“Nevrüz Ateşi” Hangi İbrahimleri Yakacak?
Tarihi ve en büyük hikmet/ibret örneği İbrahim Peygamber olayını bilmeyen yoktur sanırım.
Kurbağa anatomisinin, Darvin nazariyesinin hafızalara yerleştiğimillî olamayan bir “Millî Eğitim Politikası’nda geldiğimiz yer bellidir.
Tarihini, mazisinin, ecdadını, millî/manevi değerlerini, dinini/imanını, cihadını, atasını bilmeyen, tanımayan bir nesil yetiştirdik her baştan…
Tanrı’lık güden Nemrut’un emriyle koca bir ateş yakıldı. O kadar büyük bir ateş yakıldı ki; alevleri surların üzerine çıkıyordu…
Tüm şehir yoğun duman altında yitmiş, gündüz vakti, akşamın alaca karasına bulanmıştı.Hazreti İbrahim bu koca ateşe atıp cezalandıracaktı.
“Benden başka Rabb varsa, gelsin Rabbin seni kurtarsın!” diye alay ediyordu.
Melekler bile ateşin ürkütücülüğünden etkilenip telâşlanmış, Allah’a müracaat etmişlerdi:
“Ey Rabbimiz! Bu topluluk içinde Sen’i bilen, Sen’i tanıyan, sadece Sana ibadet eden İbrahim de yanıp ölürse, Sana yönelen kimse kalmaz. Emret, şu kavmi yok edip İbrahim’i kurtaralım.”
Cenab-ı Allah buyurdu ki: “Onun halini biz daha iyi biliriz. Ona biz yardım edeceğiz.”
Mancınıklar hazırlandı. Hazreti İbrahim’i mancınıkla ateşe fırlatacaklardı, çünkü ateş, çevresine öyle bir ısı yayıyordu ki, yanına yaklaşan kızarıyordu.
Hazreti İbrahim’i mancınığa yerleştirdiler. Nemrut salına salına yanına gitti:
“Seni kurtarmamı ister misin?” diye sordu.
Hazreti İbrahim hep yaptığı gibi, Allah’a inancını haykırdı:
“Bana Rabbim yeter, O ne güzel vekildir!”
Nemrut’un öfkesi katlandı. Bir insan ölümle yüz yüze geldiği anda bile nasıl bu kadar sakin, böyle pervasız olabilirdi?..
Yenildiğini anladı. Oysa maddî her şey elindeydi: Şan, şöhret, servet, asker; her şey. Bir emriyle ordular harekete geçer, gösterdiği hedefi yerle bir ederlerdi. Bu durumda kendisini galip hissetmesi gerekiyordu. Fakat ne tuhaf: Mağlup hissediyordu. Yüreğindeki inançtan başka, elinde-avucunda maddî hiçbir şeyi olmayan İbrahim’e yenikti.
Düşündükçe nefreti ve öfkesi arttı: “Fırlatın!” diye emretti.
Mancınığı tutan ipleri kestiler. Hazreti İbrahim hızla fırladı. Döne döne gitti, gitti, Nemrut ateşinin tam ortasına düştü.
Herkes sevinç çığlıkları atmak zorundaydı. Yürekleri yananlar bile Nemrut korkusundan sevinç çığlıkları attılar.
O anda ateşe hüküm geldi:
"Ey ateş, yakma! İbrahim için soğuk ve selâmetli ol."
Nemrut ateşi yedi gün aralıksız yandı.
Hazreti İbrahim yedi gün Nemrut ateşinin içinde yaşadı, ama yanmadı. Her şeye hüküm geçiren Allah, ateşe de hükmünü geçirmiş, "yakma" deyince, ateş, yakmaz olmuştu.
Alevler ancak yedi günde söndü, dumanlar dağıldı. Ne görsünler, Hazreti İbrahim ateşin ortasında oturmuş, Allah’ına dua ve şükürle meşgul.
Donakaldılar. Ayakları şaşkınlıktan birbirine dolaşarak Nemrut’a koştular.
"İbrahim sağ, her şeyi yakan ateş onu yakmadı."
Nemrut, adamlarının getirdiği habere inanamadı. Hayâl gördüklerini düşündü. Surlara çıktı, ateşe doğru baktı ve gördüğü manzara karşısında dehşete düştü: "Olamaz, imkânsız!" diye bağırdı.
Tekrar tekrar baktı. Gözlerini ovuştura ovuştura baktı. Gördüğü ne serap, ne rüya, ne de hayâldi. Hazreti İbrahim ateşin ortasında oturmuş gülümsüyordu. Demek ki, o hayatın gerçek boyutuydu.
