Neden Yazıyorum?
Öyle ya, neden yazıyorum?
Ne yazıyorum, neyi nasıl yazıyorum, nerede yazıyorum?
İnsanların beni okumaya mı ihtiyacı var?
Okumasalar ne kaybederler?
Ben okunacak biri miyim?
Sorular uzatılabilir ve bütün bunların başlangıcını ve toplamını, “neden yazıyorum” sorusu oluşturur.
Yazı yazmanın yaygınlaşması iyidir. Her yazı yazma çabası da övgüye değerdir.
Ancak her yazı yazan, yazar da değildir.
Yazı yazmaya çalışan biri olarak ara sıra kendime soruyorum: “Neden yazıyorum?”
Birkaç yazımda bu iç sesimi anlatmaya çalıştım.
Geçen gün bu gazetede Necmi Gürseler’in “Yalnız Saat Sesleri” başlıklı yazısını okuyunca, depreşen iç dünyamın mihmandarlığına soyundum. Yazı, bazen insanı provoke etmeli.
Böyle bir yolculuk zor, biliyorum. Gürseler’in yazısı, iyi bir başlangıç noktası oluşturuyor. Gazetede köşe yazısı olmasına rağmen edebi tatlar aldığım Gürseler’in yazısındaki şu giriş, bu özgün yolculuğun mihmandarının bir anlatımı gibi.
“Yazmanın kıyısında ayaklarımı denizin tuzlu dalgalarına değdirirken usulca ürperiyorum.
Yazmak bir nevi çözülmek mi kendinden? Dipsiz kuyuların çığlıklarını nasıl bilincin ışığına çıkaracağız?
Yazarak belki soğuk gecelerimizi ısıtabiliriz.
Bilirim ki, yalnızlığın örtüsü kalın bir kış gibi çepeçevreyken yazıya uzanmanın sıcak dostluğu ne güzeldir!
Yazı,resim ve kitaplar bir tek güneş gibi yakıyor ruhunu.Gerisi yalandan öte gitmeyen bilmeceler!.. İnsan katmerli bir yalan!..
Kaygılı adamdan başka yokmuş benim dostum! Nicedir ben onu yazmalıymışım!
Oymuş benim yanı başımdaki sadık dost!”
Gürseler’den yaptığım bu alıntıda, okuma ve yazma dünyasının anlamının yoğun ve akıcı ifadelerini görüyoruz.
Edebi yazılar yazmak, bir açıdan iç dünyanın bilince çıkarılarak dışa vurumu ve kişinin kendince bir nevi çözülmesidir, diyor Gürseler. Evet, edebiyat, perdeleri örtme edebi değil, perdeleri kaldırma ‘edepsizliğidir’ aynı zamanda! Her ne kadar edebiyat sözünün anlam dünyasının yanında edebiyat kelimesinin etimolojisi zayıf kalsa da, edep ve edepsizliğin estetiğidir edebiyat.
Yazıya uzanmanın yolu, yalnızlığın kalın örtüsünden geçer. Ve yazı, kaygılı insanların işidir. Dünya halinden, kendi halinden kaygı duyanların işidir yazmak. Kaygılı olmak, sorunlara duyarlı olmaktır.
İnsanın ruhunun güneşinin yazı, resim ve kitap olduğunu söylüyor Gürseler. Katılıyorum ve bu tespitleri, sanat başlığı altında topluyorum. Sanat alanında da edebiyat ve müziğe öncelik veriyorum. Bir başkası da bir başka sanat kollarına öncelik verebilir. Sonuçta insanı insan kılan temel bir eylemdir sanat.
Ve Gürseler, “İnsan katmerli bir yalan” diyen müthiş cümlesiyle, insanın hakikatini ifade ediyor. Bizler bu hakikatin birer parçasıyız!
Yalnızım!
Çözülmek istiyorum.
İç dünyamın anarşizminde verili düzene karşı bir isyan var.
Kör kuyularımdan çığlıklar atıyorum ve belki de o çığlıklar yine kör kuyularda yitiyor.
Hayat çok soğuk, yazarak ısınıyorum.
Kaygılıyım!
Yazı, kitap, müzik benim yaşama sevincim.
İşte bunlar için yazıyorum. Yani kendim için.
Yazar ile okuyucu arasındaki ilişki, yazma eyleminin ikincil alanını oluşturur ve bu ayrı bir konudur. Kendi adıma şu kadarını söyleyeyim ki: “Beni sizler var ettiniz” arabesk cümlesi doğrultusunda, ey okuyucu sizler için yazıyorum deseydim, “insanın katmerli bir yalan” olduğu hakikatinden bir tirat attırmış olurdum. Elbette bu durum, sizi yok saydığım anlamına da gelmez. Tersine, varlığınıza değer verir, saygı duyar ve görüşlerinizi önemserim. Ancak (eğer bir şerbet beklentiniz varsa) sizlerin nabzının şerbeti, bende yoktur!
Gördünüz mü, yine meramımı yeterince anlatamadım ve güya çıktığım yolculukta, Gürseler’in başlangıç noktasında dönüp durdum.