Ne Zaman Şehirleşeceğiz?
Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra modernleşme çabası içerisine giren genç Türkiye Cumhuriyeti doğal olarak şehirleşme alanında da büyük gelişmeler sağladı.Mesela Ankara küçük bir kasaba iken bugün beş
milyon nüfusa doğru yol almaktadır.Nitekim İstanbul on milyon nüfusu çoktan aştı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında şehir nüfusu genel nufusun yüzde onunu geçmez iken,şimdi gelecek on yıl içerisinde yüzde doksana çıkması bekleniyor.
Bunun çeşitli nedenleri var şüphesiz.Burada nedenleri üzerinde durmayacağım.Benim bugünkü konum çarpık şehirleşmedir.
Bundan elli yıl kadar önce (ki bu altmışlı yılların başlarıdır) şehirlerimizin çoğunda imar planları(yani düzenli şehirleşme planları) yokken halk gelenek,görenek ve adetlerden gelen kurallardan hareket ederdi. Mesela komşunun güneşini kesmeme,saçak payı veya komşudan üç metre çekme hep o yılların ananelerinden doğan imar kurallarının terimleri idi. Yani ev yapımında kamunun yani halkın oto kontrol sistemi vardı.
Dolayısıyla şehirler bulunduğu bölgenin ekonomik,sosyal ve coğrafi konumlarını yani kısaca kültürünü yansıtırdı.Elbette imparatorluk coğrafyasının bütünleştirici bir takım izlerini taşırdı.Ama bölgesel kültürün izlerini daima görürdük.
Altmışlı yıllardan sonra ülke genelinde merkezi planlamaya geçtik.Ankara’da ilgili bakanlığın birimleri vasıtası ile açılan ihalelerle şehirlerimizin imar planları yapıldı.İmar kanunu Türkiye’nin her tarafın da uygulamaya sokuldu.Yani tek tip elbise gibi ülkemizin her tarafında aynı tür imar planları uygulanmaya başladı.
Şehirlerin yaşayan organizmalar olduğu, şehirleşmenin kanunlarla,planlarla disiplin altına alınamayacağı gözardı edildi.Dolayısıyla şehirlemiz şahit olduğumuz gibi çarpık gelişti.
Burada çarpık gelişmeyi sadece gelenekden koparak kağıt üzerinde şehir kurmaya bağlamak çok doğru olmaz elbette…Ama en büyük nedenlerinden biridir…
Diğer bir neden ise; Köyden şehire göçlerdir.Şehir kültüründen bihaber insanlar şehir yaşamanın kurallarını bilmedikleri gibi, ekonomik zenginliğe ve modernleşmeye paralel olarak gelişmesi ve değişmesi gereken şehircilik anlayışlarını da gerçekleştirememişlerdir.
Burada şu iddia edilebilir; Şehirin yerlileri bu konuda lokomotif yani öncü görevi göremezlermiydi? İşte burada yanılıyoruz.Zira küçük kasabalar da yaşayan şehirli yerliler de büyük kentlere göç ederek göçmen durumuna düşmüşlerdir.
Kısaca bu durumu yap-boz tahtalarına benzetebiliriz.Bu öyle bir hareket ki;Hem yatay hareketlilik var hem de dikey.Yani insanlar köyden şehire veya küçük yerleşimden büyüğüne göç ettikleri gibi, ekonomik ve eğitim düzelerine paralel olarak da muhit değiştirmişlerdir.
Ve bunlara bir başka nedeni de ilave edebiliriz.Ki bana göre baş nedendir.Özellikle yirminci yüzyılın ortalarından itibaren insanlara aç gözlülüğü meziyetmiş gibi sunan kapitalist yaşam aşkıdır.
Bütün bu nedenlerdendir ki şehirlerimizin istisnasız tümünde yaşam sanatının izlerini çok az bulursunuz.
Bu keşmekeşlik ne zaman biter? Toplum olarak nüfus ve ekonomik olarak durağanlaştığımızda, yani kültürel olgunluğa ulaştığımızda. Bir şaka; Yani bölgesel güç olduğumuzda …