Ömür Biter Ama Darbeler Bitmez
ÖMÜR BİTER AMA DARBELER BİTMEZ
Osmanlı Tarihinde en çok rastlanan işlerin arasında Yeniçeri isyanları gelmektedir. Çünkü onlar merkez (Başkent / Dersaadet) ordusu idi. Kendilerini engelleyecek ikinci bir güç yoktu. Onların rağmına ne
hükümet ne de bakan veya komutan (Yeniçeri Ağası) olunamazdı. Gerçi istekleri siyasal amaç ve içerik taşımazdı. Ya maaşlarının arttırılması, maaş olarak verilen akçenin değerinin düşüklüğü, kendilerine talim yaptıracağını varsaydıkları komutanlarının idamı gibi vaka-i adiyeden isteklerle kazan kaldırırlardı. Kendilerini Bektaşi sayarlardı. Yani bir çeşit Alevi idiler. Şeriatın kurallarını önemedikleri duyulmaz ve görülmezdi. Ama isyan ettiklerinde en çok “şeriata” dayanırlardı. Yeniçeri isyanları çoğunlukla “şeriat” örtüsü ile örtülmüştür. Nihayet Vak-i Hayriye (1826) ile Yeniçerilerin sonu gelmiştir.
Yeniçerilerin yerini Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla “Nizami” ordu almıştır. Nizami ordu mensuplarının en baskın özelliği ise “mektepli” olmalarıdır. Harbiye’den yetişen Osmanlı subaylarının zamanla en çok ilgilendikleri konunun “siyaset” olduğu görülmüştür. Bu siyasetle ilgilenmelerinin sonucudur ki İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ortaya çıktı.
İTC’liler en çok ordu içinde yayılıp güçlendiler. Abdülhamid’in yönetimine muhalif olmaları siyasal görüşlerinin ilk maddesi idi. Meşrutiyetin, Anayasanın (Kanun-i Esasinin) yeniden yürürlüğe girmesi ile Osmanlının sorunlarının çözüleceğine ciddiyetle inanmışlardır. Gerçi zamanla Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinin Osmanlının sonunu hızlandırdığı görülmüştür ama İTC’iler elbette yaşları, tecrübesizlikleri ve Abdülhamid’e olan kinleri sebebiyle bunları düşünüp takdir edecek durumda değillerdi.
İngiltere Kralı ile Rus Çarının Makedonya hakkındaki görüşmeleri ve aldıkları kararları protesto eden Enver Bey yanına aldığı askerler ile dağa çıkmıştır. Böyle bir protesto ne görülmüş ne de duyulmuştur ama sonunda silahlı isyanla önce Meşrutiyet ilan edildi sonrada yine benzeri bir isyanın sonunda, 31 Mart olayı ile birlikte Abdülhamit tahtından indirildi. Her iki olayda aslında bir asker darbe idi. Günümüz şartlarında askeri darbeleri mahkum edenlerin 23 Temmuz (1908) ve 31 Mart olaylarını övmeleri, bu olaylarda ön planda olanları birer ulusal kahraman saymaları mantık adına ne büyük talihsizliktir.
Ordu’da reform hareketleri de önemli ölçüde darbe çalışmalarıdır. Osmanlı padişahlarına, hükümetlerine karşı olur olmaz sebeplerle kazan kaldıran Yeniçerileri 2. Mahmut topluca yok ettirmiş ve bu olayı da “Vakay-i Hayriye” diye adlandırmıştır. Hemen ardından kurulmaya çalışılan ordu ise Yeniçerilere vurulan darbenin son halkasını oluşturmuştur. 2. Meşrutiyetle birlkte Osmanlı ordusu içinde baş gösteren İTC’li olan ve olmayan gruplaşmasını da, İTC’li olmayanların tasfiyesi takip etmiştir. İTC’li olmayanların tasfiyesi ordunun siyasete karışmasının engellenmesi diye nitelendirilmiştir.
Gerçekte ise ordu yine siyasette hem taraf hemde birinci derecede tayin edici olmuştur. Ama yalnızca İTC siyasetini benimseyen tarafın galbesi olarak bu sonuç ortaya çıkmıştır. Bu olayda orduda “reform” diye adlandırılmıştır. Dönemin en makbul tercihi ise elbette İTC’li olmaktır. İTC’li olmak bir çeşit adam olmak diye görülmüştür. İTC’lilerin içindeyse, Ever Paşa ve ona yakın olanlar adeta adamlıkta zirve sayılmıştır. Ama savaşın kaybedilmesi ile birlikte Enver Paşa’nın da saygınlığı aşınmıştır.
23 Temmuz olayı da orduda bir dönüm noktası özelliği taşır. Çünkü artık ordu, Yeniçeriler gibi siyaset dışı sebeplerden değil doğrudan siyasi sebeplerle isyan etmeye, yönetime doğudan veya dolaylı olarak katılmaya başlamıştır. Cumhuriyetin kurulması döneminde orduda bir siyasi çeşitlilik görünür. Değişik siyasi görüşleri olan komutanlar bu görevlerinin yanında hem de milletvekili olarak doğrudan siyasetin içinde yer almışlardır. 1924’e gelindiğinde ise Mustafa Kemal Paşa, aldığı kararla, komutanların siyaset veya askerlik arasında bir tercih yapmalarını, iki görevi aynı anda yürütemeyeceklerini ilan etmiştir.
