Natasha, Carolina, Teodora, Ayşe, Fatma, Emine…
“Aklınıza gelebilecek her ülkeden bayanla evleniyor Türk gençleri. En yaygın olanı İngilizlerle yapılan evlilikler. Onu Almanlar, Hollandalılar, İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar ve Finlilerle yapılan evlilik izliyor. ABD, Brezilya, Kenya, Rusya, Ukrayna, Arjantin hatta Uganda'dan da gelin var. Bu evliliklerden uzun süre devam edenler ise yok denecek kadar az.
Marmaris'te sadece 2005'in ilk altı ayında toplam 291 evlilik gerçekleşmiş. Bunların 200'den fazlası Türk-yabancı evliliği, müftülükteki 'ihtida' yani Müslümanlığı kabul töreni verilerine bakıldığında ise rakamlar yılda 20'yi geçmiyor. Müftü Bahtiyar Taranoğlu, gelen 15-20 kişinin de zaten ne yaptıklarının farkında olmadıklarını söylüyor. İslam'ın şartlarını anlattıklarında Müslüman olmak için gelen kişinin şaşkına döndüğünü söylüyor. Kısacası bu işlemi daha çok, gelinlerinin Müslüman olması şartını getiren ailelerin çocukları, büyüklerinin hatırı için gerçekleştiriyor. Müftü Taranoğlu, "Hayatında hiç camiye gitmemiş, namaz kılmamış adam evleneceği yabancı kadını Müslüman yapmak isteyince trajikomik bir durum ortaya çıkıyor ve bu işlem bir formaliteden öteye gitmiyor. Bize gelip Müslüman olan bazı kadınlar, bir yandan da kiliseye gitmeye devam ediyor." (1)
Alıntıladığım bu satırları ve konuya ilişkin ilk inceleme ve araştırmayı Aksiyon’da okumuştum.
2005 de yabancı evliliklerden doğan nesli “kayıp nesil” olarak adlandırmıştı, şimdilerde ise yeni nesil için melez tabirini kullananlar çoğunlukta…
Zaman geçtikçe daha çok yazı okur oldum yabancı evlilikler üzerine… Bir süredir yazıları artık diziler de takip eder oldu. Malum “Öyle Bir Geçer Zamanki dizisi”…Türkiye bir gerçeğini daha kabullenmek ve bununla yüzleşmek zorunda olduğunu nihayet anlıyor.
Yazımın amacı ırkçı ve öteleyici bir anlayışı nakletmek değil, Türk toplumunun bir gerçeği olan bu durumun sosyolojik ve psikolojik analizine dair izlenimler ortaya koymaktır. Anlaşılması gereken şu ki, kimin kimle evlendiği değildir mesele… Bu evliliklerin; yukarıda belirtildiği gibi büyük bir kısmının, toplumda içten kanayan derin acılara neden olacak şekilde gerçekleşmeleri ve etkisi kesintisiz sürecek, yeniden kurulması zor ve parçalanmış, yıkılmış aileleri doğuran, sosyal depremlerle neticelenmeleridir.
Tenzih edilmesi gereken evlilikler de muhakkak var. Lakin istisna denilebilecek kadar az olmaları nedeni ile Türkiye’deki bu evliliklerin arzu edilmeyen toplumsal hezeyanlara yol açmaları hakkında daha çok konuşulmalıdır. Uyanma vakti gelmiş görünüyor.
Her ne kadar yabancı evlilikler ortaya çıkardıkları sonuçlar itibari ile başlı başına bir sorun da olsa… Bu evlilikler içinde, özellikle mevcut evliliklerin yıkılarak ve ailelerin parçalanarak yapılmış olanları asıl büyük sorundur. Ayşeler, Fatmalar, Emineler yerine Natashalar, Carolineler, Teodoraların tercih edilmesidir.
Peki Neden …?
Çevirmenlik yaptığım sürece edindiğim izlenimlerim ve hatta yakinen şahit olduğum yabancı evliliklerden oluşan kanaatimi aktarayım. Şunu da eklemek isterim ki, “mesele tamam budur” demek elbetteki mümkün değil, birçok nedenden biri diyebileceğimiz kadarını ifade edeceğim.
Bizim toplumumuzda kadın kimliği gelişirken, iffet farklı manalarda da verilir. Öyle ki, henüz küçük bir kız çocuğu iken dahi “iffetli yetiştirmenin kriterleri”, erkeklere karşı soğuk, ciddi, ekşi suratlı, kavgacı ve ukala, uzak hatta belki de itici olmayı gerektiren tavırlar, makbulmüş gibi öğretilir. Bu sosyal disiplinin doğurduğu tanımlama “erkek Fatma” olmak demektir. Kurtuluş Şavaşı kahramanlarımızdan Erzurumlu Kara Fatma’nın hikâyesinden mi türetilmiş bilemiyorum. Buna dair bir bilgiye de rastlamadım.
