Neo Liberalizmin Son Vahşeti Soma Katliamında Biz de Suçluyuz
Soma katliamına neden olan koşullar adım adım oluştu. İlk ve esas sorumlusunun iktidar olduğunun tartışılacak yanı yok. “Sadece iktidar mı sorumlu” sorusunu sorarsak, –ki sormalıyız- “hayır, iktidarın işçi düşmanı politikalarını görmezden gelip halkın demokrasi özlemlerini başka kanallara yönlendirmeye çalışan ‘muhalefet’ de onlar kadar sorumludur.”
Açmaya çalışalım. Özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizinden sonra kapitalizm yeni bir yapılanmaya gitti. Sermaye dolaşımının önündeki engeller kaldırılıp, o güne kadar kamuya ait –eğitim, sağlık, ulaşım, haberleşme vb.- alanlar özelleştirilerek sermayeye devredildi. 1980’li yılların başından itibaren neo-liberal politikalar kapitalist sistemin krizine bir yanıt olarak devreye sokuldu. İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan, Türkiye’de ise Özal neo-liberal politikaların inşa sürecinde aktif rol aldılar.
Uluslararası üst kuruluşlar(Dünya Bankası ve IMF) aracılığıyla da dünya üzerinde yaygınlaştırıldı. Buna direnen ülkelerin emekçileri, İngiltere’de olduğu gibi yoğun bir saldırı, Türkiye gibi ülkelerde ise askeri darbelerle “hizaya getirildi.” 12 Eylül darbesinin ekonomik - politik hedefi, 24 Ocak kararlarında ifadesini bulan Neo liberal politikaların önündeki engellerin kaldırılması, işçi örgütlenmelerinin dağıtılmasıydı.
Ve başarılı da oldular.
Tüm iktidarlar neo-liberalizmi sadece ekonomik, sosyal, yasal uygulamalarıyla değil, ideolojik olarak da topluma kabul ettirilmek için yoğun bir mücadele yürüttüler. Özelleştirilmeyen hiçbir şey kalmadı. Yeraltı ve yerüstü kaynakları, yani madenler, dereler, ormanlar, kamu arazileri, eğitim, sağlık, güvenlik vb. vb. özelleştirildi. Milyonlarca yıldır özgür akan dereler haraç mezat satılığa çıktı. Tüm bunların gerçekleşebilmesi için, halkın, özellikle işçilerin direnme gücünün kırılması gerekiyordu. Taşeronlaşma ile işçileri bölüp, gücünü azalttılar. Sendikalaşma yerlerde sürünür hale geldi.
Böylesi kapsamlı bir saldırıya karşı doğru bir hedefe yönelip, tüm halkın, özellikle işçi sınıfının birleşik gücünü harekete geçirmek gerekiyordu. Bu gücün harekete geçirilebilmesi ise, gerçek bir demokrasi perspektifine sahip olmakla, sınıf ve halk içinde var olan “suni ayrılıkların” bertaraf edilmesi ile mümkündü.
Oysa bu coğrafya başka haksızlık ve eşitsizliklerin kol gezdiği bir alandı. Varlıkları inkar edilen Kürtler, kimlik ve demokratik hakları için yıllardır direniyordu, Alevilerin inançlarını yaşaması engelleniyordu, gayrı-müslim azınlıklar hedef durumundaydı. Yüz yıllık askeri vesayet yeni darbeler hazırlıyordu, on binlerce faili meçhul cinayet dosyası tozlu raflarda bekliyordu.
Böyle bir dönemde AKP hükümet olduğunda, darbeciler, Ergenekoncular, yeniden harekete geçtiler.
Toplumun bağrında birikmiş muhalefet potansiyelini kendi darbeci hedeflerinin arkasına takmaya çalıştılar. Kürt ve azınlık düşmanlığını, ırkçılığı “muhalefetlerinin” temel argümanı yaptılar. Darbeleri, militarizmi, askeri vesayeti, tek parti döneminin cinayetlerini kutsadılar. Hükümete muhalif olduğunu iddia eden “solcuların” önemli bir bölümü, ya bu kervana katıldı, ya da sessiz kaldı. Kimse, hükümetin neo liberal politikalarına karşı direnmedi, darbecilerin, ulusalcıların anlattığı “şeriat tehlikesi, laiklik elden gidiyor” zokasını yuttular. Kürtlerin eşit vatandaşlık hakkı tanınmadan, dindarların, başörtülülerin aşağılanmasına karşı çıkmadan, birleşik bir demokrasi hareketinin gelişemeyeceğini anlamadılar.
“Muhalefet” bu pespayelikle sürdürülünce, taşeronluk, işçi cinayetleri, HES’ler, atom santralleri, özelleştirme talanları devam etti.
Soma cinayeti yürekleri dağladı, bir yanımız yandı Soma’da. Hükümete öfkeliyiz haklı olarak… Bence kendimize daha çok öfkelenelim, bizim vebalimiz iktidardan az değil…