Ölümü Hatırlatmak, İslam’a Hizmet Midir?
Bu sorudan önce “dindar Müslüman, dini değerlerle çatışmadan İslam’ın hoş görmediği olgulara girmeden batılı tarzda ne denli eser verebilir?” sorusunu sormalıyız. Bunun devamında da şu soru gelecektir: İslam ve hassas değerleri korunarak dindarlar, tüm insanlığa İslam’a çağrı babında modern eserler verebilirler mi? Verilebilinirse böyle eserler ne kadar insanlığı iyiye, doğruya, güzele, nihayetinde Müslümanlığa ve Müslüman olmaya yönlendirir?
Bu, dindarların üzerinde uzun süre ve ayrıntılı düşünmeleri gereken çok önemli başlı başına müstakil bir konu olmakla birlikte bu yazıda bu konudan çok asıl üzerinde durmak istediğim dindar camiada dini bir atmosferde giderek yaygınlaşan bir oranda izletilen “benden sonra ölüm gelir” tiyatro oyunudur.
Bu oyun ilk defa 2001 yılında oynanmaya başlanmış; kukla yapımı ağırlıklı faaliyet gösteren Ankara Sanat Evi’nin tiyatro ekibiyle sahnelediği iki perdelik tiyatro oyunu. İnternetten ulaşabildiğim bilgiler ışığında oyun yazarı Serkan Öztürk ve sahneleyen ekip bildiğimiz anlamada dindar insanlara benzemiyorlar. En azından dindarlık sorunları yok gibi. Babanın ölümü üzerine, cemaatlerde ifade edilen ruhun bakiliği dolayısıyla ahiretin varlığı, bununda gerisinde Tanrı’nın var oluşuna dolayısıyla dine vurgu gayesiyle yazılmış; bu vurgu dışında tamamen Batı tiyatrosu etkisinde hatta uyarlamasında bir oyun.
Konu ölüm olup içinde birazda cemaatte kullanılan replikler olunca Fatih Üniversitesi öğrencileri dini bir vecdle bir ara bu oyunu sahnelemişler. Benzer yaklaşımlarla zaman zaman İstanbul ve Anadolu’da sahnelenen oyuna dindarlar dini bir iştiyakla gitmeye yönlendirilmiş; yönlendiriliyor.
Bu oyunun varlığından dindar medyadan haberdar olmakla birlikte 19 Ocak 2012 günü Osmaniye Cebelibereket Kültür Merkezi’nde sahneleninceye kadar izlememiştim. Gündüz bayanlara, akşam erkeklere ayrı ayrı sahnelenen oyuna özellikle tamamı başörtülü dindar bayanlar, dinin ve dini bilgi ve değerlerin anlatıldığı dini bir konferansa gelir gibi gelmişlerdi.
Daha sahneyi görür görmez dindarların çok büyük bir yanlış yaptıklarını anladım. Oyunun devamında da bu kanaatim iyice pekişti. Dekorun günümüze bir aitliği olmadığı gibi bizim diyebileceğimiz hiçbir ögeside yoktu. Ortaçağ kalıntılarını taşıyan aydınlanma dönemi Avrupası tüm ayrıntısıyla sahneye yerleştirilmişti. Oyunun baş karakteri ressam bizden esintileri bırakın sakal ve tavırlarıyla Karl Marks’ı hatta Darvin’i anımsatıyordu. Ama adı Semih’ti ve Türk ve müslümandı. Korku tamamen Hıristiyanlık formatında veriliyordu. Gulyabaniler, hayaletler, Batı korku filmlerinden fırlamışlar; marazlı, ağır hasarlı ruh sezişleri tamamen Shakespeare’in hamletinden gelmişlerdi. Evet yazar bir tiyatro oyunu yazmıştı; ama okuyup izlediği Batı tiyatrosunun etkisiyle adeta bir adaptasyon eser ortaya koymuştu.