Ama bunu halkına söyleyemezdi. Söyleyiverse itibardan düşecek, büyük ihtimalle tacını, tahtını kaybedecekti. Gerçeği kabullenmek yerine iftiraya saptı:
"O bir büyücüdür.." dedi, "Belki de bir kâhindir, onunla fazla uğraşmaya gelmez!"
Adamlarını alıp sarayına kapandı. Bir daha da Hazreti İbrahim’le Mü’minlere dokunmadı. Gördüğü apaçık mucize karşısında artık o da korkuyordu.
Yedi gün sonra, Hazreti İbrahim ateşten çıkıp kendisine inananlarla buluştu. Dedi ki:
"Hayatımın en güzel günlerini ateşin içinde yaşadım."
Anladılar ki; Allah isterse, yakan ateşler yakmaz olur, Allah isterse tüm zahmetler rahmete, musibetler saadete döner.
Allah izin vermezse, hiç kimse kimseye zulmedemez, etse bile etkisi olmaz.
Öyleyse dünyada olup bitenlerden korkmaya, paniğe kapılmaya gerek yok!..
Her seviyede tüm Nemrutlar da şunu çok iyi bilsinler ki; Ateş olsanız cirminiz kadar yakarsınız!
Sonunda Nemrut bir sivrisineğe yenildi, öldü gitti…
Yeni Akit Gazetesi yazarlarından, eskimez dost Yavuz Bahadıroğlu’nun bir makalesinde ifade ettikleri isabetli bir cümle şöyle: “Nemrut ateşi farklı boyutlarda hâlâ yanıyor ve maalesef her gün yakmak için binlerce İbrahim arıyor!”
EVET; “NEMRUT ATEŞİ” gibi, günümüz kaosunda, anlayış ve cehaletinde yanan ve ruhları/imanları kavrulan mazlumların, insanların, zavallıların sayısı belli değil..
Baharın ilk günü sayılan ve Güneşin Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22. Mart’a rastlayan, gece/gündüzün müsavi olduğu, İranlıların yılbaşısı NEVRÛZ ateşi, günümüz anlayışında sanki Nemrût Ateşi haline geldi.
Adaşım İlhan Esen, bir araştırmasında NEVRÛZ hakkında,özet halinde şu izahatları verir:
“Nevruz,Türk dünyasında Hun Türklerinden (tabii öncesi de var) beri kutlanıldığını bildiğimiz en eski Türk bayramıdır..
Türk milleti, karanlık ve soğuk günlerin bitmesini, tabiata hayat yürümesini, toprağın canlanmasını büyük bir coşku ile kutlamış, bu günü yeni bir yılın başlangıcı, yani yeni yıl olarak kabul etmiştir.
Tarih boyunca Türk dünyasında çok canlı olarak kutlanan nevruz, Türklerin ön Asya’ya ilerleyişinde de unutulmamıştır.. Selçuklularda nevrûzun ciddi bir biçimde kutlandığını biliyoruz.
İnsanlar nevrûzda birbirlerini tebrik eder, karşılıklı hediyeler verirler, eğlenirlerdi.
Osmanlı döneminde de nevruz, kutlanan sayılı günlerden biriydi. Nevruz günü, hazırlanan yeni yıl takvimi padişaha sunulur, karşılığında Nevruziye adı verilen bahşişler alınırdı. Padişaha, sadrazama ve diğer devlet büyüklerine sunulan ve Nevruz Pişkeşi adı verilen bu takvim uğurlu günleri gösterirmiş. Hekimbaşılar da her yıl Nevruzda kokulu bitkilerden yaptıkları kırmızı renkli macunu, nevrûz gecesi padişaha, şehzâdeye, sultanlara sunarlar ve karşılığında hediyeler alırlarmış.
Nevruz, Anadolu da, nesillerden nesillere yüzyıllardır çeşitli şekillerde kutlanmakta, yaşatılmaktadır.
Mart dokuzu, Sultan Nevruz, yıl yenilendi, baca baca, kapı dinleme, baca dizme, taş dizme, hıdrellez gibi isimlerle tanımlanan eğlence ve kutlamalar, orta Asya’dan getirdiğimiz bu en eski Türk bayramının çeşitli versiyonlarıdır.
Nevruz bugün, Türk dünyasında da büyük bir coşku ile kutlanmaktadır.
