Önemsiz Bir Yazı
Ölüm ve çatışma haberleri gazete manşetlerine çıkmadıkça, televizyon haberlerinin ilk gündemi olmadıkça, insan toplumsal rahatlamayı derinden hissediyor. Dünün “önemsiz” haberleri, gazetelerin önemli haberleri arasına girmeye başlıyor. Birkaç gün önce böyle “önemsiz” bir olayı köşe yazısı haline gelmiş haliyle okuduğumda önce mutlu oldum, ardın da huzursuz. Anlatayım…
17 bin üyeli, 150 bin kişiden oluşan Profesyonel Balıkçılar Forumu, yazdıkları uzun mektupla bir Defne Koryürek’in sayfasına misafir olmuşlar.
Bu forum üyelerinin yüzde 95’i 12 metrenin altında teknelere sahip “küçük ölçekli” balıkçılarmış. Nasıl sahipsiz kaldıklarını, denizleri, balıkları, balıkçılığı, varlıklarını koruyabilmek için nasıl uğraş verdiklerini ve çaresizliklerini anlatıyorlar.
Nasılsa meraklısı o balıkçıları ve mektuplarını bulur.
Ben o mektupla çocukluğuma döndüm.
Küçük bir Doğu Karadeniz kasabasında dünyaya geldim ben. Doğduğum ev ile deniz arasında küçük dikenlikler ve uzun bir kumsaldan başka bir şey yoktu. Benim ilkokula başladığım yıllarda, devlet de bizim evimizle deniz arasına yeni bir yol yapmaya başlamıştı. Babam kasabamıza 60 km uzakta, Trabzon’da devlet memuru, sülalenin geri kalanının çoğu balıkçıydı.
Ben o yıllarda kasabada babaannem ve dedemle kalırdım. Yılın on iki ayı soframızın hiç değişmeyen yemeklerinden biri mutlaka balık olurdu. Zarganalar bir buçuk metreydi. Lüferin-sarıkanat, çinekop gibi- küçüklerine henüz isim verilmemişti. İstavritlerin otuz santimden ufakları balıktan sayılmazdı. Palamutların torik denilenlerini beğenirdik. Yunus sürüleri, saatlerce, gösteri yapar gibi oynaşırlardı. Bazen iri balıklar ince balıkları kovalar, onlar kıyıya vurduğunda sepetlerle o balıkları kıyıya yığar, sonra da ne yapacağımızı düşünür, mısır tarlaları için gübre olarak kullanırdık.
Bunlar ortaçağ anıları değil, sadece kırk yıl önceydi. Beş milyar yıllık dünyamızın kırk yıl öncesi. Kırk yıl önce çoğu balıkçı olan akrabalarımın kayıkları üç dört metreydi. O kayıkları ile tüm kasabayı, yüksek köyleri, içteki komşu şehirleri doyuracak kadar balık yakalarlardı. Sonra birileri denizde yatan “hazineyi” hızla elde etmeye karar verdi. Kayıkların boyu büyüdü, ağların gözleri küçüldü, radarlar takıldı büyük kayıklara. Büyük küçük tüm balıklar küçük gözlü ağlara takılır oldu. Soframızda daha az görünür oldu ihtişamlı balıklar.
Çoğalmaya başlayan çöpler, kanalizasyon suları denize akmaya, denizin rengi, maviden koyuya dönüşmeye başladı.
Ardından rakamlar düşmeye başladı yayın organlarına. “Dünyada her yıl 450 milyar metreküp arıtılmamış ya da kısmen arıtılmış çöp ile endüstriyel ve tarımsal atık denize bırakılıyor” diye yazıyor gazeteler.
Benim doğup büyüdüğüm yerlerde 8 milyon kişiye hizmet veren 309 belediye, günde 55 bin ton çöp üretiyor, Trabzon 150 ton; Ordu 100 ton; Giresun 80 ve Rize 60 ton çöpünü sahile bırakıyormuş. Siz buna, bu şehirlerde çöp arıtma sistemlerinin kurulmadığını ve diğer şehirlerin durumunu da ekleyin.
Sonra da, günlük gazetelerde, görsel yayın organlarında konuşulan, oraya buraya harcanan, birilerine hibe edilen milyar dolarları anımsayın.
Bir de seçim propagandalarına girmeyi başaramamış bu çevre felaketini…
İyi ki son hafta içinde “önemsiz” haberleri okuma şansım oldu. Yoksa yine “önemli” bir yazı yazmak zorunda kalacaktım…