Nükleer Santral Riskinin Tüple Kıyası
Nükleer Santral Riskinin Tüple Kıyaslanmasının Dahiyaneliği
Nükleer santrallerdeki radyasyon riskinin, tüp patlaması riskiyle karşılaştırılması, dâhiyane bir görüştür.
Şimdiye dek bu denli net ve derin açıklamayı kimse yapmadı. Bu şeref, bizim başbakana ait.
Japonya’daki nükleer santraller patlarken, radyasyon bulutları ortalığı sararken, korkunç bir yıkım karşısında kalan insanların çaresizliği ve korkuları gözlerinden dahi okunurken, bizim başbakan, tüp patlaması riskinden söz ediyor.
Neymiş efendim; hayatta risk her zaman varmış.
Risk var, risk var; örneğin sizin ayağınıza diken batmasının riski ile yüksek hızla sürdüğünüz bir arabanın kaza yapmasının riski aynı mıdır? Hem evde tüp patlaması birkaç kişiyi riske sokarken, radyasyon, yayıldığı alanlardaki her şeyi insan yaşamı açısından riske sokuyor.
Ben Başbakanın riskten söz etmek adına öylesine bir benzetme yaptığını düşünmeye çalışıyorum. En iyimser yorumla, umarım böyledir demek istiyorum. Ancak ne yazık ki diyemiyorum. Çünkü Mersin Akkuyu’ya Ruslar tarafından yapılması planlanan nükleer santral için Başbakan Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Medvedev’den ek güvence istemiş!
Akıl alacak gibi değil!
Nükleer santral yapımı zaten sıfır hatayı gerektirmiyor mu?
Planlanan bir nükleer santralin inşasında zaten bütün güvenceler verilmiyor mu?
Eğer bunlar veriliyorsa, ek güvence istemek de neyin nesi oluyor.
Eğer bunlar yeterince verilmiyorsa, o şirkete nükleer santral yapım işi verilir mi?
Başbakan, nükleer santral işi için ek güvence istiyor; evet, akıl alacak gibi değil!
Şu yaklaşıma bakın; sanki çocuk oyuncağı.
Sanki Rusya’ya nükleer santral değil de, bir fabrika kurduruyoruz. Efendim, fabrikanın yıkılmaması için bize ek güvence veriniz! Olur, baş üstüne!
Bakın bu olanlar, Türkiye’nin neden nükleer santral kurmaması gerektiğini yeterince açıklamakta! Biz ne halk olarak ne de yöneticiler olarak, bu nükleer işinin ciddiyetini ve anlamını kavramış değiliz.
Japonya’daki nükleer felaket yaşanırken ve daha bunun tam etkileri ortaya çıkmamışken, Başbakan Erdoğan’ın hiç etkilenmemesi, insani olarak da bana şaşırtıcı geliyor.
Nükleer santraller konusunda dünyada gittikçe bir kaygı artışı yaşanırken, bu santrallerin tedrici olarak azaltılması uygulanırken ve gelişmiş ülkelerin hiç birisi, hiçbir yeni nükleer santral kurmazken, biz nükleer santral kurma sevdasındayız. Neden?
Soru ortada: Türkiye, enerji ihtiyacını nasıl karşılayacak?
Bu, teknik bir konu. Bunun cevabını bilmiyorum. Ancak bir yurttaş olarak, Türkiye’deki enerji üretim ve tüketimi alanında olsun, önümüzdeki dönemde doğacak enerji ihtiyacının saptanmasında olsun ve özellikle ülkede elektrik enerjisi elde edilebilecek kaynak ve potansiyellerin hesaplanmasında olsun, yeterince doğru bilgilerin/araştırmaların yapıldığı kanısında değilim.
Örneğin ülkemizin, enerji hatlarının ve indirme merkezlerinin eskiliğinden kaynaklanan elektrik kaybı ne kadar? Dünya ortalamasının çok üzerinde bir kaybın yaşandığını hatta yanılmıyorsam bu kayıp miktarının Keban barajının üretimine eşit miktarda olduğu şeklinde bir bilgi hatırlıyorum. Bu alan, enerji sektörünün farklı kulvarlarının rekabetinde çok farklı yorum ve dayatmalara açık.
Ancak bildiğim şu ki, nükleer santraller çok büyük bir tehdit oluşturmakta. Çünkü riskin gerçekleşmesi halinde, hiçbir çözümünüz yok. Ve bu risk, yerel bir alanla da sınırlı değil. Ayrıca nükleer santrallerin atıklarının yüzlerce yıl, çok özel koşullarda saklanması gerekiyor ki, bu da ayrı bir yük.
Dediğim gibi, enerji ihtiyacı ve temini hususu, bir teknik konu; bilmiyorum. Yine de nükleer santrallere karşıyım!
Bildiğim şu ki, başbakanın açıklamalarından mizahi bir keyif dahi alamıyorum. Çünkü bu basitlikler, gerçekten çok korkutucu!
.