Olmuyor İki Gözüm, Ölüyoruz -II-
Evet, kim ne yapabilir? Aslında bu konuyu tartışırken “kan” sözcüğü kullanılmamalıydı, kullanıldı. Bu süreçte çatışmalardan söz etmemiz gereksizken gerekli hale getirildi.
Bu sebeple,
Akan kanın durması için kimin yapabileceği bir şeyi var ise hiç zaman kaybetmeden başlaması en büyük insanlık görevidir. Ve bu sorunu başkalarına havale etmeden, kimseye güvenmeden, araya aracılar koymadan kendimiz çözmeliyiz.
Çünkü;
Bizim ABD ve İsrail ile ittifaklarımızın acı bilançosu 27 yıllık şiddet ortamından gayrı bir şey olmadı. Devletlere, hele hele ABD gibi menfaatleri dışında hiçbir ilkesi/ahlakı olmayan bir devlete, İsrail gibi “Tanrı Krallığı ile Ard-ı Mev’ud” inancı gereği her türlü kötülüğü, cinayeti, çirkinliği helal gören (hatta yerine getirilmesi için farz kabul eden) bir devlete güvenmek harakiri yapmaktan daha tehlikelidir.
Kürt Sorunu özelinde düşünürsek, bugüne kadar bu iki devletin (ABD-İsrail) desteğini arar olduk. Sonuç kan ve gözyaşı, sondan başa dönmek. Bu ülkeler bizim sorunumuzun çözümünde katkılarını beklemek için hiçbir haklı gerekçemiz yoktu(r), olamaz.
Devlet cephesinden bakarsak, ABD ve İsrail’in -bu sorunun özellikle güvenlik boyutunda- kaçıncı kez aldattığını gör/e/memek ciddi bir devlete yakışmaz.
Mesela,
ABD “sıcak bilgi” konusunda Türkiye’ye bilgi verdiği gibi PKK’ye de vermiş olamaz mı? Eğer PKK’ye bilgi vermemiş ise o zaman Türkiye’ye eksik ve bilerek yanlış “sıcak bilgi”ler vermiştir. Zira bölgede sınır ötesinden gelip karakol basma eylemleri en yoğun “sıcak bilgi” sürecinde meydana geldi. Bunları tesadüf mü kabul etmek gerek?
ABD bölgeyi evi gibi gözlüyorken bunca zaman sınırı aşıp gelen PKK’lileri neden söylemedi? (Bu arada bunları söylerken ABD daha çok kan aksın, daha çok insan ölsün diye bilgi versin niyetinde değilim, ABD’nin Türkiye’ye karşı ve sorunun çözülmesini istemede dürüst olmadığını söylemeye çalışıyorum)
Keza İsrail ve heronları da öyle;
Bildiğim kadarıyla heronların yazılımı İsrail işi olunca bilgilerin aynı zamanda İsrail’e de ulaşması söz konusu ve böyle olunca İsrail aynı bilgilere sahip olmaktadır. Bunun ne anlama geldiğini işin uzmanları çok iyi biliyordur. Alman mayınları, Rus silahları, derin devletin tutumu ile birleşince “sorunun neden çıkmaza döndüğünü” rahat bir şekilde görebiliriz.
PKK açısından bakılırsa da aynı şey; Türklerle Kürtleri birbirine kırdırtmaktan, bunun koşullarını oluşturmaktan öte bir şey yaptığına inanmak için hiçbir sebep yoktur. Yıllarca Sovyetler Birliği’nin FKÖ’ye yaptığı gibi; bitme-kazanma-öl-öldür…
Yani yıllardır ikili oynayan bu iki devlet, asla bu kanın durmasına yönelik bir çaba sarf etmemiştir. Tam tersine gayeleri, süreci uzatmak ve kanın akmasına zemin hazırlamak oldu.
Doğrusu böyle olmaması için de biz siviller, akl-ı selim sahipleri, annelerin gözyaşlarını kutsal ve akmasını da vebal/günah/acı kabul edenler ciddi hiçbir şey yapmadık. Yapabileceğimiz çok şey varken kanı durduracak görevimizi ihmal ettik.
Şunu demek istiyorum;
Hepimiz kendimizi özeleştiriye tabi tutalım ve inanalım ki bu sorunu bizden başka, kendi içimizde çözmekten başka yol yoktur, olamaz da. Elbette ki işin dış boyutu vardır; İran bir boyut, Suriye bir diğer boyut, İsrail ve ABD en büyük taraf. Bunlara Almanya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, Rusya, Belçika, Danimarka ve diğer bazı Avrupa ülkelerini de rahatlıkla dâhil edebiliriz. Çünkü herkesin farklı hesapları vardır. Ama en önemlisi, en anlamlısı bizim hesabımız ve kendi tutumumuzdur.
Bu sorun bizi ilgilendirir, zira sorun bizim çocuklarımızın canını almaktadır. Başkalarının hesapları elbette ki olacaktır. Ama biz kendi inancımızın gereğini yapamadık.
Soruyorum,
“Şehitler ölmez”den başka ne yaptık? Ha, “bir de kahrolsun PKK” dedik de ne oldu?
Beri tarafta da “Şehit namirin” demekle kanı durdurabilen beri gelsin.
Ne Yapmalıyız?