Konun ölüm olması elbette ki bu eseri dini kılmaz. Zira ölüm insanlığın ortak kaderidir. Her insanın ortak derdi ve endişesidir. Ölümü anlatmakla İslam’ı anlatmış olamazsınız. Salt ölümü anlatmakta İslam’a hizmet değildir. Belki insanların davranışları üzerinde hafif bir olumlayıcı etki yapar. Zaten eserinde böyle bir derdi yok. Sadece ölüm vurgusu yapıp bunun uyandırdığı atmosferde dinsel bam teline hafiften dokunmak.
Burada yanlış, bununda ilerisinde tehlikeli gördüğümüz; dindar camianın vaaz dinlemeye gider gibi bu tiyatroyu izlemeye yönlendirilmesidir. Hıristiyanlık kültürü, Hıristiyanlara ait dekorlar, şeytani korkular, Müslümanlıkta bulunmayan ruh ve hayaletlerin Hıristiyanlık formatında tasvirli bu oyuna, dindar insanları izleyeme göndererek tüm bunlar adeta İslam’danmış gibi bir yanılgıya sokuyorsunuzdur. Yine cemaat ortamlarında sık dillendirilen ‘batılı tasvir saf zihinleri bulandırır’ özdeyişiyle bu oyunla, temiz, saf, sade dindar insanların zihinlerini ortaçağ Hıristiyanlık kalıntılarıyla doldurup sadeliklerini kaybettiriyorsunuzdur.
Benzer uygulamaların devam ettiği varsayıldığında İslamdanmış gibi izlettirdiğimiz, İslam’ın ruhuna aykırı bu görüntü ve anlatılar sonrası nasıl bir dindar nesil ortaya çıkar hiç tahmin edebilir mi siniz?
Zaten bunun benzeri şeyler her yerde var; izleniyor ve okunuyor diye itiraz edilebilir. Doğrudur. Dünya bugün Hıristiyan Batı kültürünün korkunç baskı ve etkisi altındadır. Bundan zaten kaçamıyoruz. Bu kültürle yetiştik yeni nesil de öyle yetişiyor. Bu etkilerden birini siz, saf zihinlere İslamdanmış gibi sunarsanız; o zaman kat be kat olumsuz etkileri ortaya çıkar. Yaşadığımız dünyada medyasal etkilere bunun farkındalığında olarak maruz kalınıyor. Bu farkındalık bize, biz farkında olmadan seçici ve koruyucu filtrelik yapıyor. Ama dini bir atmosferde, Batılı Hıristiyan kültür kalıntılılarını, dindarlara sunduğunuz anda o filtre otomatikman ortadan kalkıyor. Bu durumda en olumsuz bir Batı eseri bile dindar insanları bu kadar tahrip edemez.
Aynı konuyu anlatan yabancı bir oyun, aynı yönlendirmeyle, aynı atmosferde, izletilse bu kadar olumsuz etki yapamaz.
Bu yaklaşım sonucu, mitolojinin yarı insan, yarı hayvan ucube yaratıkları gibi Hıristiyanlık ve Müslümanlık karışımı yeni bir nesil ortaya çıkarsa şaşırmayın.
Lütfen ne yaptığımızı ve kaale alınmayan küçük neticelerin ne kadar korkunç gerçekler ortaya çıkarabileceğini hesaplayarak saf zihinli, dindar insanları yönlendirelim. Bu yönlendirmede de sakınca görüyorum. Zira sonucu anti demokratlığa çıkıyor. Bırakalım zorlamadan her şey kendi yolunu bulsun! Aziz Nesin’in bir eserinde kahramanına söylettiği gibi en iyisi dindar insanları, filmi, sinemayı, tiyatroyu, sanatı bırakıp dini konferanslara yönlendirmeye devam edin. Kaldı ki onlar, İslami olmayan sinema tiyatro sanat ve edebiyatı yukarda bahsettiğimiz üzere filtreli olarak her yerden rahatlıkla alıyorlar.