Nûr Talebelerine, Özellikle “Paralel Yapı” Cemaatine…
Tefsir; Kur’an-ı Kerim’in lafızlarından kastedilen manaları beşer takati ölçüsünde açıklamak demektir. Kur’an’ın en yetkili müfessiri, Hz. Peygamber’dir (s.a.v.). “Sana da, ey Resulüm, bu Zikri indirdik ki kendilerine
indirileni insanlara açıklayasın” (Nahl 44) ayeti bunu açıkça belirtir.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kur’an hakkında üç mühim görevi vardı. Bunların birincisi tebliğ, ikincisi tebyin yani açıklama, üçüncüsü ise tatbiktir. Hz. Peygamber Kur’an’daki mücmelleri açıklamış, müşkülleri gidermiş, çok genel olan hükümleri sınırlandırmış (umumu tahsis etmiş), sorular üzerine cevap sadedinde bazen vahiy gelmiş, bazen kendisi açıklama yapmış, ondaki hükümlerin nasıl tatbik edileceğini göstermiştir.
Ashab-ı Kiram, Kur’an’ın muayyen ayetlerinin açıklanmasına ihtiyaç duyar, Hz. Peygamber Efendimiz’in açıklamalarıyla maksatlarına erişirlerdi. İlerleyen asırlarda Müslümanların açıklanmasına ihtiyaç duydukları ayetlerin sayıları arttı. 2. ve 3. asırda yazılmış tefsirlere bakarsak, sure ve sure içinde ayet sırası gözetildiğini, fakat ayetlerin ekserisi hakkında herhangi bir açıklama veya rivayet yerleştirilmediğini görürüz. Ancak Hicri 3. asrın sonlarında bütün ayetlerin tefsir edilmeye başlandığına şahit oluyoruz.
Bu alanda elimizde olan ilk tefsir eseri Taberî’nin (ö. 310/923) tefsiridir. Bu tarz devam ederken bazı tefsirciler, muayyen konular hakkında tefsir yapmayı faydalı bulmuşlardır. Zira aslında her müfessirin 6666 ayeti yeniden tefsir etmesine ihtiyaç da yoktur. Müfessir, kendi zamanının ihtiyaçlarını gidermeye öncelik vermeli, kendi zamanının ihtiyaçlarına ihtimam göstermelidir. Bu konudaki ayetleri özellikle ve ayrıntılı olarak açıklamalıdır. Bunun dışında kalan pek geniş alanı, başka müfessirlerin eserlerine havale etmelidir.
Risale-i Nur, manevi bir tefsirdir
Üstad Bediüzzaman “Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli hakiki bir tefsiridir” der, bazı kimseler bunun ne manaya geldiğini bilmediklerinden, Üstad, şöyle bir açıklama yapma ihtiyacı hisseder: “Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki Kur’an’ın ibaresini, kelime ve cümlelerinin manalarını beyan, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise Kur’an’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan, ispat ve izah ederler. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel (çok kısa) bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannit feylesofları susturan bir manevî tefsirdir.” (Şualar, s. 434)
Sapla/samanın birbirine karıştığı günümüz kaosunda, acı bir gerçek olarak RİSALE-İ NȖRLAR ve “NURCU” tabir edilen cemaat içinde çeşitli ikilemler, ayrı görüşler, ayrılıklar, pasta dilimlerini paylaşan menfaat baronları türemiş, değiştirme ve ilaveler yapılmış, değerlere gölge düşmüş, uhuvvet önemli ölçüde yara almıştır.
Siyasi hayatımızda; kendilerini en üstün kabul eden, “Paralel Yapı” adını alan bir cemaat, sadece menfaat yüzünden devlet ile aralarında büyük husumet meydana gelmiş, iktidar hükümetini karalama, çamur atma saldırıları, ithamları, karalamaları, taarruzları (!) süregelmiştir. İnatla devam etmektedir.
Nûr Cemaatleri arasında önemli bir yeri bulunan Mehmet Kırkıncı Hocayı, yakinen tanırım, çok sayıda sohbetlerinde bulundum, eserlerini okudum.
Sitelere, ajansları Kırkıncı Hocanın bir beyanatı düştü. Bana da gönderdiler.
