Nazar/ Göz Değmesi Yok: Olamaz…
Nazar ya da göz değmesi konusunda halk arasında ve din bilginleri arasında yaygın inanç, onun sanki iman esaslarından biri olmasıdır.
Daha doğrusu onlara göre imanın altı şartı vardır. Yedincisi nazara, sekizincisi büyüye, dokuzuncusu muskaya, onuncusu hoca efendiye, on birincisi türbeye, on ikincisi mezheplere, on üçüncüsü tarikatlara, on dördüncüsü cevşene, on beşincisi... Bunlara inanmazsanız, sizler sapkın kabul ediliyorsunuz. Tüm bunlara hadisleri kanıt getiriyorlar. Bir taraftan da inanç esaslarına ancak mütevatir haber kanıt olabileceğini söylüyorlar. Ne var ki bu konularda kendi ölçülerine göre bile bir tane mütevatir haber yoktur.
Nazar: Nazar değmesi, yerleşik tanımıyla, bazı kişilerin; çevrelerindeki insanlara, canlılara, hatta bazı kişilere ait eşyalara zarar verici, bakışlarındaki yıkıcı, çarpıcı ve öldürücü gücü ifade etmektedir.
Bu anlayışın sonucu sosyal, siyasal ve ekonomik sektörler doğmuştur: Okuyup üfleyen, hatta tüküren üfürükçüler, nefesi güçlü hoca efendiler, nazarlıklar, mavi boncuklar, kumaş parçaları, kurşun dökmeler, muskalar, tılsımlar, hamaylılar, cevşenler, nazar boncukları ve daha onlarca fetiş(doğaüstü gücü olduğuna inanılan canlı veya cansız varlık: tapıncak veya put) inançlar... Bu inancın yayılması için derin bir uğraş içinde olanlar, bu ve benzeri yollarla halkı kendilerine muhtaç etmesini bilmişlerdir.
Nazar ya da göz değmesiyle birçok insan maddi, manevi veya bedensel zarar gördüğüne inanmaktadır. Hatta nazara inanmayanları inançsızlıkla suçlamaktadırlar. Yukarıda da ifade edilmiş olduğu gibi, onlara göre imanın altı şartı vardır; sanki yedinci şartı nazara inanmak(!), sekizinci şartı büyüye inanmak(!), dokuzuncu şartı efendilerine inanmaktır(!) Eğer inanmazsanız, size kuşkuyla bakmakta, hatta kolaylıkla dindışı görebilmektedirler. Nazar değmesi yoluyla; kimisinin ev eşyalarının kırıldığı, kimisinin elektrik ve elektronik aletlerinin bozulduğu, kimisinin yüzünde çıbanların veya sivilcelerin çıktığı, kimisinin yatağından uzun süre kalkamadığı, kimisinin onulmaz hastalıklara yakalandığı ve doktor doktor dolaştığı, kimisinin işinde veya okulunda başarısız olduğu, kimisinin dostça ilişkilerinin bozulduğu, kimisinin de depresyona girdiği söylenmektedir. Acaba bu, gerçek neden midir? Olayı nazara bağlarsak, bu sorunları gerçek anlamda çözebilir miyiz? Nazara bağlamak çok mu mantıklı? Hayatımızda gördüğümüz zararların yüzde kaçının, yüzde yüz nazara bağlı olduğuna somut bir biçimde tanık olduk? Yoksa bir iki kendi kuruntumuz, yüzlerce de başkalarının kuruntularıyla mı olaya gerçeklik kazandırıyoruz?
Nazara bilimsel kılıf arama gibi bir hezeyan kulaktan kulağa oldukça yayılmıştır. Dünyadaki din mensuplarının birçoğu, kendi uydurma inançlarına hep bilimsel bir dayanak arayarak, inandıklarını meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Oysa bir konunun bilimsel olup olmadığını anlamanın açık bir yolu vardır. Eğer bir çalışma uluslar arası düzeyde kabul görmüş bir bilim dergisinde makale olarak yayımlanmışsa, bu konu bilimsellik kazanmıştır demektir. Bu dergilerin sayısı çok fazla değildir. Bu dergilerin, bilimsel çalışmayı yayımlama kriterleri vardır. Bu kriterlere uyuyorsa, o takdirde yayımlanabilir; yoksa siz 50 yıllık profesör olsanız, 500 kitap yazmış olsanız dahi, bu ölçütlere uymuyorsa yayımlanmaz. Bu dergilerde yayımlanmış bazı konuların bilimsel olup olmadığı yeni baştan tartışılabilir. Ama burada yayımlanmamış bir konunun bilimsel olarak ispatlandığı iddia edilemez. Bu bilimsel dergilere iki örnek vermek istiyorum: Science(Bilim) www.science.com ve Nature(Doğa) www.nature.com. Nazarın veya başka konuların bilimsel olarak kanıtlandığını iddia eden bir kafa, bu konunun hangi bilim dergisinin hangi sayısında olduğunu belgelerse, bunun bilimsel olduğunu düşünebiliriz.
Nazarın dindeki kanıtına Kur’an ve hadis kitapları gösterilmektedir. Şu bilinmelidir ki Kur’an’da açık-net biçimde nazarı ifade eden bir ayet yoktur. Ancak ayetlerin anlamını zorlayarak mantıkdışı birçok konu için her türlü sonucu çıkarmak olasıdır. Bu, Kur’an’ın istismara açık olmasından değil, tüm erdem ve adalet kitaplarının kapsamlı ve ince ayarlı oluşundan dolayı istismarcıların kendilerine pay çıkarabilmesidir. Nazarın açık kanıtını hadis kitaplarında bulabiliriz. Hadis kitapları; esenlik dileğinde bulunduğumuz Peygamber ‘in ölümünden yaklaşık ikiyüz yıl sonra yazılmış, içerisinde doğru sözlerin yanı sıra, uydurma sözlerin de karıştığı onlarca ciltlerden oluşan Peygamber ‘e yakıştırılan sözleri içeren kitaplardır. Bir hadis(Peygamber ‘e yakıştırılan söz), Kur’an’a aykırı ise, o söz Peygamber ‘e ait değil, başka birine ait uydurma bir sözdür. Meşhur altı hadis kitabında 4041–4042–4043 ve 7004 no’lu hadisler, nazar konusundaki hadisleri aktarmıştır. Bu hadislerde, nazarın hak olduğunu, nazarı değen kimseye abdest aldırılıp, hatta bacaklarını da yıkatıp, abdest suyunu nazardan etkilenen kişinin üzerine sırtından dökmek gerektiğini anlatır. Bu sözün kesin doğru olduğuna inanıyorsanız, bu tedavi yöntemini tartışamazsınız.
