Nerede O Eski Doktorlar?
Tıp bilimindeki baş döndürücü gelişmelerin ve teknolojideki ilerlemelerin birçok olumlu yönleri var.
Bir taraftan tomografiler, MR’lar sayesinde vücudun herhangi bir organındaki henüz hiçbir belirti vermeyen mili metrik tümörler saptanabiliyor.
Anjiyo ile kalbin veya beynin hangi damarının ne kadar daralmış olduğu belirlenebiliyor ve ameliyata gerek kalmadan bu damarı açmak ya da genişletmek mümkün olabiliyor.
Anne karnındaki bebeğe cerrahi bir girişim uygulanabiliyor.
Bardak dibi kalınlığında gözlük camı ile ancak görebilen hastalar, lazerle dürbün gibi gözlere sahip olabiliyorlar.
Her organın uzmanı var
Bu gelişmeler kaçınılmaz olarak ‘aşırı uzmanlaşmayı’ da beraberinde getiriyor.
Günümüzde her organın bir uzmanı var: Böbreklere nefrologlar, karaciğere hepatologlar, kalbe kardiyologlar, kansere onkologlar, kan hastalıklarına hematologlar, mide ve bağırsaklara gastro-enterologlar, akciğerlere pnömologlar, romatizmaya romatologlar bakıyor.
Hatta bunların alt grupları bile türedi. Eskiden bir göz hastalıkları uzmanı her türlü göz hastalığına bakar, teşhisini koyar, ilacını, damlasını, gözlüğünü, lensini verir, gerekiyorsa ameliyatını da aslanlar gibi yapıverirdi hastasının.
Ama bugün öyle değil. Gözcülerin kimi retinacı, kimi kataraktçı, kimi glokomcu, kimi şaşılıkçı, kimi lazerci, kimi lensçi, kimi korneacı. Üstelik de retinacı katarakta karışmıyor, korneacı glokomdan anlamıyor, lazerci üveite şaşı bakıyor. Yakında sağ göze, sol göze bakan uzmanlar bile türeyebilir, şaşırmayın.
Onun için gözünden bir sorunu olan şöyle gönül rahatlığı ile bir göz hastalıkları uzmanına gitmeye çekiniyor, çünkü glokomu olanın lazerciye gitmesi ile üroloğa gitmesi arasında fazla fark kalmamış durumda.
Oysa geçmiş yılların ‘dahiliyecileri’ çoğu zaman hiçbir tahlile, röntgene gerek duymadan, tansiyondan kalp krizine, romatizmadan anemiye, astımdan zatürreeye, hepatitten gastrite, diyabetten böbrek yetersizliğine kadar her türlü hastalığı hem teşhis ve hem de tedavi ederlerdi.
‘Hariciyeciler’ yani cerrahlardan ise kaçan kurtulurdu. Aldılar mı bisturilerini ellerine, apandisitten ülsere, kırıklardan çıkıklara, hemoroitten safra taşına, kıl dönmesinden kansere bulduklarını keserler, biçerler, dikerlerdi.
Uzmanlaşmanın sonu yok
Bu ‘aşırı uzmanlaşmanın’ iyi yönlerine diyeceğimiz yok. Belirli bir organın, hatta sadece belirli bir hastalığın uzmanı olan hekimler, elbette o konuda çok daha fazla bilgiye, birikime, deneyime ve beceriye sahip oluyorlar, ama olumsuzluklarını da gözden kaçırmamak lazım.
Diyelim ki başınız ağrıyor:
Önce aile hekimine gidiyorsunuz, tansiyonunuz yüksek çıkıyor, ama öyle hemen ilaç almak yok. Aile hekimi sizi kardiyoloğa gönderiyor. Ancak, işiniz orada da bitmiyor. Tansiyonun gözlerinizde ve beyninizde bir hasar yapıp yapmadığının belirlenmesi için bir göz doktoru ve nöroloğa fazla kilonuzun altında ‘acaba gizli şeker mi var endişesi’ ile diyabetçiye, diyetinizin düzenlenmesi için bir diyetisyene görünmeden olmuyor.
Sonunda tansiyon hapınız veriliyor verilmesine de bu sefer ilaç öksürük yaptığı için bir akciğerciye, midenize dokunduğu için de bir gastro-enteroloğa uğramanız şart oluyor.
Her gittiğiniz doktor da ultrasondan akciğer fonksiyon testlerine, eforlu elektrodan talyum sintigrafisine, şeker yüklemesinden tiroit fonksiyonlarına dizi dizi tahliller istiyor.
Bu gidiş gelişlerde, kuyruklarda beklemelerde başınıza herhangi bir kaza gelip ortopedi veya acil cerrahiye gitmeniz gerekmese bile sonunda bir psikiyatri konsültasyonu kaçınılmaz oluyor.
Hadi gelin de eski doktorları aramayın.