Olduğun Gibi Görünemez, Göründüğün Gibi Olamazsın!
İnsanın olduğu gibi görünmesi veya göründüğü gibi olması meselesi bir felsefi konudur. Hiçbir insan ne olduğu gibi görünebilir, ne de göründüğü gibi olabilir. Eğer bir insan olduğu gibi görünebiliyorsa ki, bu mümkün değil, o insan tek boyutlu, çelişkisiz bir halde olur ki, öyle birisi yaşayamaz! Olduğu gibi görünmekle, göründüğü gibi olmak lafı dürüstlük açısından çok caziptir ama bilimsel değildir. Eğer böyle bir durum mümkün olsaydı, ne alt benlik, ne de üst benlik olurdu. Yani bilinçaltı ve bilinç durumu olmazsa, ortada insan da olmazdı. İnsan, bu yapısallığından ötürü bırakın ikiyüzlülüğü, çok yüzlüdür!
İnsanın alt benliğine attığı, bilince çıkaramadığı, onları bastırdığı nice korkuları, hayalleri, fantezileri vardır. Ve kendisi, bunların çoğunun farkında da olamayabilir. Öyle davranışlarımız olabilir ki, o davranışlarımıza neden olan olgu, bilinçaltımızda yatabilir. Hâlbuki biz, her davranışımızı bilinçli yaptığımızı sanırız. Belki de bilincinde olmadığımız bir yüzümüz, ortamını bulduğunda tezahür edebilir.
Her birimizin iç dünyası, bir deryadır ve o iç dünyamızda olanlara göre davranmamız çoğu kez, çoğu yerde mümkün değildir.
İstiyorsanız kendinizi test edin. Çıkın iç yolculuklarınıza; neleri saklıyorsunuz, hangi duygularınızı, fantezilerinizi bastırıyorsunuz? Kendinizle yüzleşme cesaretiniz var mı? Kendinizle yüzleşmek isteseniz bile, bunu tek başına başaramayabilirsiniz. İç yolculuğa çıkmak için bir psikiyatra gerek duyabilirsiniz. Olsun, çıktığınız bu iç yolculukta bakın bakalım, olduğunuz gibi görünebilmiş veya göründüğünüz gibi olabilmiş misiniz?
Bilinçaltına atılan konuların başında cinsellik gelir. Freud gibi insan varlığını cinselliğe indirgemesek de, cinsel kodların davranışlar üzerinde epeyi bir belirleyiciliği olduğu, birçok deneyle kanıtlandı.
Bir insan, homoseksüel eğilimlerini bastırmış olabilir. Böyle bir olguyu/duyguyu taşıyan bu şahıs, nasıl olduğu gibi görünebilir? Veya bir insan, seksüel davranışlarını bilinçdışı etkileyen ‘şeylerin’ bilincinde olmayabilir. Kim bilir küçüklüğümüzde bizler nelerden etkilendik ve onları bilinçaltımıza attık. Kişi onu bilince çıkardığı zaman belki de utanacak, o her neyse, onu itici bulacaktır. Çünkü insan davranışlarını tasnifleyerek değerlendiren, her ne kadar değişken olsa da, toplumda bir ahlak ve kültür olgusu var.
Mahremiyet, insana özgüdür. İnsanın dışında hiçbir canlının mahremiyeti yok. Mahremiyet, aynı zamanda çok yüzlülüktür. Kişinin tek başına kendi dünyasının olsun veya mahremiyeti paylaştığı muhatabı/muhatapları olsun; oldukları gibi görünemezler. Kendi içlerinde yüzleri farklı, kendi dışlarında yüzleri farklı olmak zorunda.
İnsanın kendi iç dünyasında taşıdığı ama taşıdığı her neyse, ona göre davranamadığı çok durumları vardır. Bir düşünün bakalım, kimlerle sevişmek istediniz de, buna imkân olmadığından, onu bilinçaltına attınız? Örneğin, hiç düşündünüz mü, cinsel partnerinizi seçerken hangi ölçütleri kullanıyorsunuz ve bunları nereden edindiniz?
Peki, insanların yüzleşmekten en çok korktukları cinsel dünyadan çıkalım, inanç/ahlak/dürüstlük kavramlarının yaşamın gerçekleriyle ilişkisine bakalım. Örneğin adam hırsız. Peki, bir hırsız, kendini olduğu gibi, yani hırsız olarak nasıl gösterebilir? Hırsız bir adam, hırsız gibi görünürse bir daha hırsızlık yapabilir mi?
Yahut adam inançlı ve inançlarının gereği gibi ibadetini yapıyor, Allaha yakarıyor ve haramdan sakındığını söylüyor; görüntü bu! Fakat adam örneğin imar oyunlarıyla kırk türlü dümen çevirerek müthiş haksız kazançlar sağlıyor, haram yiyor, ondan sonra da utanmadan bir de iftar yemeği veriyor vb. Bu tür insanlar olduğu gibi görünemez, ya da göründükleri gibi de olamazlar.
Nedenini biraz metafizik yapmaya çalışarak anlatalım. Bütün inançların temelinde ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramı var. Aslında iyi ve kötü, varlıktaki bir çelişkiye işarettir. Varlıkta, bir diğer deyişle yaratılmış olan her şeyde bir çelişki var. Örneğin doğada bu çelişki artı-eksi biçiminde ise, insanda da iyi ve kötü biçiminde bulunur. İslam inancına göre cennet ve cehennem, iyi ve kötünün karşılıklarıdır. Allah insanı yaratmış ve şeytan da, insandaki kötülüğün/günahın karşılığı olarak yerini almış. Eğer kötülük kavramı olmasaydı şeytana da gerek olmazdı. Bakın, bütün mitolojilerde de iyi ve kötü çatışması vardır.
İnsandaki kötülük varsa ve olduğu gibi görünürse, o insan kötü olarak bilindiği için toplumda yaşamını sürdürme ortamı bulamaz. O zaman kötülükten sıyrılıp iyi olmak zorunda kalacak. Yani iyi ise, iyi görünecek, iyi görünüyorsa da iyi olacak. Kötülüğün, gerekircilik anlayışıyla yok edilmesi! Bu ancak muhayyilede olur! Bütün insanların iyi olduğunu varsayarsak, o zaman inancın paradigmasındaki şeytan ne olacak? Cennet ve cehennemin bir karşılığı, anlamı olacak mı? Var oluşun temelinde çelişki varsa ve ek olarak, insan varlığı da iyilik ve kötülük üzerine bina edilmişse, siz bu çelişkinin kötülük ayağını yok ederseniz, insan varlığı ayakta kalabilir mi?
Hayat çok yönlüdür deriz. Aslında insan çok yönlü olduğu için hayat da çok yönlüdür. Tek yüzlü insan, tek yüzlü hayat yok. Böyle bir gerçek olamayacağı gibi, dinende bu mümkün olamaz. Dikkat ederseniz bütün dillerde her sözcüğün bir karşıt sözcüğü var. Bu durum, ‘şeylerin’ çelişkili dünyasının dildeki ifadesidir. Eğer tek yüzlülük olsaydı, ‘şeylerin’ dünyası da, metafizik de, inançlarda olmazdı! Sözün kısası, insan olmazdı!