Azerbaycan’da kısaca ‘bayram’ da denilen Nevruza evler, bahçeler temizlenerek hazırlanılır. Elbiseler, kilimler yıkanır. Ağaç dipleri bellenir. Çocuklara, evlere, hayvanlara üzerlik yakılarak tütsüler yapılır. Nevruz sofrası hazırlanır. Nevruz günü sofraya çeşitli şekerler, ceviz içi,armut kurusu konur. Nevruzda kederli ve üzgün oturulmaz, küfür ve beddua edilmez.
Yeni elbiseler giyilir. Mezarlıklar ziyaret edilir. Eşe dosta tatlı dağıtılır, küsler barıştırılır.
Kazaklar “Yeni yıl temiz bir eve girerse, o ev hastalıklardan, her türlü beladan
kurtulur.” inancıyla evleri baştan aşağı temizleyerek Nevruza hazırlanırlar. Her evin
sofrasında ak olan süt ve sütten yapılan yiyecekler, yeşillikler ve kırmızı et bulunur. Kuru
peynir, buğday, pirinç, darı gibi yedi çeşit yiyecekten çorba hazırlanır. Yıl boyu tokluk
olması inancıyla bu çorbadan bol bol içerler. Aile büyükleri güzel sözler söyler, küsleri
barıştırırlar. Nevruz günü kar veya yağmur yağarsa, gelen yılın iyi olacağına inanılır.
Özbekistan’da Özbekler, Nevruz sofrasına “S” ile başlayan yedi adet yemek ve
yedi tür baharat koyarlar. Ayrıca, sofraya büyük bir ekmek, etrafına boyalı yumurtalar ve
yeşil yapraklar konur. Bir hafta boyunca kutlanan Nevruz günlerinde çeşitli gösteriler
yapılır, oyunlar oynanır.
Türkmenistan'daki Nevruz kutlamaları haftalar öncesinden başlar. Türkmenler, bu süre içinde yaptıkları yemekleri komşularıyla paylaşır, Nevruz'u "Türkmen yeni yılı" olarak kabul ederler, bu bayramda ülkede her yer süslenir. Nevruz'da Türkmen pilavı, ekmeği, böreği sofralardan eksik olmaz, Nevruz yemeği olarak kabul edilen "Semene" yakınlara ikram edilir.Gençler kurulan dev salıncaklarda sallanır,yaşlılar geleneksel keçe-keçe oyunu oynar.
Doğu Türkistan’da günümüz Uygurları, Nevruzun başlamasıyla, yeni yılın
şerefine sevinç duygusunu ifade eden şiirler, şarkılar (nevrûznâmeler) yazıp, hazırlarlar.
Nevruz günü bayramlık elbiselerini giyerek kutsal ibadet yerlerine, kırlara, nehir
kenarlarına, işlek alışveriş merkezlerine toplanırlar. Milli oyunlar oynarlar, ozanlar türkü
ve şiir atışırlar. Şarkıcılar şarkılar söyler, dansçılar dans ederler. Nevruz törenlerine okul
çocukları da, çiçeklerle bezenmiş tahtalara yazdıkları nevrûznâmeleri ezgilerle okuyarak
katılırlar. Törenler tamamlanınca büyük kazanlarda hazırlanmış Nevruz aşı topluca yenir.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, bizzat Atatürk’ün emriyle ve kendisinin de katılımı ile coşkulu bir şekilde kutlanan nevruz, maalesef daha sonraları ihmal edilmiş, yavaş yavaş yöresel etkinlikler haline dönüşmüştür.
Katıksız bir milli Türk bayramı olan nevruz, biz sahip çıkamadığımız, nesillerimize yaşatamadığımız için eski birleştirici özelliğini kaybetmiş, bölücü vatan hainleri tarafından kötüye kullanılmasına seyirci kalınmıştır..”
Evet, isabetli bir görüş daha…Bölücü, hain, düşman ve şer mihrakların tahriki ile gündeme gelen oyun/tuzaklar içinde, bu yıl nemrûz kutlamalarını da sayabiliriz.
Milletin parasını maaş olarak alan ve kendilerini vekil sanan BDP gibi parti ve PKK. Militanları tarafından organize edilen kutlamalarda, bir tek Türk bayrağı göremedik. PKK, parti bayrakları ve katil APO (Artin Agopyan) ın posterleri, Nemrût ateşine benzeyen büyüklükte ateş…
Nevruz’un İslâm inancına göre ne olduğuna bakmakta da fayda var.
“Ashabdan Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Resulüllah (hicret edip) Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi. Resulüllah (Onlara) “Bu iki gün(ün manası) nedir?” diye sordu. Biz (İslâm’dan önce) cahiliye devrinde bugünlerde eğlenirdik dediler. Hz. Resulüllah buyurdu ki, “Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı iki günle, Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramıyla değiştirdi.”