Amerika ve siyon ideallerinde bir nevi esir bulunan Fethullah Gülen ve paralel yapı hareketleri üzerine önemli tespitleri var. Bazı önemli cümleleri aynen buraya alalım:
•‘Hocaefendi’nin, özelikle eğitim sahasındaki hizmetleri görmezlikten gelinebilir, ne de hükümetimizin bugüne kadar emsali görülmemiş cesur kararları ve faydalı icraatları hiçe sayılabilir. Her iki hal de, en azından, bir vefasızlık ve kadir bilmezlik olur.’
•“Hocaefendi Cemaati ile Hükümet Erkânı arasında meydana gelen kırgınlıklar ve üzücü hadiseler, milletimizi hususen ehl-i hamiyeti derinden yaralamış, bazı kardeşlerimizi meyus edip gelecek adına ümitsizliğe sevk etmiştir. Hizmetlerini çok takdir ettiğim ve kendilerine duacı olduğum bu iki tarafın bugün karşı karşıya gelmiş olmaları bütün ehl-i iman gibi beni de fevkalade rahatsız ve müteellim etmiştir. Ehl-i iman arasına sokulmaya çalışılan, gıybet, su-i zan ve fitneye sebep olan bu elim hadiseyle şiddetli bir imtihan geçiriyoruz.”
•“üzücü hadiselerin ve kırgınlıkların bir an evvel sulhla neticelenmesi, birlik ve beraberliğimizin devamı için sürekli dua ediyorum”
•Risale-i Nur ışığında hadiselere bakış.
Beşeri dalalatten hidayete, zulümattan nura çıkaran, insanların nefislerini tezkiye eden, akıllarına muallim, ruhlarına mürebbi, gönüllerine kandil olan, milyonlarca insanı evliya, asfiya, mürşid ve müceddid makamına çıkaran Kur’an-ı Azimüşan hakkında binlerce tefsir yazıldı.
Risale-i Nur da Kur’an’ın mânevȋ bir tefsiridir. Ondaki ulvi hakikatler, iman, marifet, ahlak, edep ve irfan sahasında büyük fütûhat yapmış, başta Arapça ve İngilizce olmak üzere kırktan fazla dile çevrilmiş, hamiyetli ve gayretli insanlar tarafından Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarına kadar ulaştırılmıştır.
•“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alakam yok”buyuran Bediüzzaman Hazretleri, altı bin sayfalık bir marifet hazinesi olan Risale-i Nurlarla bir taraftan iman ve Kur’an hakikatlerini mukni delillerle izah ve ispat ederek gençleri her türlü menfi cereyanlardan, batıl itikatlardan, sefahat ateşinden muhafaza etmiş, diğer taraftan neşrettiği lahikalarla Nur talebelerinin hadiselere, dünya cereyanlarına ve siyasete bakış açılarını ortaya koymuştur.
•Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserinde şöyle buyurur:
“Sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın, karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin. “Elhubbu Fillâh” “Velbuğzu Fillâh” düstur-u Rahmânî yerine -el’iyâzü billâh- “Elhubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti” düstur-u şeytanî hükmederek, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve “el-hannâs” gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin.”
• “Vazifeleri Hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi neşretmek olan Risale Nur talebeleri’nin; “garazkâr, tarafgir, adavetkâr, inatçı ve menfaatperest özellikler” taşıyan siyasî ve ideolojik cereyanlardan titizlikle kaçınmalarını ikaz etmiştir.Bedduayı bile menfi hareket saymıştır
•Üstad Hazretleri başka bir eserinde de şöyle buyurur:
“Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar, siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasisleridir. Çünkü halisane hizmeti Kur’aniye nur talebelerine her şeye bedel kâfi geliyor. Âhiretin ve dünyanın saadetine en büyük vesile olan bir hizmet değil siyasetin her şeyin fevkindedir. Hiçbir şeye alet edilemez. Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-u zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Elimizde nur var siyaset topuzu yok. Yüz elimizde olsa ancak nura kâfi gelir.’’
•“siyaseti ve maddi mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak”prensibini bütün Nur Talebelerinin emir telakki edip hayatlarına tatbik etmeleri ihlas ve sadakatin bir gereği ve vicdani vazifeleridir. Ancak bir Nur Talebesi siyaset yoluyla dine ve vatana hizmet etmeyi istiyorsa, cemaat adına değil, kendi namına siyasete girebilir.
