New York da Beş Minare
Önce kendi kendime sordum. Neden “ New York da beş minare?” dedim belki de film karelerine yerleştirilmiş cemaat sayısı beş olduğu için olabilir. Ülkücüler, Mevleviler, nurcular, kadiriler ve Hizbullah. Neyse; Önce filmi zevkle izlediğimi belirtmek isterim. Olumsuz bulduğum veya eksik gördüğüm eleştiriye geçmeden önce, Türk sinemasının okyanus ötesine ulaşması, elbette sevindiricidir. Amerika ile gerek siyasi herek kültürel anlamda son atmış senden beri çok fazla mesafe kaydettik. Teksas Tomikslerden Amerika nın hürriyet mücadelesinde hep yanında olduk. Özellikle Kızılderililere karşı Yahudi simsarların ve Avrupa ip kaçkınlarının işgallerini destekledik. katillerinin yanında yer aldık. Çünkü onlar dünyaya ve tabi bize de Kızılderililere karşı verdikleri hürriyet mücadelesinde beyazların yani üstün ırk mensuplarının haklı davalarını anlattılar. Kızılderililer ise kafa kesen yol kesen insan derisi yüzen vahşi insanlar olarak tanıdık. Şimdi öyle olmadığını biliyoruz elbette. Film ile ne alakası var demeyin. Film Amerika ile kültürel iş birliğimizin tabi bir uzantısıdır. Bir taraftan global düşmanlarımız olan radikal İslamcılara karşı iş birliğimizin ürünü değil mi bu film.
Filmin ilk karelerine Hollywood yapımlarını aratmayacak bir görsel efektlerle radikal İslamcılara karşı girişile operasyonlarla girdik. Her ne kadar da Hizbullah konu edilse de Amerika’nın dünyaya pompaladığı İslam ve terör bir arada komposto ediliyor. Aslında kahramanlarımızın tepkisi de yok değil orada. Amerikalı polis şefinin Müslümanlara karşı ön yargısı ve sert tavrına karşılık “ Bizde Müslümansız” diyerek tepki konması yerinde bir mesaj.
Ülkücülerden bir kare gösterilmesinin anlamını anlamış değilim. Öyle bir kare ki seksen öncesi ülkücü yemini. Burada verilme istenilen mesaj nedir? Bir cemaat sadece bir karede senaryoda neden yer alır? Ülkücü hareket siyasi bir harekettir. Kuran ve bayrak üzerine yemin edilir. Elbette radikal bir duruştur bu. Kadirilerden bir kesit, Mevlevilerden bir kesit. Sanki ilk bakışta İslam dünyasının, özellikle Türkiye de ki farklı renklerini ve yollarını ön plana alıyor görüntüsü var. Filistin’e yardım ve destek adı altında senaryoda yer alan bu kareler beklide İslam dünyasındaki dayanışmayı kurgulamış olabilir. Birlik ve beraberlik mesajları da vermeyi düşünmüştür beklide senarist. Ancak filmin Pazar bulması ve izleyici oranını artırmak gibi bir kaygıda güdülmüş olabilir burada değil mi? Aksi halde bir tek karede bunların verilmesi ve filmin diğer taraflarında hiç ortaya çıkmadığı gibi, senaryonun herhangi bir tarafında da yer almıyorlar. Nitekim burada sırıtmış senaryo.
Hikâyeye göre; Bir tarafta bir polisin şahsi kan davası için bir kişiyi devlet tarafından kırmızı bültenle aranan adam haline getirmesi, diğer tarafta aranan adam, aranan adam olmamasına rağmen Amerika ya kaçarak orda irşat görevi yapan bir din âlimi hüviyetine girmesi ile başlıyor. Türk istihbaratı adamı deccal diye arıyor. Amerikan polisi ise terörist olarak tanımlıyor. Bu tarafı ile sanki Fetullah hocanın Amerika da bulunmasına vurgu yapılıyor gibi. Ama buna rağmen sıradan bir kaçak değil bu şahıs. Aynı zamanda Amerikan polisinin bile zor ele geçirebildiği, çevresinde ciddi anlamda koruyucu tebaası oluşmuş bir adam bu. Polisin evini basmasını rağmen namazını terk etmeyecek kadar dindar. Ancak hanımı halen Hıristiyan olan bu alim şahsın bu denli dindarlığına rağmen karısın n ve kızının başı açık. Kızı ve damadı aynı zamanda hem Hıristiyan hem de Müslüman. Öyle ya! Sabahleyin kilisede nikâh, akşama camide nikâh. Herhalde ılımlı İslam’ anlayışının altını kalın harflerle çizmemiz gerekiyor burada.
Allahın hoş görmediği fiilleri kim hoş görme yetkisine sahip acaba bu dünyada?
Neticede can alıcı nokta bana göre filmin sonuna doğru iyice şahsileşen ve drama edilen finali değil. Burada sahneler son derece güzel. Gerek bölgenin değer yargılarını ifade etmesi bakımından, gerek gelenek ve göreneklerini yhan sıtması bakımından tebrik edilecek kareler ve diyaloglar var. B
Ancak, hocanın Türkiye ye getirilmesinin arkasından deccalında eş zamanlı yakalanması. Hoca efendi, gerçek deccal ile komşu hücrede yan yana getirildiklerinde kısa fakat ilginç diyalog oluyor. Polis müdürüne karşı sözde deccal olan kişi bir ayet okuyor. Bu ayet; “ Din sadece Allahın oluncaya kadar savaşın” hükmü. Ama Amerika dan getirilen ve aynı zamanda idealize edilen ve aslında masum olan hoca, polis müdürünün yerine kendisi cevap veriyor. Allah resulünün hayatından örnek vererek cevap veriyor. Ne diyor Hocaefendi;” Allah resulü hayatının tüm zamanların da sadece iki ay savaşa gitti.” Diyor.
Dikkat ediyor musunuz? Deccal in fiili yanlış. Filmde deccala mal edilen cinayet görüntüleri zaten İslam hukukunun, Müslüman insanın vicdanının tasvip ettiği manzaralar değildir. Türkiye de Hizbullah adı altında işlenen cinayetlerde Mossad ın bir kolu tarafından işlenen cinayetlerdir. Hiçbir Müslüman düşmanı da olsa insanlara işkence yaparak öldürmez. Bunu ne vatan için yapar, ne Allah için yapabilir ne de Resulullah aşkına mümkündür. Ancak deccalın söylediği doğru. Çünkü okuduğu bir ayettir. Kainatın sonun a kadar Müslüman din Allahın dini oluncaya kadar yer yüzünden fitne kalkıncaya kadar savaşacaktır.
Diğer taraftan Hocanın da fiili doğru. Ama söylediği yanlış.
Hoca yanlış dedi çünkü Allah resulü sayısız savaşlara girdi çıktı. Sadece küçük gazveleri saymazsak; Uhud, Bedir ve Hendek savaşları küfre karşı verdiği, ve mübarek eline kılıcını alarak savaşın en çetin yerlerinde savaştığı ve mübarek kanının döküldüğü muteber tüm kaynaklarda geçer.
Tekrarda fayda var. Adı ister ılıman İslam olsun ister klimalı Müslüman olsun. Hiç kimse Allahın hoş görmediği fiilleri hoş görme yetkisine sahip değildir vesselam.