Medinelilerin oynayıp eğlendikleri iki bayram, Nevruz ve Mihrican günleriydi.
İslâm’da, oyun ve eğlence bayramı yoktur. Gerçek sevinç ibadette olduğundan, Müslümanın sevinç ve neşesi ibadet iledir. Onun için, bu iki gün –Nevruz ve Mihrican- İslâm’da bayram olarak kabul edilmemiştir.
Nevruz, havaların ısınıp, güneşin koç burcuna girdiği ve baharın geldiği gündür. 22 Mart’ta kutlanır. Mihrican ise güneşin terazi burcuna girdiği gün olup Eylül’e denk gelir. Bu iki gün, bayram olarak önce İran’da başlamış ve yayılmıştır. Eski İranlılar ateşe taparlardı. Nevruz’da ateşin üzerinden atlamak adeti de o zamandan kalmadır. İslâm alimleri, Nevruzda bayram yapmayı iman bakımından tehlikeli görmektedirler. Bayram kabul etmeden, adet olduğu için o gün birine bir hediye almak bile mekruhtur.”
Bana mesaj olarak Ali Eren tarafından gelen bir yazıda da okuyucumuz şöyle diyor:
“Dedelerimiz 1 Mayıs diye bir şey bilmezlerdi. Sonra takvimlere 1 Mayıs Bahar Bayramı diye bir ibare girdi. Arkasından bir kelime daha ilave edip “1 Mayıs Bahar ve İşçi Bayramı” dediler. Derken 1 Mayıs, Müslüman neslin Lenin, Stalin ve Mao gibi komünist liderlerin koca koca posterlerini taşıdığı bayram günü(!) oldu. Sonra o mahut gün, “Taksim Meydanı’nda 36 kişinin öldüğü gün” olarak anılmaya başlandı. Hatta öyle bir vaziyete gelindi ki, o gün kaçış günü oldu. Biraz servet sahibi olanlar, bu bayramdan(!) bir gün önce ev, bark ve ticarethanelerini bırakıp bulundukları şehri terk eder oldular…
12 Eylül’den sonra, bu korku bayramı adeta bayramlıktan çıkarıldı. Ama yedekte bayram mı kıtlıktı. Bu sefer de Türkiye’de kutlanmayan Nevruz, “Bayram” unvanıyla piyasaya sürüldü. Böylece, 1 Mayıs’ın yerini Nevruz, Lenin, Stalin ve Mao’nun yerini de Apo aldı. Ve eski 1 Mayıslarda olanlar bu sefer Nevruz gününde olmaya başladı…
1 Mayıslarda kızıl bayrak taşınır, sadece kırmızı renk görülürdü. Nevruzla beraber ortalık renklenmeye de başladı. Artık kırmızının yanında sarı ve yeşil de arzı endam ediyordu.
Sadece renkler mi? Siyasiler de arzı endam ediyor. Evet, arzı endam eden sadece renkler değil; sadece yeşil hiç değil. Çünkü, iki yanında sarı ve kırmızı koruması olmayan yeşile hayat hakkı yoktur… Siyasilerimiz de gerekeni yapıyor, gençlerimizin bayram olduğunu yeni öğrendiği Nevruz’da, onların yanında yer almayı ihmal etmiyorlar
Nevruz, “Nevruz”dan öte adeta “Nev zuhur” bir bayram galiba. Çünkü memlekette böyle bir bayramdan haberi olmayan bayağı insan var. Nev zuhur yani “yeni meydana çıkan” demek yerine acaba “Yeni yeni oturtulmaya çalışılan bayram” mı desek?
Bu yeni bayram bir cihetten güneşe de benziyor… Güneş önce doğudan göründüğü gibi, Nevruz da –ne hikmetse- daha çok memleketin doğusunda kutlanıyor. Nedense orta ve batı Anadolu’da pek bilinmiyor ve benimsenmiyor. Güneşin ışığı bir anda her tarafa yayılmadığı gibi, Nevruz da galiba bütün Türkiye’de daha tanınamadı…
Ama bu nasıl bayram ki, lokal (mahalli) imiş gibi doğuda ölümüne kutlanmaya çalışılırken, batı Nevruz’a ilgisiz…
Ama Nevrûz galiba gerçekten bayram. Çünkü, Kurban ve Ramazan bayramları gibi camilerde Nevruz’dan da bahsedildi. Ancak küçük bir farkla: Diğer bayramların aksine, üzücü olayların meydana gelmemesi için, Nevrûz’da tahriklere kapılmamak tavsiye ediliyordu.