Hayatı boyunca iman ve Kur’an hizmetini herşeyin fevkinde gören, davasından hiçbir taviz vermeyen, akıl almaz zulüm ve işkencelere maruz kaldığı halde, hayatı boyunca daima müsbet hareket metodunu uygulayıp bedduayı bile menfi hareket sayan, kendisine hapishanelerde yer hazırlayıp zulmedenlere bile hakkını helal eden ve talebelerine de sabrı ve müspet hareketi tavsiye eden Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından kısa bir zaman önce umum Nur Talebelerine vermiş olduğu, kendisinin de hayatı boyunca titizlikle tatbik ettiği en son dersi ‘Müsbet Hareket’ olmuştur. Üstad Hazretleri bu mektubun bir yerinde, “Benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz” buyurarak Nur Talebeleri’nin her türlü menfi cereyanlardan şiddetle kaçınmalarını tavsiye etmiştir.
Böyle bir üstadın, asrın tabibinin eserlerini anlamayan, veya anlamak istemeyen akl-ı evvellerin Devlete ve iktidara savaş açması, büyük bir ihanet ve din adına, Risale-i Nurlar adına bir cinayettir.
• “Siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim; yalnız bütün vaktimi ve hayatımı, hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye hasr ve vakfetmişim.”
•“Mesleğim haktır veya daha güzeldir, demeye hakkın var. Yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur.”
•“Meşreplerde ittifak mümkün olmadığı gibi lazım da değildir
•“Kim saçının teli kadar İslamiyet’e hizmet ederse, onu kucaklayın ve takdir edin.”
Bir mümin kardeşinin kusurlarına ve eksiklerine bakarak, ona kin ve adavet besleyen kişi, gerçekten insafsızlık etmiş olur. Hâlbuki insanların birbirini sevmesi için birçok sebep vardır. Evet, her insanın noksan tarafları, zafiyet noktaları ve bazı hoş olmayan hareketleri olabilir. Asıl kemal, insanın kendi kusurları görmesi, onların izalesine çalışması ve kalbindeki kin, nefret ve adavet gibi hisleriyle mücadele edip ıslah etmesi ve yerlerine muhabbet ve uhuvveti yerleştirmesidir. Mümin kardeşlerinin güzel taraflarına bakmamak, onların sadece kusurlarını ve noksan taraflarını görmek şeytanın en büyük bir oyunudur.
•“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler.
Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler…
Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.” (Lem’alar (13. Lem’a)
Çeşitli cereyanların, şer güçlerin oyun ve tuzaklarının, Osmanlının son kalesi, son karakol Cennet vatanımızı yıkma gayretlerinin (!) zirveye çıktığı bir zaman dilimindeyiz.Müminler birbirlerinin kusurlarının izalesine ve ıslahına çalışmalıdırBir insana yakışan hareket kardeşinin, dostunun veya akrabasının kusurlarının izalesine çalışmak ve onları kusurlarıyla sevmektir.
Bir doktorun hastasına değil, hastalığa düşman olup, onun tedavisine çalışması gibi, insanlar ve özellikle aynı gayeye hizmet eden müminler de birbirlerinin kusurlarının izalesine ve ıslahına çalışmalıdırlar.
•“Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.” (Mektubat)
Hepimiz bir vücudun azalarıyız. Vücudumuzdaki her hangi bir organın rahatsızlanmasıyla bütün vücut rahatsız olduğu gibi, yaşanan bu hadiselerden dolayı da bizler son derece üzüntü duymaktayız. Elbetteki, iktiza-yı beşer olarak kardeşler arasında zaman zaman ihtilaflar ve anlaşmazlıklar olabilir. Nitekim sahabe-i kiram efendilerimizin arasında bile ihtilaflar olmuştur. Bize düşen aramızdaki ihtilafları yumuşak dille halletmek ve kardeşler arasındaki kırgınlıkları gidermektir.
