Onlar Ünye’yi Yolda Buldular!
Yazımıza –hem Ramazan’ın gelmesi münasebeti ile- ‘80’li yıllarda Ünye’de Ramazan arifesinde geçen bir olayı anlatmakla başlayalım,
‘80’li yılların ortalarında Ünye’ye bir emniyet müdürü tayin olunur. Emniyet Müdürü makamında otururken birden dışarıda (Allah ne verdiyse) silahlar atılmaya başlar. Ünye’nin dört bir tarafı silah sesinden yıkılmaktadır. Müdür bey telaşa ile yardımcısını çağırır. “Ne bu hal... Ünye Baskına mı uğradı? Diye sorar. Yardımcısı da gülerek “efendim bu ilçenin geleneğidir. Silahlarla Ramazan karşılarlar. Kaygıya mahal yoktur” der.
Emniyet Müdürü kestirmeden “ bu çağda bu ne ilkelliktir. Tez elden bu atışları durdurun. Ünye’de artık bu tür şeylerin olmasını istemiyorum” diye emrini verir.
Bu tür bir geleneğin modası geçmiş ve ilkelce bir davranış olabilir. Lakin bu geleneğin yerine Ramazan ayının gelmesini sevinçle karşılayacak daha çağdaş bir usul bulmadığınız sürece, Emniyet Müdürününki gibi “ben yaptım oldu” olur. Nitekim Emniyet Müdürünün direktifi havada asılı kaldı. Bu gelenek daha uzun yıllar devam etti.
Ne yazık ki,
Geçmişte biz vatandaşları tımar etmeye(!) kalkan sistem ya da zihniyet her ne dersek diyelim; yüzyıllarca birikip mayalanarak oluşmuş ananeleri kâh ilkellik gerekçesi ile kâh dini bağnazlık yani yobazlık gerekçesi ile ya açık- açık ya da “çaktırmadan” toplumun günlük hayatından silip süpürdü/süpürmeye çalıştı.
O zamanlar dünyanın modası böyleydi… Yirminci yüzyıl ideolojiler çağı idi. Kimi zaman bilerek, kimi zaman da emniyet müdürü gibi işgüzarlık ederek toplum genetik kodlarından koparıldı.
Hâlbuki…
Bilemediler ki, yüzyılların birikimini çağdaş dünyaya uyarlamak için derin analizler, uzun çalışmalar yapmak gerekir. Ve bilemediler ki… Sloganlar ve zaturuzaplarla ne medeni olunur… Ne de toplum medenileştirilir.
Mesela,
Emniyet Müdürü örneğinde olduğu gibi; eğer toplumun Ramazan’a olan saygısını ve gelişini kutlama coşkusunu bu şekilde göstermenin çağ dışı olduğunu varsayıyorsanız; o zaman yasaklama yerine daha çağdaş usuller, yöntemler icat edersiniz. Ve toplum tarihi süreç içerisinde hem modernleşmiş olur ve hem de geleneklerinden kopmamış olur.
Ama siz,
“Ben devletim, hâkim güç benim, ben laikim, beni ne ilgilendirir vatandaşın Ramazanı” derseniz veya daha da ile giderek “ Ramazan, oruç da ne imiş? Bu çağ dışılıktır…” İmalarında ve yaptırımlarında bulunursanız, sonunda birileri gelip “in aşağı, çekil oradan…” Dediğinde, kendinizi bu toprakların “en has evladı” olduğuna dair deliller aramaya başlarsınız. Ve sonunda geçmişte beğenmeyip kapı dışarı ettiğin kültürüne sığınmaya kalkarsınız.
Sığınmak zorunda kalırsınız…
Çünkü o yeni gelenler kimliklerine sahip çıkmak adına bir sürü “sonradan görmelikler” yaptıklarında… Ve sizi zıvanadan çıkardıklarında... Size siz de kimsiniz? Diye sorduklarında verecek sağlam cevaplar bulamaz, afallar ”hakikaten biz de kimiz yahu?” Diye kendi kendinize sorar durursunuz. O zaman kendinize kimlik arar ama bulamazsınız.
Ve sonunda,
Geriye baktığınızda sizin ne olduğunuzu belgeleyecek ele avuca gelecek bir şeyler de bulamadığınızda... Sizi siz yapan, o güne kadar var olduğunuz toplumu ayakta tutan değerleri horlamanın utancıyla bir zamanlar horladığınız Osmanlı bakiyesi tortulara sığınmaya kalkarsınız. Çünkü sizi belgeleyecek ve “bakınız biz bu kültürü şu şartlarda alıp bu seviyelere getirdik” diyebilecek yeni şeyler de inşa edememişsiniz. Edemezdiniz de… Çünkü hem bunu gerçekleştirecek alt yapıdan yoksundunuz, hem de kabiliyetiniz yoktu. Zira yine ömrünüzü (kestane topuru gibi)horlamalar ve sloganlarla geçirdiniz. Aslında geçmiş sizin neyinize... Siz aslında “sonradan görmeler” diye horladıklarınızın sizi alaşağı etmelerinden muzdaripsiniz.
Kısaca,
Siz hâkim güçken geçmişinizle köprüleri yıkmışsınız… Kasette ne varsa silmişsiniz… Hayatın her alanında kasetinize kayda değer yeni şeyler de dolduramamışsınız… Zannetmişsiniz ki bu böyle devam edecek. Hâlbuki bilmez-misiniz ki; her şey gün gelir aslına ruju eder.
Sonra, “sonradan görmeler” geldiğinde ve (sizin)çıkınınızda da bir şeyler olmayınca –hiç beğenmeyip tarumar ettiğin- sizden evvelkilerin geleneklerinden medet umar hale gelmişsiniz.
İsterseniz günlük hayattan bir örnek vereyim sizlere,
Tarihi evleri çağ dışı, ilkel yaşam diye yıktınız. Ve yerlerine birbirinizle yarışırcasına beşer, altışar katlı binalar diktiniz. Sonra “yeni efendiler” geldi. Görgüsüzce “aha öyle olmaz, böyle olur” deyip, buldukları yerlere gökdelenler dikip size tepeden baktıklarında “anaa deyip salya sümük ağlamaya başladınız.” Ve diyorsunuz ki “ nerede bizim eski konaklarımız. Apartumanları yıkıp konaklar yapalım.” Geçmiş olsun…
İyi de,
Size verilen yüzyılların emanetini hor görüp tekme, tokat kapı dışarı eden siz değimlisiniz?
Sözün özü,
Size verilen emaneti yolda bıraktınız. Onlarda sizin tekmelediğinizi yolda buldular(!)… Hepsi bu…
Yakup HALICI yakuphalici@gmail.com