Not Düşün/Düşünün!
Sapla/Samanın birbirine karıştığı, buğday pazarında sananın satıldığı bir zaman dilimi içindeyiz.
Kendine âlim ve cemaat önderi dedirten her kafadan bir ses, her ağızdan ayrı bir fetva çıkıyor. Dinin içi oyularak, ucûbe bir din meydana getiriliyor, insanlar bunu kabul ediyor.
Cemaatlyer, tarikatler kambur üstüne kambur... Menfaat uğruna neler yapılmıyor ki? Kirlenen ve sulanan siyasette boy gösteren cambazlar, devrimbazlar, yobazlar o kadar çok ki, sayamazsın.
Asrın teknolojisinde internet siteleri de bir âlem... Herkes bir şeyler yazıyor, herkes vatan ve din kurtaran arslan (!)...
Siteme ve telefonuma çok sayıda mesaj gelir. Birbirinden güzel resimli, dikkat çekici, uyarıcı spotlar/ mesajlar vardır.
Oğlum Ahmet tarafından gönderilen bir mesaj önemli. Artı/Eksi yönleriyle yetkili olanlar tartışsın, bir şeyler söylesin.Ben bu yönüne girmeden; bir gönül dostunun bir rahiple ilgili diyaloglarını size aktarmak istiyorum.
Alacağımız dersler, düşüneceğimiz noktalar önemli.
İmam Gazali’nin dediği gibi: “Dil okursa kıraat olur, akıl okursa tefekkür olur, kalp(gönül) okursa hayat olur.”
BAYEZİD-I BİSTAMİ (Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, Babasının adı Îsâ'dır.) VE BAŞ RAHİBİN 40 SORUSU
Ebu Yezid Bestami hazretleri 40. Haccını eda ediyordu. Bir bayram akşamı Arafat’ta beklerken. Nefsi “Ey Eba Yezid şu mahşeri kalabalığa bak. Kim senin gibi 40 kez Hacca gelmiş?” Gönlünden bu geçince ayağa kalktı ve yüksek bir sesle:
“-Ey ahali ben kırk kez hac farizasını yerine getirdim! Bu kırk haccımın sevabını iki ekmeğe satıyorum, alan var mı?” diye seslendi.
Biri ayağa kalkıp:
“-Ben alıyorum” dedi
-“Ver iki ekmek” dedi.
Adam iki ekmek verince ekmekleri bir köpeğin önüne yemesi için attı. Sonra nefsine dönerek “Artık övüneceğin bir şey kaldı mı?” diye onu kınadı. Sonra Hac vazifesi bitince kafileden ayrılarak. Rum ellerine doğru gitti. Bir yerde mola vermek için durduğunda bir Hıristiyan rahip ondaki değişikliği fark edip onu evine davet etti. Evinde rahat ibadet etmesi için ona uygun ortam oluşturdu. Rahip ondaki değişik halleri müşahade edince onu ağırlamakla iyi ettiğini düşünerek memnun oldu. Bir süre sonra Beyazıd hazretleri rahibin konukseverliğine teşekkür ederek oradan ayrılmak istedi. Ama rahip bunu kabul etmeyip biraz daha kalmasını ısrarla rica etti ve:
-“Yalvarırım birkaç gün daha burada kalın. Çünkü birkaç gün sonra bizim bir bayramımız var. Bu bayramda bütün rahipler ve din büyüklerimiz gelir, halkla birlikte bu bayramı kutlarız. Hem büyük rahibimiz de gelip ayine katılır. Sanırım Büyük rahibimizle görüşüp konuşmanda fayda var.”