Savaşçı ve güçlü kadın olarak yüceltme manasında kullanılan bu tabirin bir başka şekli de “erkek gibi kız” klişesidir. Aslında erkek gibi olmak değil, kadın gibi narin, zarif, güleç, kırılgan olmamaktır mesele… Yani kadınsı birçok özellikten uzak durmak demektir. Lakin öte yandan başka bir toplumsal disiplin, kadını mükemmel anne olmaya dair kıstaslarla da yetiştirir. Yavrusu için ise son derece şefkatli, neşeli, yumuşak, hassas, kol kanat geren bir melektir. O; en güzel sofrayı kuran, en iyi şekilde evini temizleyen, ütüsünü yapıp, düzenini kuran tam bir kadındır. Bu iki çelişkiyle yoğrulan kimlikteki kadınlar, eşlerine kadın gibi davranmakla “iffetsiz”, ahlaksız, edepsiz olmakla suçlanacaklarına dair bir bilinçaltına sahiptirler. Çünkü o yaşadığı toplumda “erkek Fatma”ların alkışlanmasına alışıktır. Üstelik çocuk yetiştirmek ve ev bakımına kodlanmış hayatı ile eşine ilgi gösterecek vakti de kalmamıştır. Bu bilinçaltı ile çocukları ve evine koşturmakla geçirdiği yaşamı sayesinde, Türk erkeklerimizin gözünde ulaşılmaz hale gelen Türk kadınına alternatif olarak davetkâr yabancı kadınların çekiciliğini görmezden gelmeleri mümkün olmuyor. Tabiî ki buna görsel olarak sunulan cazibeyi de eklemek gerek…
Aslında bir diğer kadın kimliğini de atlamamak gerekir, bu da “hanım kız” olarak tabir edilir; onlar da erkeğin yanında dilsiz ve boynu bükük her denileni yapmakla yükümlü karakterler olarak yetiştirilir. Bu kimlik de yabancı kadınların özgüveni ile kıyaslanınca ezilmeye ve yok sayılmaya mahkûm olur.
Sadece aile hayatında değil, muhafazakâr iş hayatında da muhafazakâr kadın kimliği birlikte çalışmak için zor bir seçim olarak görülür. Birçok muhafazakâr işyeri, aktif görevlerde muhafazakâr olmayan bayanları tercih eder. Bu aynı bilinçaltının bir başka tezahürüdür. Onlarla yakınlaşmak ve çalışmak çok daha kolay kabul edilir.
Karadeniz’de ve Marmaris gibi kıyı şeritlerinde, hatta Anadolu’da yabancı evliliklerden yıkılmış birçok aile var.
“Peki, bütün bu yaşananlar Türk erkeklerine ders oluyor mu? Hikâyelerin devamını dinleyince böyle bir ders çıkarılmadığı görülüyor. Münir Kalaycı'nın erkek kardeşi, abisinin bütün acı tecrübesine rağmen bir Hollandalı ile birlikte. Fethiyeli Özkan Karagöz, Hisarönü'nde bir bar işletiyor. İlk eşi İngiliz ve çocuğunu da alıp ülkesine kaçmış. Şimdi başka bir erkekle orada beraber ve oğlunu kendi değerlerine göre yetiştiriyor. Özkan Karagöz yine bir İngiliz'le beraber olmaya başlamış. Hatta ondan iki çocuğu bile olmuş; ama resmî nikâhları yok. "İmam nikâhı mı yaptınız?" diyecek oluyoruz, Hıristiyan eşe imam nikahı yapamayacağını, arada hiçbir bağ olmadan birlikte yaşadıklarını söylüyor. "Hocam biliyorsun dinimizde zorlama yok, onun için teklif bile etmedim." demeyi de ihmal etmiyor bilmiş bir ifadeyle...” (1)
Bildiğiniz gibi “ihtida” bu evliliklerde en güçlü kılıf olabiliyordu… Peki inandırıcı mı? Size kalmış… Nihayetinde onun dahi önemli olmadığını ifade edenler de olmuş.