Anlamsal zorlamalarla Kur’an’dan nazara kanıt olarak getirilen, nazar duası veya nazar ayeti, 68/Kalem/Suresi,51-52’dir.
68/51-“İnkâr edenler, Kur’an’ı dinlediklerinde, bakışlarıyla seni neredeyse devireceklerdi. (Peygamber hakkında)O, bir delirmiştir, diyorlardı.”
68/52-“Oysa o(Kur’an), tüm insanlık için bir öğüttür.”
Bu ayetlere dikkat edilirse, eğer nazar varsa, diyelim ki var;
a)Allah ‘a inananların değil, inkâr edenlerin nazarları değmektedir(!)
b)Yine nazar varsa, inkâr edenlerin nazarları her zaman değil, Kur’an’ı dinledikleri zaman değmektedir(!)
c)Nazarları değince de, Peygamber ‘e zarar vermek istemişler, ama zarar verememişlerdir(!) Çünkü ayette neredeyse diyor, demek ki zarar verememişler.
d)Aynı ayette, Peygamber ‘i delirmişlikle suçladıklarına göre, bu durumun, kıskançlıklarından değil, öfke, kin ve nefretlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Ayette asıl konu Peygamber değil, Kur’an karşıtlarının Kur’an ‘a tahammülsüzlükleri olduğunu öğrenmekteyiz. Dinde kendisine önemli bir rol yükleyen katı bir inanır, Kur’an’dan kendi inancına ters bir bilgi geldiğinde, bunun savunucusunu bakışlarıyla delmek, devirmek ve yıkmak istemez mi?
Nazara diğer bir kanıt olarak Kur’an’dan Felak ve Nas sûreleri getirilir. Bu iki sûrede de nazara doğrudan bir vurgu yapılmaz.
Felak sûresinde; kötülüklerden Allah ‘a sığınmadan söz edilirken, kıskancın yapabileceği kötülüklerden de Allah ‘a sığınılır. İnsanların birbirine yaptığı yüzlerce kötülük varken, nazarın akla gelmesi dinin mantıkdışına itilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır.
Gerici dini anlayışlarda; mantığı, doğal dürtüleri ve kadını, ya bastırmak veya dışlamak egemendir. Kıskançlığa en somut örnek, eşlerin veya sevgililerin birbirlerini kıskanmasıdır. Bu kıskançlıkta eşler, acaba gözleriyle mi, yoksa sözleriyle ve davranışlarıyla mı birbirlerini rahatsız ederler?
Bu arada, eğer nazar varsa, Müslüman olmayanlar, Felak ve Nas sûresi gibi duaları bilmediklerine göre, nazarla ilgili sorunlarını nasıl çözecekler? Yoksa sadece Müslümanlara mı nazar değmektedir? Müslüman olmayanları nazar etkilemez mi(!)?
Kur’an ‘da nazara inanmak bir tarafa, nazar inancını reddeden ayetler oldukça net ve açıktır. 42/Şura Suresi,30: “Başınıza gelen her türlü musibet(bela, kötülük, olumsuzluk), sizin kendi ellerinizin işlediklerinden kaynaklanmaktadır. Allah, çoğunu da affetmektedir.”
İkinci ayet, 4/Nisa Suresi,78–79’da buna kanıttır. 4/79: “Sana gelen her iyilik, bil ki Allah ‘tan ‘dır. Sana gelen her kötülük de, kendindendir…” Bu ayetlere göre, insanı derinden etkileyen her türlü olay, BÜYÜ, UĞURSUZLUK, ŞANSSIZLIK, KADER, BURÇ, MUSKA VEYA NAZAR kaynaklı değildir. Kendi yaptıklarımızdan dolayıdır.
Allah’ın bilgisi ve kontrolü dışında hiçbir şey gerçekleşmez: (6/En’am Suresi,59) Bu gerçeği göz ardı edip, olayı bu kavrama bağladığımızda ya da bu kavramın gücüne inandığımızda, Allah devre dışı kalmış olmuyor mu? Allah’ı edilgen, etkisiz ve yetersiz görmüyor muyuz? Allah ‘tan başkasına insanüstü veya doğaüstü güç yakıştırmak, Allah ‘a ortak arayışı olmaz mı?
İnsanların bakışlarıyla birbirlerini rahatsız etmeleri veya endişeye düşürmeleri dışında bilimsel olarak ispatlanmış elimizde herhangi bir bilimsel bulgu yoktur. Her dinde mensuplarından birçoğunun bilimsel kılıf uydurmaya kalkışmaları, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da geçerlidir.
Oldukça kuraldışı(istisna) olarak görülen, özel eğitimden geçmiş bazı kişilerin gösterileri, zaten bu kapsamda değerlendirilmemektedir. Özel eğitimle, hokkabazlıkla ve illüzyonla (yanılmaca) yapılan gösteriler, konumuzun dışındadır.
Bir kasabanın, bir ilçenin veya bir ilin tüm insanlarını incelemeye alalım: Bakışlarıyla, bir binayı, bir ağacı, bir insanı deviren kaç kişi bulabiliriz? Bakışlarıyla televizyonu yerinden indiren, arabayı durduran, insanın kolunu-bacağını kıran, gözünü çıkaran, bir elbiseyi yırtan, üzerimize taş fırlatan, altımızdan koltuğu çeken kaç kişi vardır? Bu ve benzeri inançlar, halkı uyutan ve uyuşturan, kendisinden ve kendi gölgesinden bile korkutan inançlardır. Böylesi inancın yaygarasını koparanlar; nazar ve büyü teraneleriyle, evinde eşya bozulunca faturayı komşuya, çocuk başarısız olunca faturayı bir başkasına çıkararak halkı farkına varmadan birbirine düşürmektedirler. Çünkü onlara göre, nazarın kim de olacağı belli olmaz, kimin kime zarar vereceği de belli olmaz. Onlar; nazar, büyü vb. inançlarla insanların başarısızlıklarını, sıkıntılarını, hastalıklarını ve zararlarını gizemli bir şekilde başkalarına yıkmakta, sorumluluğu başkalarına yüklemekte ve insanları birbirlerine düşman etmektedirler.
