Olimpiyat Yolunda
Bildiğiniz üzere 2020 Yaz Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunlarına ev sahibi olabilmek adına adaylığımızı sunduk. 7 Eylül 2013 tarihinde nihai sonuç açıklanacak. Ve rakiplerimiz Tokyo ve Madrid. Bu olimpiyatları çok istememize rağmen rakiplerimizin dişli olduğunu söylememiz gerek. Yiğidi öldürmeli, ancak hakkını yememeliyiz. Japonya bu tarz oyunlara pek te yabancı değil. İş potansiyeli, tesisler, deneyim ve nüfusun bu tarz etkinliklere karşı olan aşırı ilgisini göz önünde bulundurduğumuzda bana göre en büyük rakip Tokyo. 1940 ve 1964 Tokyo, 1998 Nagano olmak üzere tam üç kere kış olimpiyatlarına ev sahibi yapmış olan Japonya bir kere de 1972 yılında Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştır. Ve şimdi de çok iddialılar. Tesislere göz ucuyla internet üzerinde bakma fırsatı buldum. Gerçekten tertip ve organizasyon olağan üstü. Hele ki Olimpiyat köyünün o hem ihtişamlı hem de düzenli o yapısı görmezden gelinemez. Bu yüzden ben iddiamı düşük tutma yolunu tercih ediyorum. Bir diğer aday ise İspanya'nın başkenti Madrid. Aynı zamanda ülkenin en büyük şehri. Ancak İspanya bu yarış içerisinde Tokyo'nun gerisinde. Ancak 1992 Barselona Yaz Olimpiyatları deneyimleri göz ardı edilemez. Olimpiyat Komitesinin bugüne kadar elediği üç şehir var. Doha (Katar), Bakü (Azerbaycan) ve Roma(İtalya) Bu şehirlerin yarış dışında kalma sebebi çeşitli nedenlere dayanıyor.
Katar, her ne kadar Avrupa futboluna damgasını vurmuş futbolcuların emeklilik öncesi son duraklarından biri olsa da, yeteri kadar deneyime sahip değil. Uluslararası bir organizasyonu yönetebilecek kadar donanımlı olmadığı inancı taşınıyor. Her ne kadar herşeyi paranın yapabileceği inancını taşıyor olsalar bile, paranın elde edemeyeceği unsurlar da var. Bu tarz organizasyonlarda en büyük örneği. Diğer şehir ise büyüyen değer Bakü. Yani kardeş Azerbaycan'ın göz bebeği. Ülkedeki petrol rezervlerinin, ülke inşasındaki büyük katkı görmezden gelinemeyecek kadar büyük. Öyle ki bu kardeşlerimizi kıskandığım anlar olmuyor değil. Onlar ise tam aksine bizlere hayran. Bizlerin kültürüne, bizlerin sporuna, bizlerin sinema ve dizilerine hayranlık derecesinde bağlılar. Bazen kendi kendime, biz onlara onların bize verdiği kadar değer veriyor muyuz diye sormuyor değilim? Rus sevdasından uzaklaşmış, yönünü Türkiye'ye çevirmiş bir Azerbaycan var son yıllarda. Bunda Ortadoğu'yu kasıp kavuran Türk dizileri furyası etkili midir bilmem ama, Azeri kanalında izlediğim Türkiye'de şifreli olan Avrupa Kupası maçlarını ve bizim en büyük değerlerimizden biri olan rahmetli Kemal Sunal filmlerini gördüğümde onların bize olan sevgi ve ilgisinin dizilerden ibaret olmadığını çok iyi anlıyorum. Ancak kardeşlik bir tarafa birtakım gerçekler var. O da bu tarz bir organizasyonu yönetebilecek kadar deneyimi olmadığı.
Bu yüzden elendiğini düşünüyorum. Bakü'deki özgüvenin sebebi son yıllardaki Eurovision ve 17 yaş altı kadınlar dünya şampiyonası gibi deneyimleri. Umarım bundan sonra daha büyük organizasyonlara ev sahipliği yaparlar kardeşlerimiz. Elenen diğer ülke ise İtalya. Roma şehriyle organizasyonlara ev sahibi olabilmek amacı ile başvuran İtalya son anda bu adaylıktan çekilmek durumunda kaldı. Tüm Avrupa'yı içine alan ekonomik dar boğaz İtalya'yı da vuruyor ve bu çaptaki bir mali yükümlülük altına girmenin imkansız olduğunu düşünüyorlardı. Nitekim yollar bize çıkıyor ümitlerimiz fazlasıyla artıyordu. Son günlerde Spor Bakanı Suat Kılıç'ın iş adamları ile olan görüşmesi ve onlardan aldığı maddi ve manevi destek sözü bizleri biraz daha ümitlendirdi. Ancak yeteri kadar iyimser de değilim. Öyle ki dört kere aynı kapının eşiğinden döndük.