Zira bu Cenab-ı Hakk’ın bir emridir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.” (Hucurat Suresi 49/10)
Bugün maalesef, yukarıda izah edilen içtimaî kaidelere muhalif olarak Müslümanlar arasında bazı üzücü hadiselerin yaşandığına şahit oluyoruz. Son günlerde Hoca Efendi Cemaati ile Hükümet Erkânı arasında meydana gelen kırgınlıklar ve üzücü hadiseler, milletimizi hususen ehl-i hamiyeti derinden yaralamış, bazı kardeşlerimizi meyus edip gelecek adına ümitsizliğe sevk etmiştir. Hizmetlerini çok takdir ettiğim ve kendilerine duacı olduğum bu iki tarafın bugün karşı karşıya gelmiş olmaları bütün ehl-i iman gibi beni de fevkalade rahatsız ve müteellim etmiştir. Ehl-i iman arasına sokulmaya çalışılan, gıybet, su-i zan ve fitneye sebep olan bu elim hadiseyle şiddetli bir imtihan geçiriyoruz.
•“İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkâraneinad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var.
Ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakikatın mâbeynindeki husumetten istifade ederek birinin silâhiyle, itiraziyle ötekini cerhedip, ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben memleket ve milletimizin selameti namına elbette gayet cüz’î ve geçici ve ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeğe mükellefsiniz.”
•“Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.” (Mektubat)
•“Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’aniyenizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetiniz şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci’ ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz.”
Yolumuz muhabbet, birlik ve beraberlik yoludur.
Dinimiz içtimai nizamın temeli olan uhuvvet ve muhabbet üzerine bina edilmiştir. Hayatın devamı, lezzeti ve huzuru ancak muhabbet ve uhuvvet ile kaimdir. Bizim yolumuz muhabbet, birlik ve beraberlik yoludur. “Bizler muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yoktur.” Eğer bir ailede ve bir toplumda uhuvvet ve muhabbet gibi ulvi hisler kaybolursa, orada nifak, kin, ihtilaf ve adavet tohumları yeşerir. “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî, hayat da gider.” Bu noktada çok dikkatli olmamız ve Cenab-ı Hakk’ın şu fermanına kulak vermemiz gerekir:
“Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi 8/46)
Kırgınlıkların giderilmemesi halinde vatandaşlarımızın bir kısmının Hocaefendiye karşı çıkması, diğer kısmının da hükümete düşman olması gibi hiç arzu etmediğimiz bir durum meydana gelmiştir. Bu da vatanımıza ve milletimize telafisi mümkün olmayan zararlar verecek, bundan ancak dış mihraklar ve düşmanlarımız memnun kalacaklardır.
Hükümet ile Hocaefendi Cemaati arasında meydana gelen üzücü hadiselerin ve kırgınlıkların bir an evvel sulhla neticelenmesi, birlik ve beraberliğimizin devamı için sürekli dua etmek gerekir.
Hocaefendi’nin, özelikle eğitim sahasındaki hizmetleri görmezlikten gelinebilir, ne de hükümetimizin bugüne kadar emsali görülmemiş cesur kararları ve faydalı icraatları hiçe sayılabilir. Her iki hal de, en azından, bir vefasızlık ve kadir bilmezlik olur.
Bediüzzaman Hazretleri de “Siyasi bir parti” kurarak iktidara talip olma manasındaki bir siyaset anlayışından şiddetle kaçınmış ve talebelerini de kaçındırmıştır. 1957 seçimlerinin yapıldığı 27 Ekim günü talebesi Zübeyir Gündüzalp’la beraber Isparta’da bulunan Bey Camiinde bizzat sandık başına gitmiş,“Benim reyim ehemmiyetlidir” diyerek Demokrat Parti’ye rey vermiştir.