Nazar; toplumda dedikoduyu, arkadan çekiştirmeyi(gıybeti) ve ikiyüzlü ilişkileri besleyen, insanları birbirine düşman eden, sevgi ve dostluk ilişkilerini ortadan kaldıran, insanları kendi gölgesinden bile korkutan bir anlayışı körüklemiştir. Yaşadığı çoğu sorunu nazara bağlayanların insan ilişkileri son derece yapaydır. Sevgi iddiaları, çürüktür. Saygı gösterileri yapmacıktır. Nazara bağladıkları olaylar, ya kulaktan dolmadır veya kandırmacadır, ya da malzeme olarak kullanacağı binde bir olay, inatçılığı yüzünden önüne çıkarılmış ve sapmasına bir neden bulmuştur. Zaten her türlü uydurma inanç için de kullanacağı bir malzeme ve bahane yok mudur(!)?
Kur’an’da nazar, büyü ve uğur gibi gizli ve gizemli güçlere bağlı bir inanç yoktur. Her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğuna, Allah dilemedikçe kimsenin sıkıntı ve zarar veremeyeceğine: (6/17–71, 7/191–198, 10/18, 106–107, 21/66, 22/12–13, 33/17, 39/38, 46/4–5, 48/11) ve başımıza gelen sıkıntıların kendi işlediklerimizin sonucu olduğuna: (4/78–79, 42/30) dair bu ayetler incelenebilir.
Nazar(bakışlardaki yıkıcılık) inancının tutarsızlığı(Şans/ büyü/ uğur/ tesadüf-rastlantı / yazgıcılık)
1. Allah, bizi hak etmediğimiz bir nedenden dolayı, sırf birisi baktı(nazar etti) diye cezalandırmaz. Cezalandırması, O’nun adalet anlayışına ters düşer: (11/101, 16/118, 43/76)
2. İnsanın başına gelenler, kişinin kendi yapıp ettiklerindendir: (42/30, 4/79)
3. Birisine(bir çocuğa) veya bir eşyaya sevgiyle baktık diye onun başına gelenlerden biz sorumlu tutulamayız: (52/21, 74/38)
4. Birisine(bir çocuğa) veya bir eşyaya sevgiyle bakmak kınanmamıştır: (3/14)
5. Allah isteyip uygun görmedikçe kimsenin sıkıntı ve zarar veremez: (6/17–71, 7/191–198, 10/18, 106–107, 21/66, 22/12–13, 33/17, 39/38, 46/4–5, 48/11)
6. Kötülüğü ve zararı başkasından bilmek Kur’an’ın öğretisine aykırıdır: (4/78–79)
7. Kur’an’da nazara(bakışlardaki yıkıcılık) olur veren bir ifade ve nesnel(somut) olarak kanıtlanmış bilimsel bir bulgu yoktur. 68/51 ‘de, Tanrı karşıtlarının vahiy elçisi Muhammed ‘e olan öfkelerini ve onu doğru yoldan kaydırma isteklerini anlatmaktadır. Nitekim benzer ifadeler başka ayetlerde de vardır: (17/73–76)
8. Nazara(bakışlardaki yıkıcılığa) inanmak; sorumsuzluklarımızı, başarısızlıklarımızı, eksikliklerimizi, hatalarımızı, kusurlarımızı başkalarına yüklemektir.
9. Nazara(bakışlardaki yıkıcılığa) inanmak; toplum içinde insanları birbirine düşürmek, dedikodu ve bölücülük yapmak, dertlerimiz, sorunlarımız, sıkıntılarımızın kaynağını yanlış yerde aramak ve böylece sorunları katlanarak sürmesine neden olmaktır.
10. Milyonda bir olasılığın gerçekleşmesi, bizim kaderimizde yazılı olması, tesadüf, rastlantı veya şansla değil, dürüstlüğümüz, emek ve çabamızladır. ÖSS sınavı gibi..
Siz nazara ve büğüye inanmadığınızı söylüyorsunuz.
Ayetlerde ki, BAKIŞLARIYLA DEVİRECEKLERDİ sözüne ELLERİNİZLE YAPTIKLARINIZ ifadesini koyuyor ve nazarı kabul edenlere karşıt ayet koyduğunuzu belirtiyorsunuz.
Bakışlar ve eller nazar konusunda eşdeğer değiller ki ?
Nazara büğüye inanmıyorsunuz peki cinlerin varlığına inanıyor musunuz ?
Nazar büğünün cinlerle çok güçlü bir bağlantısı vardır çünkü.
Ayrıca nazar sevgi bakışı değildir HASED bakışıdır onuda belirteyim
Mart 28th, 2010 at 14:51Ben veya siz birşeye inanıyoruz. Yeryüzünde her insan birşeylere inanıyor ve inanışları için gereken bütün fedakarlığı azami ölçüde yerine getiriyor. Bu inanış sahiplerinden Müslümanları diğerlerinden farklı kılan ise, Kur'an gibi bir müracaat kaynağının olmasıdır. Kur'an'dan onay almayan her dini bilgi Müslüman nazarında kabul görmez/göremez.. Kısacası, herhangi bir şekilde nazar değmesi, göz değmesi konusunun gerçek olduğu dinen sabit değildir. İslam dininin temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'de nazar değmesi diye bir konu yer almamaktadır. Hatta, insan gözünde, yani nazar değdiren insanın gözünde böylesine herkese ve her şeye tesir edecek olağanüstü güç bulunduğunu kabul etmek, hem safsata olur hem de insanı şirke götürecek kadar büyük günaha girilmiş olur. Çünkü kişi, ancak Allah'ta var olan o denli tesir etme güç ve kudretini o gözde var saymış olmaktadır. Bu da ilahi sıfatları başka varlıklarda var saymaktır ve büyük günah olur. Nazara inanmayan gayrimüslimlere nazar değer mi? Değmez.. Bizler inanıyoruz o zaman değer?!!!
Mart 28th, 2010 at 15:28"Cinlerin varlığına inanıyor musunuz?" sorunuza "EVET" inanıyorum.. Çünkü, Kur'an bunların var olduğunu bize haber veriyor. Sizde Kur'an'a sorun "NAZAR" var mı? Kur'an'a sorun;alacağınız cevaba göre inanın veya inanmayın.. Cinlerin nazarla değil Kur'an'ın ifadesiyle KULLUKLA ilgileri vardır.. Lütfen, dini konularda muhattabınız sadece Kur'an olsun.. Selam ve dua ile..
abi ALLAH razı olsun islami bilinci net ve tutarlı anlaşılabilir kılmaya azmetmişliğinden dolayı . inanki bugün herşeyden önce islam nediri anlamaya , bilince çıkarmaya gereksinim var diye düşünüyorum . salt güncele kilitlenmiş ve güncelin gündeminde büyülenmiş kişileri görünce çabanın daha bir anlamlı olduğuna inanıyorum . selam ve dua ile
Mart 28th, 2010 at 19:41BAKARA SURESİ
102- Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi "biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.
