüfusun ne kadarı üzerinde etkili olabildi? Büyük çoğunluk bu telkinleri ciddiye almadı ama yine de belli bir nüfus kemsinin buralardaki cahilce oryantalist telkinleri fazlaca içselleştirdiği de görülmektedir.
Belki de en doğru olan devletin bu tür kurumları kapatmasıdır. Bu tür yerlere bütçesinden pay ayırmamasıdır. Bale ve tiyatro isteyen kurar bunun sahnesini, hazırlar binasını, bulur oyuncusunu sonra da arar izleyicisini gönlünce sabah akşam oynar oynatır, sanatını uygular. Ama devlet büyük çoğunluğun tepkisini yok sayarak, onların değerlerini çoğu kere çiğneyen bu tür yerlere bütçesinde pay ayıramaz. Ayırırsa bu devletin adı her şey olur ama her halde “demokratik hukuk” devleti olmaz.
İşte buraları tasfiye etmek, milletin sırtından bu kamburu indirmek, milletin parası ile milletin değerlerinin aşağılanmasını engellemek için hükümet bunları kapatacağına, buraların devamını istediğini gösterir bir kararla, buralarda mescid yapılmasını öngören düzenlemelere gitmesi işin kötü tarafıdır. Yanlış tarafıdır.
Ancak bu yasa taslağı ile birlikte bazı çevrelerde inanılmaz bir mescid ve cami düşmanlığının şuur altlarında pusu da beklediği de görüldü. Liberalizmi her şeyi küçümseme, kendini her şeyin üstünde bilme, her şeyden müstağni sayma kibri gibi algılayan Ahmet Altan gibi saldırgan tipler derhal köşelerinden bir taarruz başlattılar. R.T.Erdoğan; “bale ve tiyatrolara mescid istemekle, 28 Şubat’ta Çevik Bir’in yaptıklarının aksini yapıyormuş”. Bunun çok münasebetsiz bir benzetme olduğu açıktır. Ama sosyalist ve Kemalist gelenekten gelenlerde bir mescid-cami düşmanlığı vardır. Yatıp kalkarlar, Türkiye’de camilerin çokluğunu, her yerde gece kondu tipi çirkin yapılardan camilerin oluştuğunu tekrar ederler. Zannedersiniz ki gecekondu diye nitelenen camileri yapanlara, mimarlar odası veya ilgili devlet kurumları, caminin yapımında her türlü katkıyı sağlamak istemişte, o camileri yaptıranlar bu katkıyı reddederek böyle çirkin binalar yapmışladır. Halbuki olay böyle değildir. Bu camiler iyi niyetli, çoğusunun inşaat deneyimi de olmayan çalışkan hamiyet sahibi insanların gayretleri sonucunda bu camiler yapılmaktadır. Bu insanlara minnet duymak bir yana ömründe bir kere olsun camiye gitmeyen tipler kalkıp, laf atar incitici sözler söylerler.
Mescidlere itirazı olanlar birde bunu, diğer dinlerin bağlılarını da gözetiyormuş gibi yaparak ortaya koyarlar: “Aynı şekilde Hıristiyanların Yahudilerin de ibadethaneleri oralara yapılmazken” diye, güya itirazlarının camiye olmadığını ama diğer dinleri de onların bağlılarını da düşündükleri gibi rolleri de ihmal etmiyorlar.
Bu anlayışa değil midir ki yüz yıldan beri okullar ve üniversiteler inatla ısrarla camilerin uzağına yapılır. Caminin yanında bir okulun olması, cami ile okulun yan yana olmasını ülkenin geleceği için bir tehdit sayarlar. Türkiye’de Yahudi ve Hıristiyanlar ne kadar bir nüfusa sahiptir? Kesin belli değil ama genel kabul % 1 diye tekrarlanır. Böylece dikkat edilirse bu % 1’in varlığı, geri kalan % 99’un ibadet yeri isteme hakkının önünde bir engel olarak savunulur. Son dönemde Müslüman olmayanların % 1 bile olmayacağı neredeyse kesinleşir gibi olduğundan olmalı ki veya bu iddia yetersiz bulunmalı ki cepheye yeni bir iddia sürdüler: Bu kadar cami yapılırken Alevilerin Cemevi ne olacak?” demeye başladılar. Aleviliği, İslami talepleri önlemenin, yok etmenin bir aracı olarak görmektedirler. Bu amaçla sık sık Alevilerden, Cemevlerinden söz etmektedirler.
R.T. Erdoğan: “Muhafazakarlık din sopasını, muhafazakar hayatı benimsemeyenlerin kafasına vuruyor” muş! Bu cümleye lütfen dikkat edilmeli ki mescid yapılması, birilerinin kafasına din sopasının vurulması diye algılanıyor. Bu algının sorunlu olmaktan öteye saldırgan bir içeriğe sahip olduğu açıktır. Demek ki nerede bir cami-mescid olsa, muhafazakar olmayanların kafasına vurulan bir sopadır! O halde bu sopanın olmaması için, hiçbir caminin-mescidin olmayacağı bir hayat ancak bu sorunlu algı sahiplerini mutlu edecektir. Bunlar Kemalizmi eleştirir gibi yaparlar ama özlemlerine dikkat edildiğinde Kemalizmi büyük ölçüde kapsamaktadır. Kemalizme olan eleştirileri de daha çok Ermeni-Rum ve Kürt ırkçılarının bakışları, iddiaları zaviyesindendir. Yoksa Müslüman çoğunluğun Kemalizmle yaşadığı kahredici, tiksindirici sorunlar bunlar için önemli değildir. Bu sorunlu, saldırgan algılarını bir de İslami bir çevrenin gizli açık desteği ile başbakana kabadayılık etme kibri ile yapmaya çalışmaktadırlar.
Müslüman olmayanların hak ve özgürlüklerinin garantisi doğrudan İslam’ın kendisidir. Onların haklarını, özgürlüklerini kısıtlayacak her türlü girişim ancak İslam’ın rağmına yapılabilir. İslam’a dayalı, onunla sınırlı bir muhafazakarlık, Müslüman olmayanların kafasına inen bir sopa değildir. Sadece Müslümanları döven sopayı tutan ellerin, kafaların kırılmasıdır. Bunu anlamaktan aciz olanların iki de bir İslam ile ilgili en küçük talebi bile ama Hıristiyanlar var Yahudiler de var diyerek engellemeye, geçiştirmeye çalışmaları hak ve özgürlükler konusunda iki yüzlülüklerini ortaya koymaktadır. Oysa dikkat edilmelidir ki bu liberal kibrin kabadayılığı “muhafazakarlara karşıdır”. Bundan önceki iktidar sahiplerine karşı benzeri tavırlar ortaya koyamamışlardır.