Beyazıd Hazretleri bu işte bir hikmet var diyerek bu teklifi kabul etti ve birkaç gün daha kalmaya karar verdi. Bayram günü gelince herkes kiliseye bayram ayinine katılmaya gitti. Rahipler ve büyük rahip de geldiler. Beyazıd hazretleri de yerel bir elbise giyerek ev sahibi rahip ile birlikte kiliseye gidip oturdu. Biraz sonra baş rahip ayin için kürsüye çıktı. Ama hiçbir şey konuşmadı. Biraz böyle bekleyince rahipler:
-“Niçin susuyorsunuz?” diye sordu. O da:
-“Nasıl konuşayım ki aramızda bir MUHAMMED’i var!” dedi. Halk birden galeyana geldi. Bayramı sabote ettiğini düşünerek:
-“Göster onu bize parçalayalım! Diye haykırmaya başladılar. Baş rahip:
-“Böyle taşkınlık yaparsanız onu size göstermem. Ama ona dokunmayacağınıza söz verirseniz onu size gösteririm.” Deyince halk ona dokunmayacağına söz verdi. Bunun üzerine Baş Rahip:
“Ey MUHAMMED’i ALLAH için ayağa kalk” dedi. Bunu diyince Beyazıd Hazretleri ayağa kalkt.
Baş Rahip ona:
-“Adın ne?
-“Bayezıd”
Tahsilin varmı?
-“Rabbimin öğrettiği kadar”
“O zaman sana kırk sorum olacak bakalım bile bilecekmisin”.
Bayezıd Hazretleri:
-“Buyrun sorun” dedi.
Baş Rahip:
-“O halde bana ikincisi olmayan biri ,üçüncüsü olmayan ikiyi ,dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu ,on birincisi olmayan onu , on ikincisi olmayan on biri , on üçü olmayan on ikiyi söyle.” Dedi.
Bayezıd Hazretleri:
-“İkincisi olmayan bir eşi ortağı , dengi/benzeri olmayan ALLAH,ü Teala dir.
Üçüncüsü olmayan iki GECE İLE GÜNDÜZDÜR.Dördüncüsü olmayan üç TALAK,TIR.
Beşincisi olmayan dört TEVRAT, ZEBUR, İNCİL VE KUR’AN’I KERİM’dir.
Altıncısı olmayan beş BEŞ VAKİT NAMAZDIR.Yedincisi olmayan altı GÖKLERİN VE YERİN YARATILDIĞI GÜN SAYISIDIR.Sekizincisi olmayan yedi, YEDİ KAT GÖKTÜR.
Dokuzuncusu olmayan sekiz KIYAMET GÜNÜ ARŞI TAŞIYACAK MELEKLERİN SAYISIDIR. Onuncusu olmayan dokuz, HAMİLELİK MÜDDETİDİR.On birincisi olmayan on , MUSA a.s ŞUAYB PEYGAMBERE ÇOBANLIK ETTİĞİ YILLARDIR. Onikincisi olmayan on bir YUSUF PEYGAMBERİN KARDEŞLERİDİR.On üçüncüsü olmayan on iki SENENİN YILLARIDIR.”
Baş Rahip:
-“Doğru dedin Peki söyle bakayım Havadan ne yaratıldı, havada ne muhafaza olundu ve hava ile kim helak edildi?”
Beyazıd Hazretleri:
-“İsa a.s Hava’dan yaratıldı, havada muhafaza edildi.
Ad kavmi Hava ile helak edildi..”
Baş rahip:
-“Peki ne ağaçtan yaratıldı, Ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?”
Bayezıd Hazretleri:
-“Musa a.s’ın asası Ağaçtan yaratıldı.
Nuh a.s ağaç içinde gemide korundu.
Zekeriya a.s ise ağaç içinde testere ile biçildi.”
Baş Rahip:
-“Pes doğrusu, peki ateşten kim yaratıldı , ateşten kim korundu ve kim ateş ile helak oldu?”
”-İblis ateşten yaratıldı.
İbrahim a.s ateşten korundu.
Ebu Cehil ateş ile helak oldu.”
-“Ya taştan kim yaratıldı , taş içinde kim korundu ve taş ile kim helak oldu?”
-“Salih a.s’ın devesi taştan yaratıldı .
Ashabı Kehf taşta korundu.
Ebrehe ve ordusu taş ile helak edildi.”