MÜMİN SURESİ
19- Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.
Ayetlerde nazar-büğü ile cinlerin-kafirlerin ilişkisi gayet açık bence
Mart 28th, 2010 at 23:55Uğur bey, yazdığınız ayet meali doğrudan Sihir (büyü) ile ilgilidir. Nazar teorisi ile uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Lütfen bir daha inceleyiniz. Nazarla doğrudan ilgili olduğu var sayılan ayet ise: "O inkar edenler zikri işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. Hala da 'hiç şüphe yoktur ki bu bir delidir'derler." (Kalem 68/51). Nitekim milyonlarca Müslümanın evinde yanlış bir anlamanın sonucunda bu ayet Nazar Duasi başlığı ile duvarlarda asılıdır. Bir ayetin duvarlara asılması elbette iyi bir şeydir. Lakin üzerine yazılan başlıkla ayetin içeriğinin hiç bir münasebeti yoktur. Zaten ayette Hz. Muhammed'in düşmanca bakışlar sebebiyle devrildiği yıkıldığı da anlatılmıyor. Yalnızca düşmanların kin ve nefretle baktıklarına yer veriliyor. Nitekim tarihte ne Müslüman olanların bakışları ile kafirler devrilmiştir ne de Müslüman olmayanların bakışları ile Mülümn olanlar devrilmiş değildir.
Mart 29th, 2010 at 09:21Dikkatinize arzetmek istedim.
Selamlar. Saygılar.
size uzun bir cevap yazmak isterdim. fırsat bulursam yine cevap vermeye çalışırım. Fakat şunu en azından söylemek istiyorum. Siz görmüyorsanız, bilmiyorsanız, algıda problemleriniz varsa, araştırma konusunda kısırdöngüde sıkışıp kalmışsanız bu tamamen sizin kendinizi bağlayan bir konudur. Doğru birşeymiş gibi paylaşabileceğiniz anlamına gelmez. yazınızı baştan sonra okumadım. ilk bir iki paragraftan öteye gitmedim. başlangıçtaki mantık yaklaşımınız devamının nasıl birşey olduğunu gösteriyor zaten.
Mart 29th, 2010 at 12:06Sayın SEAMİ SAYGIN
Makaleyi tam okumamışsınız sanırım.
Mart 29th, 2010 at 14:54Yazının yazarı büğüyü de reddediyor.
Büğünün var olduğunu ispatlamak için yazdım ben o ayeti
Büyü ve Sihir
Sihir ve büyünün hiçbir çeşidi, İslâm toplumunda yer bulamaz. Bu tür sapıklıklar, ancak câhiliyye toplumlarında yaygınlaşabilir. İçinde yaşadığımız toplumun câhiliyye toplumu olup olmadığıyla ilgili bir yargıya varmak için gelin, bu konuda aynamızı topluma tutalım:
Mart 29th, 2010 at 18:51Düzen ve çevrenin, fıtrata müdahale edip İslâm’ı bireysel ve toplumsal alanlardan tümüyle uzaklaştırma mücadelesi ve yer yer başarısı, insanımıza ağır bedeller ödetiyor. İslâm’ın çoğu hükümlerinin yaşan(a)madığı günümüzde stres ve psikolojik bunalımların hemen her çeşidi giderek hemen her insanı kemiriyor. Ve denize düşen yılana sarılıyor: Dinini bilmediği, ilkel ve modern hurafeleri de reddedemediği için câhil insanlar, çözümü de cincilerde, üfürükçü ve muskacılarda arıyor. Medyada; medyumlardan, falcılardan, astrologlardan yani modern müneccimlerden, cinci ve büyücülerden geçilmiyor. Boyalı basın dediğimiz, yazıdan daha çok resimlerin yer aldığı gazetelerin tümünde her gün burç ve fal köşeleri yayınlanmaktadır. Buralarda "yıldızınız diyor ki" , "burcunuz" , "elektronik burç falı" , "bilgisayarlı astrolojik fal" gibi köşelere ne demeli? (Bu hurafeler, irtica kavramına girmediğinden kimsenin bir şey dediği yok. Peki Müslümanların da mı diyeceği yok?!)
Günümüzde başta televizyon kanalları olmak üzere medya, yani dünkü adlandırma ile sihirbazlık/büyücülük, halkın bağlılığını sağlamak ve sürdürmek yolunda Firavunların ve firavunî düzenlerin vazgeçemedikleri bir araçtır.
Müneccimlik, sanıldığı gibi tarihe karışmış değil; sadece modernleşmiştir o kadar. Astrolog veya medyum denilen müneccimler, yıldız falına bakan kimselerdir. Horoskop denilen yıldızların, burçların bulundukları yerin haritasını çıkarıp, falına bakacakları kimsenin doğum tarihleriyle kıyaslayarak geleceği -gayb- hakkında hüküm çıkartırlar. Eski Yıldızname'lerin yerini günlük burçlar, astrolojik hurafeler almış; müneccimin adı da astrolog veya medyum olmuştur artık.
Açıkça kâfir olanların yanında, nice Müslüman’ım diyen insan, hâlâ yıldızların, burçların insan kaderinde etkili olduklarına inanmaktadır. Müneccimin, kâhinin; geleceği (her şeyi değilse bile, çok şeyi) bileceğine hâlâ inanılır ki, gelecekle ilgili değerlendirmelerde bulunanlara “sen müneccim misin, nereden biliyorsun?” diye sorulur; “adam sanki kâhin” denilir.
Yine, bu sapık düşünceye göre yıldızlar konuşur, vahyeder; onların resulleri/elçileri ise astrologlar, medyumlar ve cincilerdir. Yıldızların konuşma dilini anlayan bu sivri akıllılar, bu mesajları "yıldızınız diyor ki..." , "burcunuzun durumuna göre başınıza şu, şu gelecek" diye insanlara para karşılığı tebliğ eder ki, bu mesaja göre bilinçlensinler ve ona göre davransınlar.