İki büyük organizasyona ev sahibi olabilmek amacı ile başvurduk. Ancak UEFA başkanı Michel Platini'nin 2020 Avrupa Şampiyonasına farklı ülkelerin, farklı farklı şehirlerin ev sahibi yapması adına sunduğu bir öneri bu organizasyon adına kurduğumuz hayalleri bir anda suya düşürdü. Gözler ise 2020 Yaz ve Paralimpik Olimpiyatlarına çevrildi elbette. Tüm bunun için yapıldı. Atatürk Olimpiyat Stadyumu' nun çehresi değişecek 24 saat aktif olarak kullanılabilecek bir tesis haline getirilecek diğer yandan da bir türlü çözülemeyen, hava şartlarına bağlı olarak daha önce rüzgar panaliyle çözülmeye çalışılan sorunun stadyumun üstünün açılır kapanılır haline getirilerek çözüleceği duyuruldu. Bu iyi haberdi. Bir yandan da Anadolu'nun bir çok şehrinde stadyum projeleri hayata geçecekti.
Bir kaçına çoktan geçildi yapılmasına az kalan stadyumlar var. Bunlardan biri Bursa. Bir futbol sever olarak her ne kadar beni, yapılacak stadyumlar ilgilendirse de yapılacak diğer tesisler de ülkenin göz bebeği olacak. Türk sporuna büyük katkı sağlayacaktır. Öyle ki, gençler hala spor yapacak tesis sıkıntısı çekiyorlar. Bu organizasyonlara karşı çıkan çevreler de yok değil. İşin getirisini bilmeden, ne gerek var bu kadar mali külfete başka yatırımlar yapalım diyenler de yok değil. Gençlerin spor yapacağı yeni tesislere kavuşması, şehrin yeni tesisler kazanması onlara göre yararlı sayılmıyor. Çünkü onlar ancak gökdelen yapılmasını isterler. Ancak içine yangın koruma sistemi kurmayı bile beceremezler. Türkiye gerçeği bu.
Altyapı yeteri kadar iyi değil İstanbul'da. Metrobüste yaşanılan izdihamı her gün televizyonlarda izleme fırsatı buluyoruz. Ek seferler dahi yeterli gelmiyor. Şehir günden güne büyüyor. 2020' deki durumu düşünemiyorum bile. Diğer yandan üçüncü havalimanı ve üçüncü köprü gerçeği artık kaçınılmaz. Her ne kadar bakir ormanların yok olmasına gönlümüz razı gelmese de bakan büyüklerimizin " Biz kestiğimizden fazla ağaç dikiyoruz" açıklamalarıyla teselli buluyoruz. Somut örnekler göremesekte. Dünyanın en büyük havalimanı kurulacak. İhalesi önümüzdeki günlerde. Türk Hava Yollarına artık Atatürk Havalimanın dar geldiği gayet açık. Bu yüzden ısrarla bu projenin hayata geçmesini istiyorlar. İstanbul'daki nüfus hareketlerini göz önünde bulundurduğumda sanırım bir yirmi sene sonra dördüncüsü de kurulabilir. İzleyip göreceğiz. Bu tip tereddütle yaklaştığımız projeler dışında gerçekten yararı olacağını düşündüğüm bir Marmaray projesi var örneğin. Ve bitmek üzere bildiğim kadarıyla. Trafiği bir hayli rahatlatacağı söyleniyor. En azından dördüncü köprü ihtimalinden kurtulur diye düşünüyorum şehir bir süre. Her ne kadar bir kesimin ideolojik nedenlerle ısrarla karşı çıktığı bir proje olsa da Taksim'in yayalaştırma projesi bana göre çok olumlu. İnsanların bu denli büyük bir metropolde rahatlıkla gezebileceği birtakım meydan ve caddeler olmalı. Bence çok iyi bir proje.