Baş Rahip:
-“Hepsi doğru” dedi. Ve sormaya devam etti:
-“Bir ağaç düşünki on iki dalı her dalında otuz yaprağı ve her yaprağında beş çiçek bulunsun. bu çiçeklerden ikisi güneşe, üçü karanlığa baksın?”
-“Bu ağaç bir yılı temsil eder.
On iki dalı on iki aya,
Otuz yaprağı otuz güne
Beş yaprak beş vakit namaza
Güneşe bakan iki yaprak öğle ve ikindi, geceye bakan üç yapraksa akşam, yatsı ve sabah namazını temsil eder.”
Baş Rahip her cevapta:
_”Doğru diyorsun” diye itiraf etmekten kendini alamadı ve devam etti:
-“Söylermisin bana:” Âlimleriniz ‘Cennet’te dört nehir vardır: Biri baldan, Biri sütten , Biri sudan, Biri de şerbettendir’ diyorlar. Aynı kaynaktan beslenen dört nehir nasıl farklı farklı akabilir ki?”
-Bayezid Hazretleri cevap verdi:
"İnsanın kafasından dört küçük nehir akar. Kulak yağı acı, Göz yaşı tuzlu, Burun salgısı iğrenç, Ağız suyu leziz değimlidir?” Buna ne dersin?
Baş rahip:
-“Birde şu var sizin âlimleriniz ‘Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez’ diyorlar.”
Hazret:
-“Ana rahmindeki cenin de öyle değilmidir?”
-“Peki hacca giden tavaf eden ama canı ruhu olmayan bir şey ne olabilir?”
Bayezıd Hazretleri:
-“Nuh a.s’ın gemisidir. Tufanda Kabe’yi tavaf etmiştir.” dedikten sonra Baş Rahibe döndü ve -“Sanırım bu kadar soruya cevap verdikten sonra bana da soru sorma hakkı doğdu” dedi. Ve:
-“Ben müsaade ederseniz size sadece bir soru soracağım ve cevabını bildiğinizden de adım gibi eminim.”
-“Buyurun sizi dinliyorum.”
-“Cennet Kapılarının üzerinde ne yazar?”
Baş Rahip konuşmadı. Etrafındakiler rahatsız oldu ve Ey Büyüğümüz Cevabını ver ve bizi mahcup etme!” diye yalvarmaya başladılar. Bunun üzerine Baş Rahip:
-Doğrusunu sorarsanız bu sorunun cevabını biliyorum. Ama…”
-“Ama ne?”
-“Siz bu cevabı kaldıramazsınız.”
-Söz veriyoruz katlanacağız, Bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırız.”
Bunun üzerine Baş Rahip:
-“O halde beni iyi dinleyin.”
-Cennetin anahtarı ve cennet kapılarının üzerinde yazılan şey aynı şeydir. O da "LA İLAHE İLLALLAH MÜHAMMEDÜRRESULULLAH" dır. Cennet kapılarının üzerinde bu ibare yazılıdır.”
Bunu deyince oradaki herkes kelime i şahadet getirerek Müslüman oldu. Sonra baş Rahip Beyazıd hazretlerine dönerek:
-“Ben çoktan Müslüman olmuştum ama beni öldürürler diye bunu herkesten saklıyordum. Allah’a dua ederek kamil bir dostunu göndererek bana yardımcı olmasını, etrafımdakilerin de İslamla müşerref olmasını nasip etmesini istemiştim. Allah seni gönderdi” dedi. (From: autolackierereiyardimci@web.de)
NOT:
BAYEZİD-I BİSTAMİ KİMDİR? (Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır.)
