Ne Kadar Hızlı Yol Alıyoruz?
Çok çabuk tüketir olduk yaşamı.
Duyguların haberi bile olmadan akıp gidiyor hızla… Dönüp baktığımızda ardımıza, ya da yaşanmışlıkların anlaşılmayan ağırlığından mecburi durakladığımızda, hiçbir şeyi anlayamıyoruz.
Hızlı mı düşünüyoruz? Ani mi karar veriyoruz? Ya duygusallığımız ne durumda?
Bir sisteme bağlı olduğumuzu unutuyoruz.
Belki bildiğimizi sandığımız sistemi işlemez hale sokuyoruz hızlanarak yaşamda…
Bir sistemimiz var tabii ki, bu bilinir. Ya bu yığıntı nedir, duygudan yoksunluk?
Bu kayıplar, bu acı çekmeler, yalnızlıklar, keder ve aşksız geçen zamanlar?
Sevgi var mı? Ya duygu? Duygu da ne?
Sistem, ne kadar hızlı çalışırsa çalışsın şimdiki zaman için bir rehberlik yapacak illa ki geçmiş zamana.
Zamansa, duygusal tüm deneyimleri deposuna biriktirmeyi görev bilmiş. Bedensel işaretleyiciler haber veriyor bize biz anlamasak da.
En başta beyinde ki hasar ya da işlevsel bozuk diyor uzmanlar adına, duygusal bakımdan beynin üstündeki girinti çıkıntılar düzleşirmiş…
Bunu en çok da geçmiş duygusal deneyimlerine başvurma yetisinden yoksun olan kişiler, bu hızdan yararlanamıyorlar.
Uzmanların yine dediğine göre sürecin oturtabileceği temelden, söz gelimi utanç ya da stres gibi bir durumun neler hissettirebileceğine ilişkin bir bellekten yoksun kalıyorlarmış.
Bu hızlı düşünme, duygusal körelmeye sebep olmuyor mu dersiniz?
Hızla teknolojinin peşine takılıp modernleştirdiğimiz yaşamın giderek hızlanmakta olan temposu, tam da bu noktada bir durum değerlendirmesini yapmamızı gerektiriyor aslında.
Kabul etsek de etmesek de artık hızın çok büyük önem taşıdığı bir çağda yaşıyoruz. Bu beni ve benim gibileri sürekli alarma geçiriyor.
“Sakin ve yavaş nefes al” komutuyla…
Hızın önem taşıdığı bir çağda, oluşmaları normalde zaman alan bu haberciler zaman bakımından lüks sınıfında hızlı yaşam akışına kaptıranlar için.
Kendi içimizi unutup, kendimizden uzak, koşturup dururken olaylar içimize çöreklenip iz bırakmalarını sağlayacak zamanlar, artık bize verilmiyor.
Dönem kimin, neyin dönemiyse uymak zorunluluğu duyulduğundan, burada parantez açayım “ hiç alakam yok” diyenler bile, duygularının üzerlerine basa, basa yaşama sahip roman kahramanlarının değil, onların dönemi olduğunu kabul ediyorlar.
Endişeleniyorum ister istemez haklı olduğum şeyler yüzünden. Beynimiz bu hızla baş edemeyecek olmasından değil, önümüze sunulan neredeyse bütün verilen işleme yetisine sahip olduğumuz gibi, bu konudaki kapasitenin de günden güne genişlemesi söz konusu.
Dikkat denecek bir haber size; beynimizde barındığımız duygusal sistemlerin, iyice geride kalma tehlikesiyle karşı karşıyayız bu biline.
Bu yalnızca bir duygusal öngörü ve hatırlatma değil, sinirsel iletim hızına da bağlı.
Bir olay ya da kişinin görüntüsü an meselesiyken, bunun duygusal bir işaret bırakması saniyeler düzeyinde. Sisteme bağlı sinir liflerinin miyelin denilen kılıfla kaplı, duygusal sisteme ait daha eski yollarınsa miyelinsiz olmasından kaynaklanıyor.
Miyelin, uyarılarının sinir hücrelerinin aksonları boyunca çok daha hızlı iletilmesini sağlıyor.
Bunun sonucu, duygusallığa birer damga basamadan yaşayıp tüketeceğimiz olayların, zaman içinde sayıca artacak olması. Özellikle de gelişimin ilk yıllarında.
Bu duyarsızlık bize, bilişsel hızın artmasıyla doğru orantılı olarak gelişmesi, bizi gelecekte duygusal olarak daha dümdüz ve nötr bir dünyanın beklediği anlamına geliyor ne dersiniz haklı değil miyim?
Yoksa zekâ düzeyi üst düzeyde hastalar gibi, daha duyarsız ve duygusuz insanlar yığınıyla dolu bir dünya ya doğru hızla yol mu almaktayız?
Maide Hanım,
Nisan 25th, 2010 at 14:22Yoğun iş temponuzun düzene girmesiyle nihayet aramıza döndünüz.
Senle bilgi ağı daha anlamlı.
Dönüşün bizi mutlu etti. Teşekkür ederi.. Bilgi ağı / Yazar Portal yazarları ve okurları adına.
Miyelin korumasız duygularımızın, daha yavaş nefes alarak içimizde yol almasına ve miyelinlilere yenilmemesine mi gayret etmeliyiz diyorsunuz Maide Hanım:))))
Mayıs 5th, 2010 at 10:51