Müneccimlik, gelecekte meydana gelecek, özel ve genel olaylara, yıldızlara bakarak haber vermektir. Hz. Peygamber’in bu konuyla ilgili şöyle bir ikazı vardır: “Bazı insanlar, Allah’ın nimetiyle geceyi geçiriyor, sabah olunca da, ‘bize şu yıldız sebebiyle yağmur yağdırıldı’ diyor. Böyle demeleri sebebiyle onların çoğu kâfir olmuştur.” (Buhâri, Megazi 35; Müsned, Ahmed b. Hanbel, II/525) Yine bir başka hadis rivayeti de benzer bir ikazdır: “Kim yıldızlarla haber vermeye çalışırsa, sihir ile haber vermiş olur.” (Ebû Dâvud)
Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yolların en belirginlerinden biri faldır. Daha çok baht, uğur ve talihi, genel olarak da gelecekte olacak şeyleri anlamak için birtakım garip yollara başvurarak bunlardan anlam çıkarma ve kişilik okuma işine fal; bu işi yapmaya da falcılık denir. Gelecek zamanda vuku bulacak olayları haber vererek gayb sırlarını bildiğini iddia edene de falcı, medyum denir.
Câhiliyye Arapları, bir yolculuğa, bir savaşa, bir ticarete, evlenmeye yahut herhangi önemli bir işe teşebbüs edecekleri zaman üç zar (veya ok) çekerler yahut kuş uçururlardı. Bu zar veya okların birinde, "Rabbim emretti", yahut "yap" diye emir; diğerinde "Rabbim nehyetti" veya "yapma" diye nehy kelimeleri yazılı olurdu; biri de boş bulunurdu. Birisi torbaya elini sokar, zarlardan birini çeker, emir çıkarsa yaparlar, nehy çıkarsa yapmazlar, boş çıkarsa bir daha çekerlerdi. Kur'an, bunu şiddetle yasaklamıştır. "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz." (5/Mâide, 90)
Bugün yaygın olan fal çeşitlerinden biri de, modern câhiliyyenin itibar ettiği yıldız falıdır. Gökteki burçlardan yola çıkılarak yapılan bu falcılığın aslı, Sâbiîlere dayanır. Sâbiîler, gökyüzünü on iki burca taksim etmişler ve eflâkten/göklerden yalnız tapındıkları ve heykellerini diktikleri "sebaî" gezegenlerin durumlarına göre, yeryüzünde meydana gelecek olayları bildireceği iddiasıyla yıldızlarla ilgili birtakım hükümleri yazmışlardı. Onların bu inançları, günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 7, s. 5208).
Dinimizin kesinlikle yasakladığı falcılık, bir çeşit gaybdan haber vermektir. Hâlbuki Kur'an; gaybı, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini, peygamberlerle meleklerin dahi kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir. "De ki: 'Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah'tan başka bilen yoktur." (27/Neml, 65) "De ki: Size 'Allah'ın hazineleri elimdedir demiyorum, gaybı da bilmiyorum." (6/En'âm, 50) "Eğer gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapardım." (7/A'râf, 188) ayetleri buna yeterli delildir.
Kendilerine "arrâf", "kâhin" veya "medyum" denilen falcıları ve bu falcılara gidip fal açtıran, onlara inanan veya destekleyenleri Peygamberimiz, ağır bir dille kınamış, hatta küfürle nitelemiştir. "Kim bir arrâfa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz." (Müslim, Selâm 125) "Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed'e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur." (Tirmizî, Tahâret 102; İbn Mâce, Tahâret 122; Ebû Dâvud, Tıb, hadis no: 3904; Ahmed bin Hanbel, II/ 408)
Burç falı, "insanları, doğdukları burçlara göre gruplayarak geleceğini okumaya, kaderine dair konuşmaya" denir. Modern cahiliyyenin yaşandığı günümüzde kendini aydın sanan birtakım gazete ve televizyon programcıları, her gün yıldız falı hurafesiyle insanların kaderi hakkında birtakım yorumlar yapmaktadırlar ki bunlar hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ayrıca bu asılsız yorumlar, okuyucuların ruhsal dengelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Bu bir atma, saçma ve aldatmadan ibarettir. İslâm âlimleri, Sâbiîler gibi, tesiri yalnız yıldızlardan, burçlardan bilerek onlardan birtakım hükümler çıkarmaya kalkışmanın küfür ve şirk olduğunda ittifak etmişlerdir (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 5207)“Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar.” (10/Yûnus, 106)
Konuyla ilgili yanlış itikad veya hurafeler sebebiyle dilimize giren deyimlerden bazıları: “Cadı kazanı”, “gözün fal taşı gibi açılması”, “müneccim misin?”, “kâhin gibi”, “yıldızı kaymak”, “yıldızları barışmak”, sanatçılara: “star/yıldız”, “yıldızınız diyor ki”, “burcunuza göre...”, “felek” , “cingöz”, “cini tepesine çıkmak”, “cin fikirli”, “cin çarpması”, “denize düşen yılana sarılır”, “tahtaya vurup eli kulağa götürmek” vb.
Hayatın her alanını kuşatan İslâm’ın kişisel, toplumsal ve siyasal boyutu gerektiği şekilde yaşanmadığından, psikolojik hastalıklar ivme kazanarak insanı her yönüyle pençesine alıyor. Stres ve bunalımın bin bir çeşidi altında ezilen insan, yeterli inanç ve bilinçten yoksun ise, düştüğü ıstırap denizinden kurtulmak için sarıldığının yılan olduğunu düşünmüyor bile. Her türlü üfürükçülerden, vesvese verenlerden Allah’a sığınması gerektiği halde, şeytanlara ve şeytanlaşan üfürükçülere sığınabiliyor. Kur’an’ın fıtrî prensiplerine sarılıp ibadet, zikir ve tefekkürle ruhunu arıtacak ve gıdalandıracak yerde, ruhundaki hastalığı artıracak zehirlere ve mikroplara yöneliyor. Yine, Müslüman psikolog ve psikiyatristlerden yararlanıp tıp ilminin imkânlarından istifade edeceğine istismarcılara teslim oluyor. Vahye teslim olmayan, aklını ve mantığını da kullanmayan enayiler bulundukça; adlarına hoca, muskacı, cinci, büyücü, sihirbaz, arrâf, medyum, kâhin, astrolog, falcı... denen kimseler de bulunacak, kendisinden yardım isteyenleri sömürmekle kalmayacak, onları dünyada ve âhirette perişan etmeye çalışacaktır. Suç, bu istismarcılardan daha çok, bunların oltalarına takılan zavallılardadır. İslâm’ın yaşanmadığı yerde bu çeşit istismarcıların, sahtekârların önüne geçilmesi de imkânsızdır.