Günümüzde İran'ın Semnan Eyaleti'nde bulunan Bistam şehrinde 804 yılında doğmuştur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. Kabri yine Bistam'da bulunmaktadır. Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde de bir türbesi bulunmaktadır.[1][2] Dedesi İslâmiyeti sonradan kabul etmiş olan bir Zerdüşt[3] idi. Dedesinin Adam, Tayfur ve Ali isminde üç oğlu vardı. Hepsi de zühd (zâhid) hayâtı yaşamayı seçmiş kişiler olarak tanınıyorlardı. Bayezid, Tayfur'un oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun çoğunu evde ve camide tek başına geçirmekteydi. Yalnız bir yaşantısı olmasına rağmen evine sık sık Sufilik üzerinde tartışmak maksadıyla ziyaretçileri kabul etmekteydi. Allah ile başbaşa kalmak amacıyla tüm Dünyevî arzularını terk etmiş (Melamilik-Kalenderlik) bir şekilde zühd hayâtı sürdürmekteydi.
Sufilik'teki "Fenâ Fî’Allah" ve "Bekâ Bî’Allah" mertebeleri.Ana maddeler: Nakşibendi Tarikatı, Mevlevîlik, Alevîler, Bektaşilik Tarikatı, ve Panenteizm
Neticede bu yaşam tarzı Bayezid'in "Kendinde Yok Olma" hâli olarak ifade edilebilecek olan bir ruh haline bürünmesiyle sonuçlandı. Bu durum sufilikte "Kişinin Allah'a en yakın olduğu ruh hâli" olan "Fenâ Fî’Allah" yâni (Allah’ta yok olma) mertebesi olarak tanımlanmaktadır. Allah'a karşı olan hislerini çok samimi ve açık yüreklilikle dile getirmesinden dolayı "Beyâzıd" tarihte ilk kez "Sarhoş Sûfî" lâkabı ile anılan kişi oldu. Kendisi tarihteki en etkin mistiklerden biri olarak tanınmaktadır. Allah'a olan aşırı sevgisinden dolayı da Allah aşkından başka tüm Dünya nimetlerini terk etmek suretiyle de "Bekâ Bî’Allah" yâni (Allah’la var olma/Allah’la bir olma) kavramlarını ortaya atan sufi olarak hatırlanmaktadır.
Ayrıca bakınız: En-el Hak, Hallâc-ı Mansûr, Muhyiddin İbn Arabi, Ömer İmâdüddîn Nesîmî ve Hurûfîlik
Kendisinden önce sufilik sadece "sofuluk" ve "itaat" üzerine dayanmaktaydı. İlâhî Aşk’ın sufiliğe kazandırılması onun sâyesinde gerçekleşti.
On iki imamlardan olan Musa el-Kâzım[4] ile Ali er-Rıza'ya karşı samimiyyet ve muhabbet beslemekteydi. Ali er-Rıza[5] tarafından talebeliğe kabul edildi. 874/878 tarihinde vefât ettiğinden, aynı devirde yaşamış olduğu İmam Muhammed el-Takî‘yyî’l Cevâd (ö.835 CE), İmam Ali Naki (ö.868 CE), ve İmam Hasan el-Askerî (ö.874 CE) ile de muhtemelen tanışmıştı. On İki İmâmlara karşı beslenen saygı ve sevginin kendisinden sonra gelen Ebû’l Hassan Harakânî, Hace Abdullah el-Ensari, ve Ebû’l Kâsım Gûrganî gibi halefleri sayesinde muhafaza edilmesinde de etkin payının olduğunu bu şâhsiyetlerin yaptırmış oldukları ibâdethanelerde on iki imamların isimlerinin de yazılmış olmasından anlaşılmaktadır.[6]
Bayezid-ı Bistami Türbesi.
Neslinden Anadolu'ya göç edenler ve Horasan erenleri Torunlarından İsa ve Musa, İran Horasanı'ndan Anadolu'ya göç etmişlerdir. İlk önceleri Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde ikamet etmişler, sonraları kendilerine verilen vazife gereği Anadolu'nun iç taraflarına göç etmek istemişler ve Kırıkhan'dan iki kardeş ayrılmışlardır. Kırıkhan halkı kardeşlerin gitmelerini istemedikleri için kardeşlerden İsa'yı orada şehit etmişlerdir. Şeyh İsa Türbesi Kırıkhan'ın Alabeyli Köyünün kuzeyinde, ilçe merkezine dört kilometre uzaklıkta bir tepe üzerindedir.[7] Diğer kardeş (Şeyh Musa) Tokat'ın, Zile ilçesine gelerek burada irşadına devam etmiştir, burada yatmaktadır ve torunlarının Zile'de yaşamakta olduğu kanısı yaygındır.