Gerçekte askerlik mesleği ile siyasetin tabiatı çoğu kere çatışma halindedir. Bir insan bu farklı içerikteki iki ayrı görevi yapmaz. Yapmamalı. Ancak 1924’ün şartları bundan çok farklıdır. Çünkü Mustafa Kemal’in tercihe zorladığı komutanlar ile derin siyasi görüş ayrılıkları olmuştur. O farklı görüşlerin sahipleri ordu içinde “komutan olarak” kalır ise durum vahim olabilir. Bu yüzden seçim yapmaları istenmiştir. Teslim edilmelidir ki “kurmay zekası” diye adlandırılan bu tasarrufta Mustafa Kemal daha başarılı olmuştur. Muhalifler siyaset yapacağız hevesi ile askerlik görevlerinden ayrılmışlardır.
Onların ayrılmaları ordu içinde aslında farklı görüşü olanların tasfiyesi sonucunu doğurmuştur. Askerlikten ayrılanlar Kazım Karabekir önderliğinde son derece tutarlı ve liberal görüşlerden oluşan bir program ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurdular. Ama daha altı ay geçmeden “Takrir-i Sükun” darbesi ile partileri de kapatılmıştır. Böylece darbenin siyasi tarafı da tamamlanmıştır.
Günümüze gelinceye kadar haber değeri verilen verilmeyen bir çok askeri darbe girişimi yaşandı. Siyasi partiler, gruplar darbecilere duydukları yakınlığa göre yerlerini tayin ettiler. Hak ve özgürlükten yana olduklarını iddia edenler bile 27 Mayıs darbesini bir “devrim” diye adlandırdılar. Zaten darbeciler, kendi işlerini “27 Mayıs devrimi” diye resmi bayram bile yapmışlardı. O darbeyi hevesle ve yaşlı gözlerle ananlar bile, Menderes döneminin (1950-1960) zorbalıklarını anlata anlata bitirememektedirler.
Son günlerin tartışma ve haber konularının başında gelen “balyoz darbesi” planı da aynı minval üzere devam ede gelen girişimlere benzemektedir. Darbe planı hazırladığı söylenen Çetin Doğan ismi önemlidir. 28 Şubat darbe döneminde Harekat Daire Başkanıdır. Demek ki kariyeri bu işlerle ilgili bir şahıstır. Komşu ülkelerin yönelteceği dış tehditlere karşı hazırlık yaptığı adı geçen planın da zaten bu olduğu iddiasındadır. İstanbul’a en yakın komşu ülke Yunanistan ve Bulgaristan’dır. Bu iki ülkeden gelecek saldırılara karşı, Fatih Camisinin bombalanması, yüz binlerce vatandaşın tutuklanmasını bile planlayabilmiş. Camiler bombalanınca,yüz binlerce vatandaş tutuklanınca her halde Yunanistan’a karşı daha caydırıcı olunacağını düşünmüş olmalıdır. “Kurmay Zekası” belli ki Çetin Doğan’da bu şekilde tecelli etmiştir. Yükseltildiği makamları, haybeden verilen unvanları borçlu olduğu millete karşı iflah olmaz bir kin ve düşmanlıkla geçirmektedir ömrünü. İrtica’ya karşı yapmakta olduğu meydan savaşları için Türkiye sınırları yetmediğinden, o savaş ta Kazakistan’daki Yesevi Üniversitesine bile taşımıştır. Çetin Doğan’ın hali psikiyatri ilmi için büyük zenginliklere sahip görünmektedir. Sırf bu yönü bile takdire şayandır. Ama bu zatın Devlet üniversitesine Mütevelli heyeti başkanlığına gelmesini sağlayanlarında bu balyoz işlerinde paylarının olduğu açıktır.
Çetin Doğan kafası nasıl bir ortamda yetişebilmektedir? Hangi şartlar, hangi telkinler onu dünyadan ve halkından kopuk hatta halkına bu ölüde düşman hale getirebilmektedir? Her dönemin adamı olmayı beceren mümtaz bazı Türklerin iddiaları gibi ordu bütünüyle Yeniçeri sayılarak yerine yenisi mi kurulmalıdır? Yoksa Çetin Doğan kafasını dünya ile, kendi halkı ile insan aklı ile insan vicdanı ile barışık ve uyumlu hale getirmek çözümdür? Hiçbir dönemde mümtazlaşamayan bazı Türklerin de bu konularda bir görüşü bir tercihi olmalıdır. Aksi halde herkes ömrünün bittiğini görecek ama darbelerin bittiğini göremeyecektir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
1-Ahmet Bedevi Kuran, İnkilap Tarihimiz ve Jöntürkler, Kaynak Yayınları, 2000.
2-Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1949.
3-Abdi İpekçi / Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü, Uygun Yayınevi, 1965.
4-Baskın Oran, Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları, İletişim Yayınları, 2006.
5-Cemal Madanoğlu, Anılar, Evrim Yayınları.
6-Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, 2004.
7-Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, Doğan Kitapçılık, 1999.
8-Hikmet Çiçek, Dr. Bahattin Şakir, Kaynak Yayınları. 2004.
9-Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Sebil Yayınevi, 1996.
10-Kazım Karabekir, Günlükler, Yapı Kredi Yayınları, 2009.
11-Kenan Evren, Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, 1991.
12-Mete Tunçay, Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Yurt Yayınları, 1981.
13-Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, Milliyet Yayınları, 1985.
14-Murat Bardakçı, Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi, Everest Yayınları, 2008.
15-Necip fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Adnan Menderes, Ötüken Yaynları, 1970.
16-Nazlı Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor, Merkez Yayıncılık.
17-Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Remzi Kitapevi, 1983.
Çok güzel ve bilgilendirici bir yazıydı. kutluyorum
Ocak 30th, 2010 at 17:19Teşekkürler Uğur Özaltın bey. Sağlık ve başarı dileklerimle. Selamlar. Selami Saygın
Ocak 31st, 2010 at 11:29