BÜYÜ
Dinimizde büyünün yeri var mı?
Diye soranları takdir ediyorum. Çünkü çoğunluk insanlar, böyle bir soruyu sorma ihtiyacı bile duymadan inanıyor ve yaşıyor.
Hayatları kâbusa dönen nice insan tanıyorum bu batıl inanç uğruna.
Uykuları kaçan ve korku nöbetleri geçiren...
Hepte konuşmaya, tartışmaya başlarken şu cümleleri kuruyorlar:
“Ama Yahudiler Peygamberimize büyü yapıp, yataklara düşürmediler mi?
Felak ve Nas Sûreleri bu yüzden inmedi mi?”
-Hayır!
Bildiklerimizin çoğu yanlış ve uydurma şeyler.
Felak ve Nas Sûreleri Hz. Osman’ın ve Caferi Sadık’ın Mushaflarında Mekke Döneminin ilk yıllarında inen 19 ve 20. sûreler olarak yer alıyor.
Allah’ın Resulünü, Allah’ın koruma sözüne rağmen Yahudilerin büyüsüne kapılacak kadar zavallı bir konuma düşürmek bir Yahudi hilesi değilse, Müslüman hamakatı olsa gerek…
Peki, Kur’an büyü ve sihir konularında ne diyor?
Kur’an-ı Kerim’in Bakara Sûresi 102. ayeti kerimesinde Süleyman Aleyhisselam ile ilgili kıssada sihir/büyü konusu geçer:
“Onlar şeytanların Süleyman’ın saltanatı hakkında uydurdukları şeylere tabi oldular.
Oysa Süleyman kâfir değildi. Fakat insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir idi.
Onlar insanlara büyüyü Babil'deki iki meleğe, Harut ile Marut’a indirileni öğretiyorlardı. O ikisi:
-Biz bir imtihan vesilesiyiz, sakın kâfir olma! demedikçe, hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı.
O ikisinden karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı.
Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verecek değillerdi.
Onlar kendilerine faydalı olanı değil zararlı olanı öğreniyorlardı.
Andolsun onlar o büyüyü satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı.
Kendilerini sattıkları şeyin ne kadar kötü olduğunu keşke anlasalardı!”
Bu ayet hakkında farklı tefsirler var. Ancak biz öncelikle büyünün ne ve nasıl etkili olduğu ile ilgili bir iki temel bilgi verelim.
Büyü yâda diğer adıyla sihir bir göz boyama ve “aldatma” sanatıdır. Gerçek araçlarla yapılır ve insanları hayali görüntü ve imgelerle etki altında bırakır. Hz. Musa, sihirbazların ellerindeki ipleri atıp yılan gibi hareket ediyor görünmesiyle korkup, kaçmaya yeltenmiş; Allahu Teâlâ’nın:
“-Ey Musa, korkma! Benim yanımda peygamberler korkmaz!” (Neml:10) uyarısıyla muhatap olmuştu.
Allahu Teâlâ, onların yaptığının bir göz boyaması ve aldatmaca olduğunu, yılan gibi gördüğü şeylerin aslında bir ip olduğunu unutmamasını, dolayısıyla kendisini etkileyemeyeceğini göstermişti.
Büyü veya sihrin etkisi görüldüğü gibi maddi değil; manevidir. Bu manevi etki de ancak, onu gerçek sanıp, korkmak ve o büyü ve sihirde güç vehim etmekle gerçekleşir.
Şimdi yukarıdaki Süleyman Aleyhisselam’la ilgili ayete bir kez daha baktığımızda şu sonuçları görürüz:
1. İnsanlara büyücülüğü öğretenler şeytanlardır.
2. Babil’deki iki melek bir imtihan vesilesi idi. (Bu bölümle ilgili farklı yorumlar ve okuyuşlar vardır. Bir kısım müfessir “Babil’de Harut ve Marut adlı iki meleğe bir şey indirilmedi.” diye okurken, bir kısmı ayette adı geçenlerin melek değil “melik” olduğunu söylemektedirler. İbn-i Abbas’ın okuyuşu da bu yöndedir. Yani yaptıkları işte meleke kazanmış, ustalaşmış kimseler anlamına gelir. Melek olarak okunsa bile onlar belli bir misyonu yerine getirmek için görevlendirilmişlerdi. Onlar, büyü işinin nasıl yapıldığını gösterirken, püf noktalarını ve özelliklerini öğretiyorlardı. Ancak kötü niyetli kimseler öğrendikleri bu bilgileri, saf ve cahil insanları aldatarak, onların sırtından para kazanmak veya insanları birbirine düşürerek kendilerine muhtaç duruma sokmak için kullanmışlardı.
3. Dolayısıyla üç beş kuruşluk dünyevi fayda karşılığında ebedi hayatı kaybetmişler; Cehennem azabını kazanmışlar ve en büyük hüsrana uğrayanlardan olmuşlardı.
4. Bu sihirle Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezlerdi.
Görüldüğü gibi; sihir, büyü yapmakla başkalarına kesin zarar verebileceklerini sananların unuttukları bir şey “Allah’ın izni” konusudur.
Mart 29th, 2010 at 19:23Allah, doğadaki her şeyi belli kanunlar ve kurallar üzere yaratmıştır. Dolayısıyla yapılan her şey bu kurallar içerisinde etkili yâda etkisiz olur. Örneğin tarlaya mevsiminde dikilen tohumlardan ürün alınırken, kış ortasında veya yaz sıcağında saçılanlar heba olup gider. Yağmur yağıp tohumların çillenmesi de Allah’ın iznine bağlıdır.
Büyü ve sihir de bunun gibidir. Göz yanılması ve inanç kaymasının da belli şartları vardır.
Bir bardağın içindeki sağlam kaşığın kırık görünebilmesi için ona belli bir açıdan ve bardağın içinde belli bir miktar su varken bakmak gerekir.
Büyünün de etkili olması için kendisine büyü yapılanın zaaf içinde, cahil ve vesveseye açık olması gerekir. Onun için Müslümanlar “İnsanların kalbine vesvese sokanların şerrinden Allah’a sığınırlar.” Allah’a sığınanlar, hem büyünün etkisinden hem de vesveseden kurtulurlar. Zaten vesveseden kurtulunca, birilerinin bir şeylere üflemeleriyle kendisine bir zarar vermelerinin mümkün olmadığını anlarlar ve şeytanların etkileyeceği manevi boşluk oluşturmazlar, fırsat vermezler.