Daha önce`de söylediğim gibi, yabancı evliliklere uzak bir insan değilim, hatta benim de Portekizli bir yengem (her ne kadar evlilikleri bitmiş de olsa) ve (kendileri kabul etmeseler de) melez tabir edilen iki kuzenim var. Tıpkı onlara duyduğum muhabbet gibi tüm bu yaralı insanlara da muhabbet duyuyorum. Karadenizin, Anadolunun, Marmarisin sessiz ve kimsesiz muamelesi gören kadınları ile parçalanarak, ezilerek üstlerine kurulan yuvalarının hesabını sormak ve hatta bu hesabı vermek mümkün görünmüyor. Artık Yabancı gelinler yaşamlarımızda kök salmış büyük sarmaşıklar gibi sımsıkı bağlı ve birbirinden kesilip koparılması, sökülüp atılması mümkün değil…
Fakat birçok olayda olduğu gibi eninde sonunda yüzleşme vakti gelmiştir. İşte bugünlerde onun ilk adımlarını izliyoruz. Bu evliliklerden kalan aileler ve yeni melez nesillerin toplumda edinecekleri rolleri, yapılacak yüzleşmelere de bağlıdır. Uzun bir süre “aşk ve ihtida” makyajıyla sevimli gösterilen bu hikâyelerin gerçek yüzleri görünmeye başladı. Bundan sonrasını tahmin etmek ise çok zor…
Arkasına saklanılacak maskeler, gizlenilecek duvarlar ya da tabular kalmıyor. Herkes hazır sanırım.
Yüzleşme başlıyor.
Not : (1) Aksiyon Sayı: 552 / Tarih : 04-07-2005 ( Sahillerin Kayıp Nesli ) Zafer Özcan
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-13876-26-sahillerin-kayip-nesli.html
Sayın UMUTLU,
Mart 3rd, 2011 at 01:05Çok önemli bir konuyu harika bir yazıyla ve anlatışınızın akıcılığıyla dile getirmişsiniz.
Yüreğinizin kalemini ve sahibini kutlarım.
Ayşe hanım yazınızda çok güzel bir kadın duyarlılığı göstermişsiniz aklınıza ve kaleminize sağlık.benim eşim de orta asya kökenli. ikimiz de müslüman olduğumuz için her şey kolaydı.ben evlenip ilk olarak onun memleketine gidip başkent bişkek'e inince eyvah dedim.çünkü onlar da müslümandı ama rus gibiydiler.sonra eşimin memleketi oş şehrine gittik ve evlerine girdiğim zaman bir oh çektim.annem ve yengemler yeğenlerim örtülü ve kuran aşkı olan çok dindar insanlardı.işin ciddiyetini o eve girince farkettim.harika bir annem ve 6 abim 2 ablam daha oldu.tabii eşler ve torunlarla yaklaşık 45 kişilik yeni ailem.ben şanslıydım ama herkes aynı şansa sahip olmuyor.
Mart 3rd, 2011 at 15:48tabii ki yalnızca milletler arası evlilik değil aynı milletden yapılan evlilikler de artık çok riskli.avrupalı insanların evliliği sonlandırması daha kolay ama orta asya bu konuda biraz daha tutucu.boşanmaların çok olduğu yüzde belki kendi ülkelerinde de boşanmaların yüksek olduğu insanlar olabilir.mesela japon özbek çinli türkmen uygurlu aileler daha sağlam bağlar oluşturup daha geleneksel bakıyorlar evliliğe.
hayır ve esenliklerle kalın
Sayın AY,
Mart 3rd, 2011 at 16:57Yazım hakkında yorum yaparken seçtiğiniz kelimeler beni onurlandırdı. Çok teşekkür ediyorum. Üstelik yorum yapan bir başka kalem erbabı olunca mutlu olmamak elde değil... Bilgiagi sitesini farklı ve özel kılan birçok farklı düşünceden kalem erbabını biraraya getirmesi ve bu birliktelikte kişilerin birbirini alçakgönüllülükle takdir edebilmeleri... Gerçekten memnuniyet verici... Bu arada böyle bir internet sitesini bizlere sunan Sn.Dr. Ahmet Fidan'a da içtenlikle teşekkürlerimi sunuyorum.
İrem hanım,
Mart 5th, 2011 at 02:15Size de tecrübelerinizi paylaşma nezaketini gösterdiğiniz için teşekkür ediyorum. Muhabbetle kalınız...
Evet... Bu çok ciddi bir yara, içtimaî büyük bir meseledir. Ayşe Hanım'ın bu mevzudaki ısrar ve fikr-i tâkibini takdirle karşıladığımı ifêde etmek isterim. Muvaffakıyetler diliyorum...
Mart 17th, 2011 at 00:53