Ülke çapında aynı anda hayata geçeceği söylenilen Kentsel Dönüşüm atağı ne yazık ki yeteri kadar hedefine ulaşamadı bugüne dek. Onbeş yirmi yıl gibi bir süreçin gerektiği elbette aşikardı. Ancak görünen o ki biz bu sorunu ancak elli yılda falan çözeriz. Belki de daha sonra. Öyle ki kaçak bir kaç apartman dışında, birtakım askeri lojmanlar dışında pek yıkılan birşey yok. Yıkılacak gecekonduların yerinde, Sulukule gibi rantlar sağlanmayacağı için mi bazı kurtarılmış bölgeler yıkılmıyor onu bilmiyoruz. İnanın böyle düşünmekte istemiyoruz. Tarlabaşı kentsel dönüşümü tamamlanırsa çok büyük bir iş başarılmış olacak. En azından kısa vadede birtakım kişilere hırs kaynağı olacak. Umarım orası yapıldıktan sonra dendiği gibi eski sakinlerinin de içinde birtakım faaliyetler yürüttüğü, farklı etnik, kültürel, sosyal yapıları içinde bulunduran ve turistlerin ağırlandığı eşsiz mekanlardan biri olur.
Geçtiğimiz günlerde göz göre göre kül olan Galatasaray Üniversitesi, bizlere alt yapı konusunda ve birtakım ince işler konusunda ne kadar başıboş ve gamsız olduğumuzu tokat misali yüzümüze çarptı. Maliyetleri azaltmak adına, insan hayatına ve yapılan yatırıma verilen değerin yoksunluğu hiç bir Avrupa ülkesinde görülebilecek bir şey değil. Öyle ki gerçekleşen bir trafik kazasında süs için konulan Mobese kamerasının kazayı anı anına göremediği bir ülkede yaşıyoruz. Öyleyse biz altyapı konusunda fırın fırın ekmek yemeliyiz. Çarpık kentleşme, Bilinçsiz gökdelen dikilmesi, ormanların yok edilmesi, tarihi binaların yeteri kadar korunamaması bu ülke ve özellikle İstanbul'un en büyük sorunu. Trafiğe yeteri kadar hakim olduğumuzu, yangınlara haddinden erken müdahele edebildiğimiz, sel ve deprem gibi felaketlerden en az zarar görecek ülkeler arasına girdiğimiz vakit bana göre Olimpiyatların en büyük adayı olacağız. Bana göre Galatasaray Üniversite'sinin yanması dahi adaylığımıza çok büyük darbe vurmuştur.Bizler bu şehri ve ülkenin diğer şehirlerini yirmi dört saat huzurlu ve asayişi sağlanmış şehirler olarak düzenleyebilirsek işte o zaman en çok ziyaret edilen ülke, en çok organizasyona ev sahibi yapan şehirler kazanacağız. Gece onibirden sonra ülke insanı şehrinin merkezinde dolaşamıyor, devletten bir muhattap bir kolluk kuvveti göremiyorsa biz hala boş konuşuyoruz, boş hayaller kuruyoruz demektir. Umarım kazanırız ve ben yanılmış olurum. Belki de kazanırsak, böyle ev sahipliklerine alışırsak zamanla medeni hale geliriz. Söylediğim hususlarda tabi ki. Misafirperver bir millet olmak yetmiyor, gerçek bu.
Avrupalı güven ve konfor istiyor. Ve hala biz bu konularda yeteri kadar tanıtılmış değiliz. Yıllar boyunca yabancı film yapımcıları, ülkenizi tanıtacağız diyerek asya pazarı havasında pazarlar kurarak ( ki bizim pazarlarımız cennet), kapalı çarşı içerisinde çarşaflı kadınlar arasında koşarak bizleri tanıttıklarını ifade ettiler. Ne kozmopolit yapının üzerine basıldı, ne modernliğin ve yoksulluğun bir arada yaşandığı bir şehir göründe sahnelerde. Sarartılmış İstanbul görüntüsü, ve kapalı çarşı tek gördüğümüz buydu. Öyle ki aynı Avrupa Rio de Jenerio'nun tepesindeki uyuşturucu meskeni, polis giremeyen mahalleleri ballandıra ballandıra anlattığı kadar her fırsatta eşsiz uzunluktaki ve güzellikteki sahilleri, karnavalından bahseder. Anlayacağınız en iyi tanıtımı sanırım bizler yapmalıyız. Taşıdığımız potansiyel bunu bana söyletiyor, umarım kazanan biz oluruz.
Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları, Expo 2020 ve diğer büyük organizasyonlar umarım ülkemizde gerçekleşir. Umarım karamsar olmayı, 2012' lerde bıraktığımız zamanlara yürürüz. Sağlıcakla...