İnsanlara zarar vermek için yapılan büyü çeşitlerine şöyle bir bakarsak;
a. İp, saç teli gibi şeylere düğüm atıp onlara bazı ayetleri okuyup üflemek,
b. Yumurta ve benzeri yiyecek ve içeceklere okuyup üfleyip bunları etkilenmesi beklenen kimselere yedirip içirmek,
c. Eski giysi, kullanılan eşya gibi nesnelere bir şeyler mırıldanıp, üzerinde etkisinin oluşmasını bekledikleri zatın üzerinden geçeceği bir yere gömmek,
d. Bir kağıda bir şeyler yazıp, üzerinde taşıtmak, suya attırıp suyunu içmek, içirmek gibi yollarla yapılıyor.
Şimdi tüm bunları yaparken en çok yararlanılan şey nedir?
Kutsal okumalar ve sihirli sözcükler. Kutsal okumaları da Müslüman toplumlarda büyük bir oranla Kur’an metni teşkil ediyor. Peki, Allah’ın üfürükçülerin ve büyücülerin, cinci hocaların okumaları için indirdiği özel ayetler mi var; yâda bunlar ne okurlar?
Tabi ki, büyücülerin yaptığı bu çirkin ve kötü işleri “küfür” olarak niteleyen ve onların ahirette bir nasibinin olmadığını açıklayan Allah’ın onların okuması için ayetler, sözler indirmiş olduğunu düşünmek pek akıl karı olmasa gerek..
Allah’ın lanetlediği bir şeyden Allah’ın ayetlerini alet ederek gizli güçler vehmetmek ancak şeytanın aklına gelir. O da insanları dinden çıkarır. Akılsız ve aptal bir konuma getirir. Kendi oyuncağı yapar.
Peki, Allah’ın sözleri değil de cinlerin ve şeytanların sözleriyle, onları kullanarak bir etki çemberi oluşturulamaz mı?
Bunu iddia edenler zaten o büyücüler, üfürükçüler…
Kur’an’a inanan bir Müslüman şunu bilir ki, “Şüphesiz ki, onun (Şeytanın) iman edenler ve Rabbine güvenenler üzerinde hiçbir gücü yoktur. Onun nüfuzu, sadece kendisini veli edinenler ve (Allah’a) şirk koşanlar üzerindedir.” (Nahl: 99-100)
Bu ayete inananlar üzerinde oluşturamayacağına göre geriye batıla inananlar kalıyor ki biz de zaten asıl etki alanlarının onlar üzerinde olduğunu daha önce söylemiştik.
Büyü ve sihir konusundaki batıl inançlar, maalesef Kur’an’ın anlamını okumayan, dinin gerçeklerini Kur’an’da değil de üfürükçülerde arayan toplumumuzun geniş bir kesimini esir almış vaziyettedir. Bu en fakir ve kırsal kesimlerden en sosyo- ekonomik düzeyi yüksek kesimlere kadar böyledir. Her kesimin kendine göre büyücü yâda büyü çözen hocaları vardır. Aslında büyücülerin büyük çoğunluğu büyü çözme hocası olarak karşımıza çıkar. Önce insanlara büyü konusunda yanlış ve saptırıcı bilgiler verirler; sonra da kendilerini kurtarıcı olarak lanse ederler. Sonra da gelsin paralar…
Bir kısmı da “istemem, yan cebime koy”culardandır. Kesim kesmez. “Ne verirsen elinle o gider seninle!” imasında bulunur…
İşin ekonomik boyutu bir yana insanların üç beş kuruşunu da büyücülere, cinci hocalara kaptırsalar ne olur. Zaten kimlere neler kaptırmıyorlar ki denebilir. Ancak, asıl tehlike “batıla iman ederek dinden çıkmak” ve “sosyal hayatta en yakınlarıyla kuru bir şüphe ve vesvese üzerinden düşman hale gelmektir.”
Şeytanın oyuncağı olduğu için bu iğrenç mahlûklara muhtaç olup, kapısını çalan cahil ve gariban kimselere genellikle onların ilk sözleri “sana büyü yapılmış; hem de en yakınların ve hiç ummadığın kimseler tarafından…” Bizim zavallı kurbanımız bu ummadığı kara kehanet karşısında, en güvendiği yakınlarına olan sıcak duygularını ve güvenini kaybetmeye başlar, “Demek ki, güvendiğimiz dağlara karlar yağmış”, “Hiç ummazdın ondan, beni sırtımdan hançerledi.” gibi, yavaş yavaş yeşeren kin ve nefret tohumları, zaman içinde meyvelerini vermeye başlayacak, ömür boyu süren gelin kaynana çekişmelerinin, kardeş kavgalarının fitilini ateşleyecektir..
Kuru bir şüphe, çirkin bir oyun ve cehaletin dinselleşmiş hali.
….
Artık bu girdaptan kurtulmak gerek.
Bu hipnozdan uyanmak gerek.
Uyuşturan, felç eden, zehirleyen, öldüren mikroplara karşı Kur’an ilacını almak gerek.
Kur’an’ın sağlık kaynağı, esenlik kaynağı olduğunun farkına varmak gerek.
Okuyup, üfleyip ölüler diyarına yollamak yerine; okuyup, anlayıp, yaşayarak aydınlanmak ve dünya ve ahiret mutluluğuna vesile kılmak gerek.
“ Deki:
-Hak geldi, batıl yıkıldı. Zaten batıl yıkılmaya mahkûmdur. Kur’an’dan müminler için şifa ve rahmeti indiriyoruz. (Ama) Bu, zalimlere de hüsrandan başka bir şeyi artırmıyor.” (İsra Sûresi, 81-82)
Şeytan ve yandaşları Kur’an’ı insanları hüsrana sevk etmek için kullanıyor.
Ya siz, onu dünya ve ahiret kurtuluş ve mutluluğunuz için kullanıyor musunuz?
Sayın Mahmut Celal Özmen Bey. Öyle güzel tefsir ve tevillerde bulunmuşsunuz ki NAZAR DEĞMESİN.
Mart 30th, 2010 at 05:59Şunu belirtmek isterimki; hiç müslüman ağızı ile konuşmamışsınız..
Mart 30th, 2010 at 15:27Evet müslümanların bir farkı, kaynak olarak Kuran olmasıdır. Şimdi kuranda nazar yok diye nazarı inkar mı edelim?
