Ne Kadar Anlatırsan Anlat…
Bazılarımız, yaşamı ve en basit meseleri anlamak için sığ ya da yüzeysel anlatımlarla doyuma eremez, istese de istemese de kendini derinleşerek anlama yolunda bulur. Çünkü hayatı bütün merhaleleriyle anlamaya talip olan kişi, bunun için karşı konulmaz arzular duyar.
İşte bu yola düşmüş kişiler için tasavvuf henüz adını koymadıkları hallerde bile kendilerini içinde buldukları bir deryadır ki, boranı,tayfunu her şeyiyle severler onu...Elbetteki ilk keşfeden değildirler ve içinde haşrolmaya çalıştıkları ilimin adı Tasavvuftur.
Zihnin bilmediğimiz kıyılarında yükselen buzdağlarını eritmek ve yüreğimizin ulaşamadığımız derinliklerindeki yangınlarına akmak ve serinlemek gibidir, tasavvuf…
Düşünce kilitlerinizin bütün kapılarına içinizdeki ummandan devasa “Hu” dalgaları doğurur ve böylece kimi engelleri önüne katar götürür, kimini aralıklardan sızarak yıkar.
Bendeniz de bu bazılarından biriyim. Meraklı bir talipten öte değilim. Anlatışlarımda yitik kalan, bir şarkının yarım vuruşluk notaları gibi tiz yahut pes cümlelerim , bir sofradan aşırılmaya çalışılmış ufak bir lokma kadar… Çünkü ve sanırım, belki de henüz… Nasibim bu kadar… Vahdet ve kesret âleminin sofrasında neresine oturursan otur ulaşamayacağın lezzetlerle dolu bu enfes davette, lokma uzatan dostlar da olmasa doymak imkânsız… Ve zaten arzunuz doymaktansa aç kalmaktır, kalkmaktansa oturmak, konuşmaktansa susmak… Zira istediğiniz suretiyle değil lezzetin gerçeğiyle buluşmaktır.
Nasip
Öyle ki; tasavvufu anlamak değildir mesele anlay-abilmektir ve –ebilmek meselesi ise bir nasiptir, kanaatimce… Nasibiniz ( payınız) ne kadar ise o kadar…
Tıpkı insanların farklı bilim ve ilimleri anlamadaki kapasite farklılıkları gibi…
Nitekim, kişilerin matematik anlamadaki farklı kapasitelerinden dem vurabiliriz. Malumunuz, matematik;herkesçe çalışarak edinilecek bir bilgidir. Fakat kimisi tabiri caizse %100 e kadar anlay-abilirken, kimisi sadece %10 ile idare etmek zorundadır.
Tasavvuf da öyle bir keşiftir ki, basamak basamak çıkılan ve her adımda bir başka mertebesine varılan, her kişinin değil, tabiri caizse er (işini iyi bilen, yetenekli ) kişinin harcıdır. Matematikten ancak 10 neti olan için matematik öfke duyulan hatta belki de nefret edilen bir bilimdalı iken 100 net çıkaran için dünyanın en eğlenceli dersidir.
Bunun gibi tasavvuf okurken kimileri başının üzerinde kaya taşımaktan beter hisseder kendini, çünkü tasavvuf ilminde genellikle kullanılan mecaz anlatımlar ve derin hikâyelerle uğraşmak ağır ve lüzumsuz gelir. Nitekim pek de anlamaz ve hoşlanmaz tasavvuftan… Nefret eder dahi diyebiliriz. ( Bu ilme dair yapılan karalama ve kötülemelere burada değinmeyeceğim )
Yani bazılarımız için mecaz ve derin düşünme külfettir, kimilerimiz için ise bir nimet.
Yeri gelmişken, mecazın sözlük anlamıyla yazımın içeriğine mühim bir ekleme yapmak isterim. Mecaz’, bir sözcüğü gerçek anlamından başka bir anlamda kullanma sanatıdır. Sözü daha canlı, çarpıcı ve etkili kılmak amacıyla kullanılır.
“Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşse hakikata inkılab eder hurafata kapı açar.”( Alimin söylediği mecaz bir tabir, cahilin eline düştüğünde onu hakikat zanneder. Hurafeler de bundan doğar.) Mecazı anlamaya dair Saidi Nursi’nin bu ifadesi tam anlamıyla bu noktaya işaret ediyor.
Bu nedenle tasavvufa dair yapılan sorgularda ve kavramadaki yanlışlar hatta ve hülasa tasavvuf zannedilerek sapılan alakasız kanaatler de bunların sonucu olmalıdır.
Tasavvuf deryasının dalgalarına kapılmadıkça, mana âleminden yeterince nasiplenmek de aynı nedenle herkes için mümkün görünmüyor. Zahir ve batın…Gördüğümüz ve görmediğimiz fakat varolan…Yahut mecazla saklı olan alametler…
Mecaz yani teşbihten amaç kastedileni kısa yoldan açıklamak demiştik. Belagat - edebi konuşma- tüm alim ve ulemanın ittifaken kabul ettiği gibi anlatımı sanatsal yolla güçlü kılmaktır. Kuran-ı Kerim de aynı dili kullanır. Aklıma gelen ilk ayeti paylaşmak isterim.
“İki Denizi Salıverdik. Bunlardan Biri İçilecek Tatlı Su; Diğeri Acı ,Tuzlu Sudur. Aralarında Onları Birbirinden Ayıran İnce Bir Çizgi Vardır. Asla Birbirlerine Karışmazlar. (Rahman Suresi, 19-20)
Bu ayeti kerimede hem gerçeği hem mecazı ile yorumlanır. Coğrafi anlamı dışında mecazi (müteşabih olarak da) bir anlam atfedilir. Şöyleki; tatlı su: inananları, tuzlu ve acı su: inkarcıları temsil eder. Kıyamet gününde birbirlerine karışmayacaklardır.
İki Denizin Aynı Yerde Birbirlerine Karışmaması Olayı...
Talip
Tasavvufa talip kimse için dünya; hak tealanın vahdet ( birlik ) bahçesidir, bu gözle gören için penceresinin önündeki gül sadece görmekle gelip geçeceği bir güzellik değildir. Kokusuna ve “Hu”yuna taliptir. Elbette tüm bu güzelliklere rağmen tasavvufu nefsanî duyguların tatmininin bir aracı zannedenler olabilir ancak bunların varlığı tasavvufun suçu olmaktan çok insani zaafların ürünüdür.
Bu yazımın içeriği ise; engin ve zengin tasavvufu keşfetmekteki çabaların ufak damlalarını dile getirmektir sadece...
Son sözü bütün manayı tek cümleye sığdıran, bir damla ile denizleri haykıran Mevlana’ya bırakarak es-selam diyorum.
“ Ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anladığıdır anlattığın”