Bu soruyu cevaplamak isteyenler öncelikle kendilerine şu testi uygulamalıdırlar:
a) Ben “ne kadar kan akarsa aksın, yeter ki PKK bitsin” mi diyorum? (27 yıllık kafa)
b) Ben “hayır, kan akmasın biz oturup konuşur, tartışırız ve sorun olan ne varsa kardeşçe ve adalet ölçüsünde biz çözeriz” mi diyorum? (bugüne kadar denenmemiş tek yol)
c) Ben “bana ne PKK-devlet ne yaparsa yapsın” mı diyorum? (bu da laf mı?)
d) Ben “PKK ne yaparsa doğru yapar” mı diyorum? (Bu da 27 yıllık diğer bir kafa)
e) Ben “devlet/PKK ne yapıyorsa doğru yapıyor” mu diyorum?
Evet bu şıklardan b) dışındaki bir şıkkı seçiyorsanız sizin çözüme yönelik hiçbir fikriniz bulunmamaktadır. 27 yıldır, binlerce kez denenmiş bir yöntemi ancak zekasını 27 yıl önce bir sabah kahvaltısında (avfınıza sığınıyorum) zıkkımlayan birileri seçip önerir ki çözüme hiçbir katkı sunmayacaktır. Çünkü öldür öldür bitmiyor, sonuç alınmıyor ve kaldı ki öldürülen insan, annesi olan, babası, kardeşleri, yeğenleri, kuzenleri olan insan… Hani ben kıyamam da söz gelimi öldürülenler kertenkele olsa “varsın ölsün” diyebilirsiniz. Ama dediğim gibi öldürülen insanoğlu, bu sebeple her öldürme yeni bir kin ve nefreti yeşertiyor.
O halde;
Bizler öldürme seçeneklerini eliyor ve geriye kalan (b) seçeneğini; “kan akmasın biz oturup konuşuruz, tartışırız, sorunu kardeşlik ve adalet ölçüsünde çözeriz” şıkkını destekliyor isek doğru ve isabetli yoldayız. Sadece neyi, nasıl yapacağımızı kararlaştıralım kâfi.
Dedim ya,
Biz çözebilecek yegâne gücüz ve bugüne kadar bizim dışımızdaki herkes söyleyeceği sözünü kurşun ve bomba ile söyledi. Bizler yeterince ses vermeyince “öcüler”in sesi baskın çıktı.
Uzattığımın farkındayım,
Bizler silah kullanan taraflara –tabi ki en başta PKK’ye; “derhal silahlarını toprağa gömmelisin, hatta sınır ötesine çekilmelisin” demeliyiz.
Akabinde TSK ve hükümete de seslenip operasyonları durdurmasını isteyeceğiz. Bizi dinlemeyenlere karşı direnelim. Bunun için gerekirse binlerce kişi oturma eylemleri yapalım, açlık grevlerine gidelim. Doğu-Batı seferleri düzenleyip güç birliği yapalım. Bu uğurda ne yapılacaksa beraber katkı sunalım.
Bunları sağladıktan sonra bu ülkenin vicdanı olabilecek pek çok “akil” şahsiyete çağrıda bulunup bu kutsal vazifeyi üstlenmelerini istemeliyiz.
Bu Türklerin de, Kürtlerin de vicdanlarına toz kondurmayacağı akil şahsiyetler kendi aralarında toplantılar düzenleyip çalışma takvimi, yol haritası çizerler. Bizler de sonuna kadar sabır ve duayla yardım isteyeceğiz.
Bu akil ve vicdanımız olacak şahsiyetlerin vereceği karara önceden kabul diyerek yola koyulmanın vakti geçti ise de Rabb-ul Alemin’den niyazımız özrümüzü kabul buyurmasıdır. Zira çok geciktik.
Şimdi son bir soru;
Hangi (aklı başında ve vicdanı ölmemiş) Türk bu akil şahsiyetlerin alacakları kararın ülkesine zarar verileceğini düşünebilir? Ve hangi (aklı başında ve vicdanı ölmemiş PKK’li ve/ya) Kürt bu akil şahsiyetlerin hakkaniyetten sapabileceğini düşünebilir?
Eğer bu olumsuzlukları düşünmüyor isek sorun çözülecektir, gözümüz aydın.
Ama,
Yok, eğer güven sorunu var ise a, c, d ve e şıkkını işaretleyenlerle aynı saflarda birleştiniz. Hepimizin başı sağolsun.
Şimdi yapacağımız son bir hamle kaldı;
Bizler son bir kez;
“ille de silahlar sussun” diye çağrı yapalım, söz konusu şahsiyetleri davet edelim, buna uyulmadıktan sonra kim nasıl biliyorsa öyle yapsın ve;
Savaşın sürmesini PKK istiyor ve bu anlayışla saldırılarını gerçekleştiriyorsa, artık devlet hangi operasyon yaparsa yapsın karşı çıkmamız söz konusu olmayacaktır.
Yok, eğer PKK kanın akmamasını ister de devlet saldırılarını arttırırsa güvenlik güçlerinin saldırmaması için kurşunlara karşı göğsümü tutmazsam namerdim. Tabi (kan ve gözyaşı getiren öneriler hariç) bu minvaldeki farklı önerilere de açığım, daha iyi önerisi olan varsa söylesin biz uyalım.
Söz sizin, karar sizin.
Ya ebedi saadete, ya da ebedi zillete, tercih sizlerin.
Allah’ım şahid ol!
Ben üzerime düşeni yaptım.
Allah’ım şahid ol!
Ben üzerime düşeni yaptım.
Allah’ım Şahid ol ve insanlık ailesi şahid olun! Ben üzerime düşeni yaptım.