Gelin öyleyse şuna uygun bir isim koyalım. Şu isim nasıl: Nevruz, eşittir 1 Mayısların yerine uygun görülen, Korku ve Tedirginlik Bayramı…
Aldığımız nefes, attığımız her adım bile belirlenen/sınırlanan İslam’a göre, bu ateşin ve kutlamaların hükmü nedir, bir de ona bakalım:
Ashâb’dan Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Resulûllah (hicret edip) Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi. Resulûllah (Onlara) “Bu iki gün(ün manası) nedir?” diye sordu. Biz (İslâm’dan önce) cahiliye devrinde bugünlerde eğlenirdik dediler. Hz. Resulûllah buyurdu ki, “Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı iki günle, Kurban ve Fıtır (Ramazan) bayramıyla değiştirdi.”
Medinelilerin oynayıp eğlendikleri iki bayram, Nevruz ve Mihrican günleriydi.
İslâm’da, oyun ve eğlence bayramı yoktur. Gerçek sevinç ibadette olduğundan, Müslüman’ın sevinç ve neşesi ibadet iledir. Onun için, bu iki gün Nevruz ve Mihrican- İslâm’da bayram olarak kabul edilmemiştir.
Nevruz, havaların ısınıp, güneşin koç burcuna girdiği ve baharın geldiği gündür. 22 Mart’ta kutlanır. Mihrican ise güneşin terazi burcuna girdiği gün olup Eylül’e denk gelir. Bu iki gün, bayram olarak önce İran’da başlamış ve yayılmıştır. Eski İranlılar ateşe taparlardı. Nevruz’da ateşin üzerinden atlamak adeti de o zamandan kalmadır.
İslâm alimleri, Nevruzda bayram yapmayı iman bakımından tehlikeli görmektedirler. Bayram kabul etmeden, adet olduğu için o gün birine bir hediye almak bile mekrûhtur.”(Çeşitli kaynaklardan )
İbret alınmadığı için tekerrür eden Tarih, bir kere daha göstermiştir ki; sahip çıkamadığınız, koruyamadığınız değerlerinizi çalarlar.
Sevindirici bir gelişme ise, özellikle bu işin öneminin şuurunda olanların gayretleri semeresini vermeye başlamış, bu en eski Türk bayramı, Türklüğünün şuurunda olan gençlerimiz arasında yeniden heyecan uyandırmaya, kutlanmaya başlanmıştır..
Devletimiz, iktidar ve özellikle KÜLTÜR Bakanlığı tarafından TAHRİK VE İSTİSMAR Haline gelen bayramı, millî ruh içerisinde kutlamaya başlamıştır, zaman geç olsa bile…
Okuyucumuzun dediği gibi;bu bayram, Nevrûz kutlamaları “KORKU VE TEDİRGİNLİK BAYRAMI” olmasın.
Yazılarımın sonunda sizlere armağan ettiğim şiirim yerine, bugün İlhan Esen’in bir şiirini koymak istiyorum.
NEVRÛZ ATEŞİ’nin böyle olması niyaz ve temennisiyle:
NEVRÛZ ATEŞİ
Beşbin yıl geçmişten kopan yıldırım,
Karanlığı söker Nevruz ateşi.
Urumçi, Semerkant, Karabağ, Kırım,
Tüm Turan'da çakar Nevruz ateşi...
Karların gevşeyip eridiği gün
Yaylayı çimen bürüdüğü gün
Tohuma hayat yürüdüğü gün
Bahar yeli kokar Nevruz ateşi.
Alevini Türk ruhundan alarak
Eritecek zayıf yeri bularak
Ergenekon dağlarını delerek
Hürriyete çıkar Nevruz ateşi.
Töreler, soyumun milli tapusu
Töresiz dağılır Türk'ün yapısı
Destanlar devrinin masal kapısı
Bizi sarıp çeker Nevruz ateşi.
Öz malıdır kendini Türk görenin
Gönlünü Türk birliğine verenin
Türk tuğunu zirvesine Turan'ın
Alevlerle diker, Nevruz ateşi.
Destandır, söylenir ozan dillerde,
Umut ışığıdır esir illerde
Beş bin yıl geçmişi, Türk gönüllerde,
Nakış nakış dokur, Nevruz ateşi.
Teselli edelim gönlü eziği,
Bilelim Nevruzda feyli bozuğu,
Satılmış haini, kahpe tuzağı,
Toy düğünle yakar, Nevruz ateşi.
Yansın dört yanda, ateşler yansın,
Davullar çalınsın, halaylar dönsün,
Ayrılık, ihanet ateşi sönsün,
Yurda birlik eker, Nevruz ateşi.