Tanzimat’tan bugüne kadar böyle maharetli bir kadro ilk defa gelmiştir. Rahmetli Adnan Menderes ile merhum Turgut Özal’ın bu milletin maddi ve manevi terakkisi için yapmış oldukları hizmetlerini şükranla yad ediyoruz. Ancak onların böyle yeteri kadar maharetli bir kadroları yoktu. Şimdi ise Sayın Başvekil ve hükümet erkânının on bir yıla sığdırdıkları azim hizmetlerini nazara alınca, böyle kaliteli ve maharetli bir kadronun varlığına ilk defa şahit oluyoruz. Hükümetimizin on bir yıllık icraatları arasında; resmi dairelerde başörtüsünün serbest olması, Kur’an-ı Kerimin ve siyerin ders kitabı olarak okullarda okutulmaya başlanması, duble yolların, tünellerin, hava alanlarının, hızlı trenlerin yapılması, IMF’ye olan borcun ödenmesiyle Batılı güçlerin tahakkümünden kurtularak ekonomik bağımsızlık kazanılması, 153 yıllık rüya olan tarihi Marmaray projesinin hayata geçirilmesi, Kanal İstanbul gibi dev bir projenin hazırlanması, başta Savunma Sanayi olmak üzere dış devletlerden alınan birçok araç ve gerecin memleketimizde üretilmeye başlanması gibi daha sayamayacağımız birçok olağanüstü hizmetlerin yapılması başta Avrupa olmak üzere dünyanın nazar-ı dikkatini ülkemize celbetmiştir.
Bu hizmetleri görmezlikten gelmek herhalde hakşinaslık değildir. Başvekilimizin, Türkiye’nin itibarına itibar katarak dünya nazarında ülkemizi, hatırı sayılır bir konuma getirmesindeki gayreti takdire şayandır. Davostaki kararlılığı ve dik duruşu, milletinin derdiyle dertlenmesi, dünyadaki muhtaçların yardımına koşması, gerek memleketimizde gerek muhtelif ülkelerdeki ecdadımızın imar ettiği tarihi dokuyu gün yüzüne çıkarmasındaki mahareti, yurdumuzun en ücra köşelerine kadar götürülen sağlık hizmetlerindeki başarısı, Suriyeli ve Filistinli kardeşlerimize en zor günlerinde sahip çıkarak milletimiz namına şefkat kucağını açması ve daha nice nice hizmetlerini hayret ve takdir ile müşahede etmekteyiz.
Cenâb-ı Hak bizi geçmişteki o yokluktan, sefaletten kurtardı. Bu millet Kur’anın ve ezan okumanın yasak olduğu, Kur’ana ve imana hizmet eden kişilerin sürekli takip edilip hapislere atıldığı, ekmeğin karneyle alındığı, köylerde yol, elektrik ve telefonun olmadığı, vefat edenlere kefenin bulunmadığı günleri çok iyi bilir. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde rahmetli Menderes kahir bir ekseriyetle başa geldiğinde büyük fikir adamı Merhum Necip Fazıl Bey Büyük Doğu Mecmuasın’da; “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es” mısralarını başlık atarak milletin hissiyatına tercüman olmuştu. O karanlık günlerden bu aydınlık günlere pek kolay gelmedik, bu harika nimetlere kolay nail olmadık. Bunlara şükür lazımdır ki, devam etsin, elimizden çıkmasın.
•Bediüzzaman Hazretleri; “Rüyada Bir Hitabe”sinde her müsibetin altında bir saadetin olduğunu şöyle ifade eder:
“Musibet, şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskidenberiİ’lâ-yıKelimetullah ve beka-yıistiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile, kendini yekvücut olan Âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, Âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulâde ta’cil etti.” (Tarihçe-i Hayat)
Şunu da ifade edelim ki; hiç merak etmeyiniz her gelen gün, geçen günlerden daha iyi olacaktır. Üstad hazretlerinin “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!…” müjdesi inşallah tahakkuk edecektir.
•Üstad Hazretleri başka bir eserinde ise şöyle buyurmuştur; “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur.” (Tarihçe-i Hayat)
Evet, Hz. Peygamber’in (sav) gerçek varisi olan âlimler, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olan evliyalar, insanlara karşı son derece şefkatli ve merhametlidirler. Onlardaki bu hisler fıtridir. İnsanların isyanlarından dolayı cehenneme gitmelerinden son derece üzüntü duyarlar. Müminler arasında meydana gelen ihtilafların ve kırgınlıkların giderilmesi için de azami gayret gösterirler. Zira,“ahkâmların en hayırlısı sulhtur.”
Anlayan ve anlamak isteyenler için işte ayna gibi gerçekler, hak/hukuk/adalet vce uhuvvet..
Akl-ı İzân sahibi olmayanlara ne diyelim?