content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

08 Oca

Ömer Lütfü Öldümü

Sırlı geceyi dolunayın arsız yüzü aydınlatıyordu. Sırtını ağaca yaslayarak sessizliği dinlerken domur domur terleyen alnını yukarı kaldırdı; “Kara bulutlar nereye göçtü?” diyerek gözünü gökyüzüne dikti. Neden sonra derin bir nefes alarak ağacın dibine çömeldi. Saatlerdir yürüdüğü engebeli ve yokuş yol onu yormuştu. Yaslandığı ağaca; “Duramam. Durmamalıyım.” dedi. Yerinden kalkarak hızlı adımlarla yeniden yola koyuldu. Deli ormanın derinliklerinde yol alırken attığı adımlarının sesinden ürküyordu.

Beden yaşı on sekiz olsa da gönül yaşı vatan kadar büyüktü Ömer Lütfü’ nün. Aklı erdiğinden beri babasıyla birlikte Kırcaali de ki gizli Türk cemiyetine gider gelirdi. Meğer ne çok şey öğrenmiş, ne çok insan tanımış, nice olaylara şahit olmuştu orada. Yol boyu bunları düşündükçe kendisi de şaşıyordu. Daha birkaç gün önce en yakın arkadaşı Cemil’ i yol ortasında kurşuna dizmişlerdi. Koşarak yanına gitmişti. Yerde kanlar içinde delik deşik yatan arkadaşını görünce çılgına dönmüştü. Sonrada cemil’ i vatan haini ilan etmişlerdi. Ne cenazesini göstermişlerdi ne de defnedildiği yeri. Babası titreyen sesiyle; “Kahrolman fayda etmez oğul. Kâfirler, buraları terk edelim diye bu zulümleri yapıyor. Nice canlarımıza kıydılar. Nice mallarımıza el koydular. Belene’ yi bilmez misin? Sıra namusumuzda.” demişti.

Beş yüz kırk beş yıl yaşadıkları topraklarda birkaç yıldır yapılan eziyetler bitmek bilmiyordu. Gücüne gidiyordu Ömer Lütfü’ nün. Oysa dedesinden, hatta yedi kuşak ötesinden beri buralar onlarındı. Başka yurt nedir bilmiyordu. Üstelik yeni kaybettiği anasını nasıl bırakıp giderdi? Ne çok üzülmüştü onu toprağa verdiğinde. Kendi kollarında indirmişti son yuvasına. Gözlerinden dökülen yaşlar anasının ak kefenini ıslatmıştı. Ya babası… Kolu kanadı kırık kuşa benziyordu. Üç yetimle kala kalmıştı cehennemin orta yerinde. Bir taraftan yurtlarında yabancı sayılmaları, diğer tarafta anacığının kederli yolculuğu hayatlarını ıstırapla çevreliyordu.

Dolunayın ışığı Deliorman’ı aydınlatsa da uzun dalları saran geniş yapraklar onun saklanmasına yarım ediyordu. Takip edildiğini biliyordu. Varacağı vere sağ salim gidemezse, emaneti teslim edemezse belki de Türk cemiyetinin planı bozulacaktı. Ve hepsinin sonu belene de ölüm olacaktı. Dediklerini bir bir aklına yazmıştı. Yakalayıp arasalar üzerinde hiçbir şey bulamayacaklardı. Aklındakini de ancak Nihat beyi bulunca hatırlayacaktı. Yüreğinde ki huzursuzluğun sebebi babası ve kardeşleriydi. “Ya onlara bir şey yaparlarsa!” dedi kısık sesle. İçi titredi, dizlerinin bağı çözüldü. Olduğu yere yığıldı kaldı. Anasının; “Toprağın altında ki sevdiklerimiz olmasaydı biz üstünde bunca yıl yaşayabilir miydik.” sözünü hatırladı. Hemen toparlandı.

Etrafa göz gezdirirken sessizliğe de kulak kabarttı. Uzaktan uzağa köpeklerin havlamalarını duydu. Bir an civan yüreğine ölüm korkusu düştü. “Allah’ ım beni nefsime yenik kılıp can derdine düşürme.” diyerek dua etti. Sonra Belene’ yi hayal etti. Ürperdi; “Onların eline sağ bırakma ben.” diyerek koşmaya başladı.

Seherin lacivert rengi Tuna nehrine damlamıştı sanki. Kenarda beşik gibi nazlı nazlı sallanan boş kayık ise onu bekliyordu.

Sesler iyice yaklaşmıştı. “Dur. Yoksa vururum.” diyordu Bulgar Askeri. Ömer Lütfü’ nün takati tükenmek üzereydi. Bedenini unutmuş gönlündeki aşkla koşuyordu. “Aklımdaki emaneti ulaştırmalıyım yerine. Yoksa eziyetleri bitmek bilmeyecek. Bu haber Nihat Bey’ e, Oradan da Türkiye’ ye ulaşmalı. ” diyordu yorgun dudakları. “Babama kardeşlerime kötülük etmişler midir? Daha hızlı koşmalıyım. Tuna’nın kollarına sığınabilsem kurtulurum.”

Köpek havlamaları ve silah sesleri iyice yaklaşmıştı. Kıyıdaki irili ufaklı taşlara bastığında ayağı kaydı sendeledi. “Allah sırtım. Vuruldum.” dedi.

Ağırlaşan bedenini taşıyamıyordu. Zar zor birkaç adım daha atarak Tuna’ya doğru yürüdü.

Ansızın karşısına çıkan anası ayakta durmuş, gülümsüyordu. Ne bir gün öncesini düşünüyordu, ne de sırtından vurulduğu anı. İnsanlığın kötü yüzü gözlerinden ve yüreğinden silinmişti. Derin bir nefes aldı. Hayatını sarmalayan bütün hislerinden ve kaygılı düşüncelerinden sıyrılan Ömer Lütfü de anasına gülümsedi. İçinin sıkıntısı önünden akıp giden ipeksi dalgalara dökülüyordu. Bir anda etraftaki ağaçlar sabah rüzgârıyla türkü söylemeye başladı. Ellerini uzattı “Ben geldim ana.” dedi.

Yeni günün en temiz vaktinde Ömer Lütfü’ye sarılan lacivert Tuna, kırmızı akarken, güneş kızıl ışığını doğurmak üzereydi.

11.12.2015/ANKARA

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank