Nefret Müsamereleri
İlkin bir not belirtmek zorundayım. Bu yazı 2 ay önce bir başka alan için yazıldı. Van Erciş’in uyduruk kurtuluş günü için düzenlenen ırkçı törende,
Ermeni militan rolündeki belediye işçisi gerçek kurşunla vurulunca, bu vandalizm üzerine yazının Gerçek gazetesinde de yayınlanmasını istedim.
Bayburt’un kurtuluş töreninde konuşan AKP’li Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, “Bu sahneleri tekrarladığımızda bazıları bunu nefret müsameresi diye niteliyor. Yeni yetişen neslimize dostumuzu ve düşmanımızı tanıtmak zorundayız. Necip Fazıl üstadın dediği gibi dininin, ırzının, namusunun, dinin davacısı bir gençlik istiyoruz.” diyor.
Aslında bu zat, ne yaptığını biliyor ve açıkça nefreti üretmek gerektiğini, Üstatları Necip Fazıl’ın referansıyla beyan ediyor!
“Kurtuluş Günleri” adı altında ikame edilerek nefret ve düşmanlık üreten ve bir yanıyla da bayağı gülünçlükler içeren bu müsamereler üzerine yazmak için Hacı Ali Polat’ın demokrasilerde nefret suçu teşkil edecek bu açıklaması bir vesile oldu.
Devletler, kendi varoluşları için aynı zamanda bir meşruiyet tabanı (hiç değilse bir ölçüde) yaratmak zorundadırlar. Varlıklarının toplumda içselleştirilmesini isteyen ve bekleyen devletler, beklentilerinin karşılığını bulamadıklarında, bunu oluşturmak için yasaları ve özellikle ideolojik araç gereçleri devreye sokarlar. (Devlet kavramı bir bakıma iktidar olarak da okunabilir)
Cumhuriyet Devleti de, aynı süreci yaşadı. Lozan, Cumhuriyetin uluslar arası tescil belgesidir. Ancak içerde devletin inşası çok sancılı süreçler yaşadı. Yoğun siyasal zor, ideolojik ve siyasal alandaki totaliter anlayış ve uygulamalarla kurulan yapı, ceberutluğunu perdelemek ve meşruiyet kazanmak için toplumla çeşitli bağlar kurma yoluna gitti.
Cumhuriyet kendini yalnızca ‘yeniyi kuran’ aktör olarak değil, ‘kurtarıcı’ aktör olarak da lanse etti. Hatta kurtarıcılığı, kuruculuktan önce gelir. Kurtardım ve kurdum diyerek, varlığını meşru kıldı! Halaskar zabitleri “Şehirlerin Kurtuluş Günleri”ni ihdas ederek, toplumla ilişki kurmanın kendilerince en iyi ve ajitatif yollarından birini buldular.
Şehirlerin, ilçelerin ve hatta kasabaların kurtuluş günleri belirlendi. Kendi yöreleri için kurtuluş günü tespit edilmemiş olan bazı yörelerin ‘makbul’ vatandaşları, kendileri için böyle günler bile tespit ettiler.
Kurtuluş günü olarak ihdas edilen o günlerin neredeyse tamamına yakını, hele Doğu Anadolu’dakiler aslında öyle bir gün yaşamamıştır. 1917 yılında Çarlık Rusya’sındaki Şubat ve özellikle Ekim Devriminin Osmanlı’da yaşayan halkların ‘kaderindeki’ yeri yeterince açıklanmadı daha!
Kurtuluş gününde neler olur?
Kurtuluş günü törenleri yörenin meydanında tertip edilir. O meydanda eğer bir Atatürk heykeli yoksa (olmaması mümkün değildir ama) mutlaka bir büstü vardı. Yöredeki bürokrasi, varlığına uygun hiyerarşik düzen ve surat ifadesiyle yerlerini alır. Onlar her zaman ciddidirler. Çünkü kurtarıcıların ciddi ve asık suratlı oldukları algısıyla yetiştirilmişlerdir ve kendileri de kurtarıcılar (devlet) kesiminin temsilcileri olduklarından, suratlarını asarlar. Böyle daha değerli olduklarını sanırlar!
Eğer o meşhur kurtuluş günü, okulların açık olduğu döneme denk geliyorsa, öğrenciler meydanda sıra düzeni içerisinde toplanır. Büyükler nutuk atar, küçükler şiir okur! Nutuklar aynı, şiirler aynıdır. Hepsi de beyin yıkama propagandasıdır, gürültüdür, bıktırıcıdır. Kimi yerlerde de kurtuluşu temsili canlandırmalar yapılır ki, bu müsamerelerdeki ilkellik, ben de gülünçlükten çok acıma yaratmıştır! Müsamereler ben de hep bir utanma hissi oluşturdu.
Kurtuluş gününü izlemek için oraya gelen yöre halkı merak ettiğinden, vaktini geçirmek istediğinden ya da ‘makbullüğünden’ oraya gelmiştir. Bir kısmı şerbetlenir gider.
Bütün olanların toplamı şudur: Düşman bizi işgal etti, Atatürk bizi kurtardı! İşgal, savaş, kurtarıcı ve düşman; bunları unutma, devletine sahip çık vs.
Son 20 yılın kurtuluş günlerinde neler oluyor?
Cumhuriyet ideolojisini/siyasetinin, kültürünün 12 Eylül’le birlikte kazandığı faşist ivme, 90’lı yıllardan itibaren bu kurtuluş günleri için yukarıda bahsettiğim formatı daha ileri taşıyarak hem bir görsel kirliliği hem de nefret söylemini iyicene artırdı.
Bunun özel bir nedeni var!
Düne kadar Ermeni sorununu unutturmaya çalışan devlet, bir-iki kuşağın bu dünyadan göçmesiyle sorunun tamamen biteceğini umuyordu. Dünyadaki hızlı değişimlerin sonucunda, pek beklemediği bir durumla karşılaştı: Ermeni sorununa ilginin ülke içinde de bu denli artacağını ve sorgulayıcı bir durum alacağını beklemiyordu.
Bu gelişmelerden dolayı Ermeni kimliği, kurtuluş müsamerelerindeki nefret söyleminin ve düşman olgusunun hedefi haline bilerek, isteyerek getirildi.
Özellikle ülkenin Doğu bölgelerinde bu kurtuluş günleri müsamerelerine çok önem verilmekte. Bu bir rastlantı değil! Bu bölgeler, Ermeniler üzerine ötekileştirmenin, nefretin, kinin en yaygın olarak üretilecek alanlarını oluşturuyor. Hatta buralarda bazen o acınası, berbat müsamereler için Ermeni asker rolünde insan bulmakta zorlanılıyor. Çünkü kimse, parayla da olsa Ermeni askeri rolünde olmak istemiyor!
Nefret söylemi son yıllarda yalnız milliyet üzerinden değil, özellikle din üzerinden de üretiliyor. Müsamerede mutlaka sakallı bir imam, Ermenilerin işkencesine uğratılarak öldürülüyor! Hıristiyan Ermenilerce imamın şahsında İslam katlediliyor! Yaşasın kin ve düşmanlık!
Bu yapılanlar sonuçta, düşmanlık üreten milliyetçilik tarlasında, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” anlayışının bir uygulaması olarak büyütülüyor.
Mesajda görüldüğü üzere; Faşizm seküler karakterine karşın, gerektiğinde dini değerler üzerinden de devşirmeye girişiyor.
Mesajda görüldüğü üzere; dincilik, salt ilahi alanda değil, gerektiğinde milli tasavvurlar üzerinden de devşirmeye girişiyor.
Türk-İslam sentezi, devam ediyor!
İki ucun; Nihal Atsız ve Necip Fazıl arası geçirgen ilişkilerin tezahürü, düşmanlık paydasında buluşuyor! Yani Türk İslam sentezi, Nihal Atsız ile Necip Fazıl’ın buluştuğu ırkçı ve dinci noktadır.
Son yıllarda yaşanan bu pratikler bize vesayetçi rejimle AKP kesiminin millicilik kodları üzerinden oluşan ortak paydalarını daha net göstermektedir. İktidar paylaşımı nedeniyle çelişen güçlerin benzer ideolojik terminolojiyi kullanması, bunların yeri geldiğinde ittifak yapabileceklerinin de göstergesidir. Nitekim Kürt meselesi üzerinde bu benzeşme kendini iyice gösterdi.
Bayburt’taki ipe sapa gelmez o kurtuluş günü müsameresi hafifseyecek, gülünüp geçilecek, bir olay değil.
O bir fotoğraf, okumasını bilenlere!