Ne Günler Gördük
ÜZERİMİZDEN bayram rehaveti henüz geçmemişken, ‘Bayramdan kalan izlenimlerimi’ de paylaşayım diyorum.
Gerçi köşe yazarı bir ağabeyimiz ”Bayramda burada kalmamız yetmiyormuş gibi şimdi tatilini yurtdışında geçirip gelenlerin hikayelerini dinleyeceğiz” diye yazmış.
Neyse ki ben nispet yaparcasına gezdiklerimi, gördüklerimi değil, tersine yaşadığımız ülkenin ekonomideki değişen yerine dair gözlemlerimi yazacağım. Çünkü bayramda Londra’yı gezmektense, bu kez orada Türk olmak pek keyifli geldi. Açıkçası Londra’yı Türkler basmıştı.
En merkezi caddesi Kingroad’da haniyse adım başı bir Türk’e rastlar haldeydim.
Alışveriş merkezlerinde hiç zorlanmıyorsunuz, örneğin siz satıcıya birşeyler anlatmak isterken, etrafınızdakiler Türk olduğunuzu anladığında hemen “sizin istediğiniz ürünü ben yan reyonda gördüm” diyebiliyor...
Gördüğüm 10 kişiden biri Türk ise diğeri Arap’tı...
Bu durumu “Bizim zenginlerin keyfi yerinde, bayramda Londra’yı tercih ediyorlar” diye değerlendirmek mümkün olsa da işin bu yönüyle ilgilenmiyorum.
Benim ilgimi çeken konuştuğum birçok İngiliz’in ve özellikle İngiltere’de çalışan yabancıların Türkiye’ye olan ilgisi. “Şanlısınız sizin ekonominiz iyi” demeleri. Düş gibi... İngilizler Türkiye ekonomisine hayranlık duyuyorlar.
Özellikle İrlanda’daki kriz İngilizleri ciddi olarak kaygılandırmaya başlamış. Batma noktasına gelen, hükümeti erken seçime zorlayan İrlanda’nın durumu İngilizleri telaşlandırıyor. Birçok İngiliz bankasında İrlandalıların yatırımı bulunuyor, bankacılık sektörünün sarsılmasından ürküyorlar.
İngiltere’de yeni hükümet de halkın beklediği hamleyi yaratamıyor. Durgunluk arttıkça İngiltere Hükümeti ağır önlemler getiriyor, sosyal hakların bir bölümü geri alındı.
Yine de aylık ortalama gelirleri 30 bin sterlin civarında olan İngilizler için üzülemeyeceğim ama burada çalışan Türkler hayli sıkıntılı.
“Türkiye’de iş bulabileceğimizi bilsek hemen döneceğiz” havasındalar.
Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı ekonomik bazı politikaların elbette bu olumlu havada etkisi var, ancak ben farklı bir analizin doğruluğuna inanıyorum;
Sanayi sektöründeki gücünü son 20 yılda eskisi kadar koruyamayan, hizmet sektörüyle büyümeye çalışan Avrupa şimdi köpüklü sanal dünyanın sancılarını kıvrılasıya yaşıyor.
Bizde ise Cumhuriyet’ten bu yana atlattığı tüm krizlere, son yıllarda üretim ve ihracatın değil, ithalat ve hizmet sektörünün önünü açan bir ekonomik duruşa karşın yılmayan, ayakta durmaya çalışan bir sanayi anlayışı bugün Türkiye ekonomisini daha korunaklı yapabiliyor.
Bu gelişmelerin onlarca başka analizini yapmak mümkün, üstelik bu durumu kalıcı görmek de yanlış olur. Şu halleriyle bile sosyal devlet ekonomisini ve refah düzeyini bizden çok daha iyi işletebiliyorlar.
Ama yine de “Ooo you are lucky, Turkey economy is very good” (*) sözcüklerini İngilizlerden duymak pek hoş oluyor.
(*Şanslınız Türkiye ekonomisi çok iyi)
İzmir’de “güven” sıkıntısı
İzmir’e dönünce, biraz daha farklı konulardan, yeni gelişmelerden söz etmek istiyor insan. Başlayan yeni projeler, yeni vizyonlar, yeni yatırımlar.
Nerede...
Bu konular karınca hızıyla ilerlerken, kente dair, spekülasyonlar bir bakıyorsunuz, almış başını gitmiş. Özellikle şu sıralar kazan Büyükşehir Belediyesi’nde kaynıyor. Son Meclis tartışmaları da hayli hararetli.
İkinci adamını, bir gazetecinin yazısına binaen görevden aldığını deklare etmekte beis görmeyen Başkan Aziz Kocaoğlu şimdi yaşananları, “kendi inisiyatifim içinde yaptığım bir operasyon” açıklamasıyla dizginleyemiyor.
Çünkü başından beri bu süreç yanlış yönetildi. Gerekçeleri ne olursa olsun, şeklin yanlış olduğudur benim üzerinde durduğum...
Genel Sekreter Ersu Hızır’dan sonra Genel Sekreter Yardımcısı Ferda Eser’in, Kent Kütüphanesi’ne sürülmesi çatlağı daha da derinleştirdi.
Süreç, Başkan’ı bu konuda keskin kararlar almaya elbette zorlamıştır. Yine de, bir süre öncesine kadar “Sağ kol” olarak kamuoyunun tanıdığı isimleri, “Verebilecek en ağır cezalar veriliyor” algısını yaratacak şekilde görevden uzaklaştırmak, bir yerel yönetim politikası açısından hayli riskli.
Sonuçta Başkan istediğiyle çalışır, istediğiyle çalışmaz. Kimsenin bunu yargılamaya hakkı yok.
Ancak yıllarca yerel yönetimlerde çalıştım, agresif kararlarla yolları ayrılan görevliler için bile emeklerine dair teşekkür edilen veda organizasyonları düzenlediğimiz çok olmuştur.
Hataların elbette hesabı varsa sorulur ama bu süreç kamuoyunun önünde böyle işlemez, işlememeliydi.
Söylenenler Başkan’ın ağrına gitmiş olabilir, yine de belediyeciliği duygusallıktan ayırmak gerekiyor.
“Güven sıkıntısı” önemlidir ve önlemi alınmalı ama yöntem, bu olmaya devam ederse, genel seçimler öncesi sorun ve gerilim dolu bir gündem artık icraat bekleyen İzmirliler’de de güven sıkıntısı oluşturabilir.
Ne de olsa, “Camdan evde oturanlar” daha dikkatli olmalı.
Başkan’ı anlamaya çalışmak, riskleri görmemek anlamına gelmiyor..