Bayezid-i Bestami Hazretleri ve Mustafa Şevki Paşa'nın türbesi, Hatay'da Kırıkhan-Hassa yolunun Alabeyli Köyünün kuzey tarafında küçük bir tepe üzerinde Darb-ı Sak Kalesi içindedir.[1][8][9]
Halk arasında Beyazıbesten (Şeyh Ethem Çelebi Camii) adı ile bilinen ziyaret yeri, Zile merkezinde Ali Kadı Mahallesi'nde olup çevre halkı tarafından baş ve göz ağrıları ile çeşitli dilekler için ziyaret edilen yerlerdendir. Zile'de Şeyh Ethem Çelebi Camii'nde bulunan Peygamber Muhammed'in mübarek hırka-ı şerifleri, Veysel Karani'den Bâyezid-î Bistâmî'ye geçmiş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında muhafaza edilemeyeceği gerekçesi ve Zile'lilerin de yeterince sahip çıkmamaları sebebiyle önce Tokat'a, 17 Eylül 1944 tarihinde ise Ankara Etnografya Müzesi'ne intikal etmişTir.
Yine bir şiirimizle noktayı koyalım:
BİR GÖNÜL SATIN AL
Bir gönül satın al, gir o gönüle,
Sevginle orda kal, selam ver güle,
Senin olmasın mal, bir kırık lale,
Nefsin çayıra sal, benze bülbüle.
GÖNÜLDE NE SAKLI, SEN BİLİR MİSİN,
ŞEYTAN’İ TUZAKLI, İRKİLİR MİSİN?
Gönül kapısında; bekle, sabret, dur,
Mevlâ yapısında, ol tahta otur,
“Kul” luk tapusunda, devamlı sabır,
Hikmet yazısında, yeterli kabir.
O KAPI AÇILSA, NELER OLMAZ Kİ,
GİZLİ SIR SAÇILSA, KİMLER ALMAZ Kİ?
Secdede alınla, kulluk ederiz,
Samimi halinle, âmel besleriz,
İsyankâr çalımla, affı isteriz,
Dünyalık malınla, O’na gideriz,
AFFIMIZ İSTERİZ, DUA/NİYAZLA,
NİYETLER BESLERİZ, UMUD-U HAZLA.
Gönülde Hak gizli, oraya sığar,
Doğru yolda izli, Şeytan’ı kovar,
Maya sağlam özlü, asâlet doğar,
Fikir, sabır sözlü, güzellik yağar.
BU GÖNÜLÜ VERİN, ALIP GİDEYİM,
MÂNALARI DERİN, KABUL EDEYİM.
Bir gönül kırılsa, tamir edilmez,
Sevgiye darılsa, aşka gidilmez,
Rızâ’ya varılsa, kötü güdülmez,
Yaralar sarılsa, dostlar çizilmez.
YIKMAYIN BU KÖŞKÜ, USTALARI YOK,
O SAHİBİN MÜLKÜ, ÇOKTAN DAHA ÇOK.
Bir gönül sahibi, en büyük zengin,
Dinlemez Rahibi, imanı engin,
Maşrikle/Mağribi, Deng-i Âhengin,
Hak bilir sahibi, solmayan rengin.
GÖNLÜNE SAHİP OL, MAL/MÜLK İSTEME,
VAHDETTE İKİ KOL, AYRI BESLEME.
Gönüldeki hikmet, muammalı sır,
Daim onu fikret, olmasın dırdır,
İman ile hükmet, çatlasın hınzır,
Yaradan’a şükret, kelepçeyi kır.
KEMÂLİ GÖNLÜNDE, DUYGULAR YATAR,
HAKKIN HER GÜNÜNDE, DAMARDA ATAR.