Ölüme ve Öldürmeye Yakın Yaşamak
Hazal SEYİTOĞLU
BEYİN RİTMİ
Bayramın ikinci günü, telefonun diğer ucundaki ses üzgün olmasına rağmen, canlarını kurtarmış olmanın buruk sevincini yaşıyordu, “ayakkabımın bir teki bile kalmadı” derken. Bayramın birinci günü bayramlaşmış olduğumuz için, bayramın ikinci günü gece, dostumun telefonda ismini görünce şaşkınlıkla telefonu “hayırdır kardeşim?” hitabıyla açtım.
“Evimiz yandı.” deyince kulaklarıma inanamadım. Nasıl, nasıl oldu yahu? Tamamen mi? Siz iyi misiniz? Şeklinde ardı arkası kesilmeyecekmiş gibi sorularla zavallı arkadaşımı bunalttığımı fark edince “çok şükür ki sana, eşine ve çocuğuna bir zeval gelmemiş. Yaşıyorsunuz, çok şükür!” diyerek fazla uzatmamaya çalıştım. Elektrik tesisatından çıkmış yangın. Henüz ev hediyelerini almış, bayramın üçüncü günü gitmeyi planlamıştık. Kadere bak!
Kader deyip, geçmek doğru mu bilemiyorum. Elbette yaşanan, olup biten bu şey artık kader defterine işlenmişti fakat, sebepler de önemliydi. Elektrikten doğan yangınlar iki şekilde oluyormuş. Birincisi, aşırı voltajmış. Elektrik kurumundan gelen bir eksper eğer aşırı voltaj verildiğini tespit ederse, elektrik kurumu tazminat dahi ödüyormuş. O gün bu üzücü olayı duyduğumuzda bulunduğumuz evin sahibinin başına gelmiş. Evleri yanmış, gerçi hasar bu kadar büyük değilmiş fakat, kurum hasarı tespit ettirip, tazminat ödemiş. Hemen arkadaşımı arayıp, anlattım. Fazla voltajdan olacağını zannetmediğini, elektrik kablolarının çok ince döşendiğini, büyük ihtimalle bu yüzden akımı kaldırmadığını, söyledi.
İşte bu da yangınların çıkışının ikinci sebebi. Elektrik mühendisi bir arkadaşımızdan öğrendiğimize göre, elektrik tesisatı döşemek için fiyat veren şirketlerin işçilikten değil, malzemeden keserek/çalarak ucuz fiyat verdiklerini öğrendik. Olması gereken genişlikteki kabloları kullanmak yerine daha ucuz olan, ince kabloları döşedikleri için şehir elektriğini kaldıramayan tesisatlar önünde sonunda patlamaya hazır bomba kıvamına gelmeye mahkum oluyorlarmış. İyi ama bunu tesisatı döşeyen adam bilmiyor mu? Bilmez olur mu! Her işte olduğu gibi bizim insanımızın hayata bakış açısı bu kadar işte! Kim böyle bir malzemenin kullanılabileceğine karar veriyor, diye düşünüyor insan.
Yapı denetimi, konusu geliyor sorunun ardından insanın aklına. 1999 depreminden sonra –galiba- ilk defa yapı denetimi diye bir kavram anılmaya başlandı. Nitekim, 2001 yılında 4708 numaralı bir kanunun çıkarıldığını görüyoruz.
“Madde 1- Bu Kanunun amacı; can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
Kulağa pek hoş geliyor, öyle değil mi? Peki yapı denetimi kanunu koyduktan sonra ne oldu? Sırf kanunun gereği yapılsın diye ortaya çıkan yapı denetim şirketleri türedi ve ortada uçuşan, o imzadan bu imzaya koşan evraklar ve bu işler için ödenen yüzlerce paralardan geriye yanan ve çöken evler kaldı. İşte bir kere daha Türkiye’de işlerin nasıl yürüyemediği ortaya çıktı. Her işimiz böyle!
Neden insan hayatı bu kadar ucuz bu ülkede? Neden insanlar kendi güvenlikleri için emniyet kemeri takmazlar da ceza yememek için trafik polisi gördüklerinde kemeri takar gibi yanlarında tutarlar? Neden insanlarımız ölüme ve öldürmeye bu kadar yakın yaşamak zorunda bırakılıyor; sorgusuz sualsiz?