Kuranda namazın nasıl kılınacağı da yazmıyor (elinizi bağlayın ve ya bağlamayın vb.) ne yapacağız o zaman.. amuda kalkarak mı namaz kılayım. Sünnet var, hadis var. Siz bunları kaldırıp sünnetsiz ve hadissiz Kuran diyorsunuz. Büyüye inanmadığınızı söylüyorsunuz. Felak ve Nas surelerinin ne için geldiğini lütfen araştırın. Ayrıca yahudilerin peygamber efendimize büyü yaptığını lütfen islam tarihinde bir okuyun (kaynak olarak ibnül esir olabilir temel kaynaktır) Tabiki yazılarınızı komple eleştirmiyorum doğru noktalar elbette var ama üslup, hitabet bir yazara hiç yakışmıyor, çok sıradan ve basit olmuş.
Ayrıca hodri meydan. Büyünün varlığını inkar eden, buyursun gitsin bir papaza, bir büyü yaptırsın başkası için. Ondan sonra görsün büyü hak mıdır değil midir??.
Mart 30th, 2010 at 15:34Çok tehlikeli konular hakkında görüş beyan ediyorsunuz. Allah korusun burada var olanı eğer göz göre göre reddediyorsanız Allah bundan razı olmaz bilesiniz...
Hemde öyle bir varki... Gidin bir papaza büyü yaptırın bakın görün ondan sonra büyü nasıl var.. Bu konularda bir yazı yazıyorsanız, birikimlerinizle yazın. Hadisi sünneti tarihi yaşananları yani her şeyi reddederek değil..
Sizin mantığınız şu yok, bu yok, bunu kabul edemem, bu olamaz, hiç bir şey doğru değil " Ozaman büyü ve nazar da yok".. Bilimsel çalışmalardan söz etmişsiniz, o bilim dediğiniz şey Allahıda inkar edip Darwin teorisini savunuyor.
Ayrıca bilim bilim diye tuttururken, onu bunu her şeyi, tüm kaynakları reddedip kaale almayıp, hadis kitaplarını hafife alıp mu bilimsel açıklama getireceksiniz..
Ainstein de diyorki; DİNSİZ BİR BİLİM DÜŞÜNEMİYORUM.
Ama bilim blim diyorsunuz, bilim var olanla ilgilenir, gözle görülmeyenle ilgilenmez.. Yani bu kalemse kalem kırılmıştır, bunun daha başka açıklaması yoktur zihniyetinde bilim..
Bilim adamlarının çoğu Allaha da inanmıyor bu nasıl oalcak. Müslümanın bakış açısıyla nasıl izah edilecek.
Şuana kadar kaç insanı dinlediniz, başlarına gelen olayları bizzat size anlattılar mı adı güzel Mahmut bey.. Yazık. Felak ve Nas suresinin mealinede mi bakmadınız?
Peygamberimize s.a.v. büyü yapıldığını da gayet iyi dinliyorsunuz..
Size bir tavsiyem; mantığınızın değil, vicdanınızın sesini dinleyiniz..
Mart 30th, 2010 at 15:42Kur’an’da nazar, büyü ve uğur gibi gizli ve gizemli güçlere bağlı bir inanç yoktur.Mahmut Cemal Özmen
Yukardaki cümleyi yanlış mı kurdunuz acaba,yoksa ben mi yanlış anlıyorum.Büyü, nazar gibi değil;kuranda varlığı açıkca geçiyor.Yukarda bir arkadaş da 2:102 nolu ayeti vermiş ben de 20:58,63 ayetlerini vereyim.Bunlara ilave edilecek malumunuz pek çok ayet daha vardır.Nazar konusunda sizinle aynı fikirde olmama rağmen büyü konusunda inananların başvurmaması istenilen,kötü işlerden olan büyü ise bir gerçektir.Yani büyüyü yok sayabilir misiniz?
Mart 30th, 2010 at 20:42var ya siz harika bi adamsınız valla tüm duygularıma tercüman olmuşsunuz insanlar nasıl olurda başka birilerinin gözleriyle bakışlarıyla başlarına bela kötülük gelebileceğini düşünürler.şerri bize ALLAH tan başka kimse verebilirmiki?.Yada bu şerden bir boncuk kullanılarak korunulabilirmi.bunların hepsi yanlış hadisçiler yüzünden oluyor din KURANDA da işlerine gelmeyen bir şey oldumu hemen hadis diye atlıyorlar. ama sizin gibi bilinçli insanlar oldukça bu hadisçiler ortalığı karıştıramazlar.BU DİNİN BAŞINA NE GELİYORSA YA FETOCULARDAN YADA HADİSÇİLERDEN GELİYOR
Mayıs 4th, 2010 at 22:17BÜYÜ HAKKINDA
Yazıyı ve yorumları okudum. Bazı yorumlar surelere referans verilerek açıklanmış. güzel yorumlar olmuş.
Elbet Müslüman olarak Kuran rehberimizdir.
Bu durumda BÜYÜ ve HASEDE (Nazara) inanmayanlar FELAK Suresini nasıl açıklıyorlar. Son iki ayeti şöyle;
Bismillahirrahmanirrahim.
"Ve min şerrinneffâsâti fil'ukad."
"Ve düğümlere üfürüp büyü yapanların şerrinden."
"Ve min şerri hâsidin izâ hased."
"Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden,"
Bunların şerrinden ağaran sabahın Rabbine sığınırım. BÜYÜ açıkça ifade ediliyor. HASED ise neyi ifade ediyor sizce "KEM GÖZÜ" değil mi?
Bütün şerlerden uzak kalmazı dilerim.
Temmuz 25th, 2010 at 15:20vahiy elçisi muhammed derken ??
Edep Ya HU!!!
Allah (CC)Islah etsin
Mayıs 24th, 2011 at 15:37Hz.Muhammed(SAV)Şefaatçiniz olsun
Hz. Muhammed hiç kimsenin Şefaatçisi değildir; o güzel insanı günahlarınıza bulaştırmayın. Hristiyanlar günahlarına kefaret olsun diye Hz. İsa'yı çarmıha gererken; Müslümanlar da işledikleri günahlardan kurtulmak için Hz. Muhammed'i taşeron olarak kullanıp, beleşten cennete gitmenin hesabını yapıyorlar.. Demek ki, sapkın mantığın Hristiyan'ı, Müslümanı pek fark etmiyor..
Mayıs 24th, 2011 at 19:17