Obama Soykırım Diyecek mi?
Amerikalı Ermeniler, Barack Obama'nın bugün yapacağı konuşmada 'soykırım' kelimesini kullanmasını istiyormuş.
İşte Tüm Basınımız bunun üzerine yorumlar yapıyor ve kaynatıyor. Hem de yıllardır aynı ANTEBİN ISPANAK AŞI gibi kaynatıp kaynatıp önümüze koyuyorlar. Biliyorsunuz bir iki gün önce yine yazdım. Azerbaycan la sınır kapısı meselesi gündeme geldi. Oranın bayan vekilleri gelip bizim burada boy gösterip gittiler. Muhterem medya alladı pulladı. Şimdi bizim Başbakan diyor ki: “Türkiye'de yaşayan benim vatandaşım, kendi Başbakanı'nın yaptığı açıklamaya inanmıyor da eğer bir başka yerden yapılan açıklamaya inanıyorsa, ben ne diyeyim?”…
Öte yandan bu gün medyaya yansıyan bir haber var. Cumhurbaşkanımız Aliyev’e telefon açıp çözüm üzerine görüşmüş…
Neyin, niçin, neden çözümü? Bilen yok, anlatan yok. Yazıyorlar sadece. Ya da tabiri caiz ise, işi bilsin bilmesin bizzikliyorlar..
Kimse dünyanın ve ülkenin gerçekleri ile örtüşen yorumlar yapmadığı gibi, kimse geçeklerin ortaya çıkması içinde bir gayret sarf etmiyor. Vızıltı cızıltı ile işi götürüyorlar. Oysa Dünyayı sarsan Küresel kriz denilen ekonomik kiriz ülkemizi de perişan etti. Kimsede nakit para yok. Ortalık da çek ve senet dönüyordu, o da iki yıldır ardı ardına gümledi gitti. Artık ticaret erbabı çek ve senet ile bile iş yapmaz oldu. Ticari ortam perişan halde… Sanayicisi, tüccarı, esnafı kan ağlıyor. Uzağa gitmeye gerek yok. Halk sadece gıdasından boğazından kısmıyordu, şimdi onu bile kısar hale geldi. Piyasada yemek işi ile uğraşanlar bile ağlar durumda. Eski iş yok diyorlar.
Kalkın oturduğunuz yerden, sanayi sitelerini bir bir dolaşın. Çekiç sesi duyabilecek misiniz? Aynı şekilde cadde ve sokaklardaki işyerlerini gezin, esnafa bakın. Herkes inliyor. Ama bunları görmezden gelen bir kitle var ve bunları görüp de yazmayan çizmeyen söylemeyen medya var. Bunları unutmuşlar, Obama’nın peşine düşmüşler. O şunu dedi, bunu dedi, şuraya gitti, karı koca şöyle şık giyiniyorlar, eftik geftik haberler.. Şimdi de, Obama “soykırım” diyecek mi?...
O demez, yardımcısı der, Bakan’ı der. Allah aşkına başka mesele yok mu?
Bakın çatır çatır ERGENEKON adı altında kazılar, aramalar, gözaltılar, tutuklamalar, acayip şekilde gömülü silahların bulunması, yargılamanın seyri, içeride bu meseleden dolayı onlarca, neredeyse yüze yaklaştı yatan, Son zamanlarda vefat edenleri Türk büyüğü, düşünürü, İslam âlimi gibi alıp türbeye yatıra gömmeler, neler neler…
Hiç bizim ülkede sorun sıkıntı yok, Obama bunu diyecek mi, diye tartışıyoruz.
İlk başkan seçildiğinde de haftalarca OBAMA büyük şans, ilişkiler çok daha iyi olacak deniyordu.
Bakın aynı OBAMA AB ülkelerine hitaben “artık Türkiye’yi alın” diyor. Diyor ama Ortadoğu’daki hesapları unutmuyor, unutturmuyor bir dizi istek ve taviz isteniyor. Öyle haybeye bunları alın demiyor. Bunları açan, soruşturan, konuşan, tartışan var mı? Yok. Niye yok? Çoğu içeride şimdi… Dışarıda kalanlarda başıma bir şey gelir diye sus puslar. Neyse… Bakın size Mevlana’dan Deve ile Fare’nin hikâyesini anlatayım.
Bir gün minik bir fare yolda gördü bir deve:
Semerini çıkarmış, yem’ini geve geve,
Sahibi yokmuş gibi amaçsız yürüyordu
İpi nasılsa düşmüş, yerde sürünüyordu.
Küçük fare durumdan hemen görev çıkardı.
Biraz sonra ağzında deve yuları vardı.
Fare biraz yürüdü, ip hayli gerildi
Deve de uysal hayvan, otarafa yöneldi.
Fare buna sevindi; dahası, kurumlandı;
Gördüğü itaati kendi gücünden sandı.
“Meğer ne yiğitmişim, ne kadar da kahraman
Var mı acep dünyada benim gibi pehlivan!”
Farenin yedeğinde kos kocaman bir deve,
Bir hayli yol aldılar geçerek ova tepe
Derken küçük bir dere çıktı karşılarına
Farecik durdu kaldı, kalbini aldı tasa.
“Ne oldu” dedi deve, “çok iyi gidiyordun;”
Güçlü ve akıllıydın, ustaca güdüyordun?
Sen ki beni dağlardan tepelerden aşırdın;
Ne için durakladın, neden böyle şaşırdın?
Hani benim güdücü’m, güçlü kılavuzumdun?;
Haydi, durup düşünme kara kara, upuzun.
Yiğit ol da gir suya, dereden geçir beni;
Çok iyi kılavuzdun, göster marifetini.”
“Arkadaş!” dedi fare, “bu su engin bir deniz;
Hem de hayli derin, yok ki dibinde bir iz.
Saklayacak bir şey yok canımdan korkuyorum,
Ben bu suyu geçemem, girersem boğulurum.”
“Bir bakalım” diyerek şu bizim uysal deve,
Bir iki adım attı gitti girdi dereye.
“Baksana korkak fare, hiç de değilmiş derin;
Buncacık su için mi bunca koyu kederin?
Bak o kadar az ki su, dizimden aşağı,
Boşuna eritmesin yüreğindeki yağı”!
Fare dedi: “Bu dere sana göre karınca,
Ama benim gözümde koskoca ejderha!
Dizden dize çok fark var; sana diz boyu ancak
Ama benim boyumu metrelerce aşacak.”
Deve dedi: “Ey ahmak. Madem fark ettin farkı,
Kendine gel de bitsin artık bu şarkı.
Terbiyesizlik etme, yakma kendi canını,
Boyuna bosuna bak, kendini iyi tanı.
Elini yıkamadan hamur açmaya bakma:
Ticareti bilmeden dükkân açmaya kalkma.
Kendi denginle yaşa, kendi denginle uğraş;
Kedi isen kediyle, itsen itlerle dalaş.
Kul isen kulluğu bil, sultanlığa yeltenme,
Denizi görmemişken kaptanlığa özenme”
Kıssadan hisse işte…