Müzakere Tiyatrosu
Nedense Türkiye’de devletin tiyatrosu vardır: Devlet Tiyatroları diye bilinir. Kadrolu sanatçıları vardır. Bu kadrolu sanatçılar, hemen her yıl aynı oyunları
oynarlar. Yıllar, mevsimler geçer, kuşaklar değişir, ülkenin şartları bambaşka bir hale gelir. Ama devlet tiyatrolarının, devlet sanatçıları aynı oyunları oynamaya devam ederler. En çok oynadıkları oyunlardan birisi de Keşanlı Ali Destanı’dır. Ülke sorunlarının, halkın sıkıntılarının önemi yoktur devlet tiyatroları için. Onlar için varsa yoksa Keşanlı Ali Destanı benzeri oyunları sahnelemeleridir.
Devlet tiyatrolarının, kadrolu devlet sanatçıları ve Keşanlı Ali tipleri gibi basınında kadrolu, uzatmalı müzakerecileri vardır. Bunların çok değişik konulara bazen el attıkları görülür ama dikkat edildiğinde yine doğrudan veya dolaylı olarak sözü müzakereye bağladıkları görülür. En azından yılın belli aylarını doğrudan müzakerenin mana ve önemine ayırırlar ki örnekleri pek çoktur.
Türkiye’deki terör sorununun nedenleri ve bu sorunun unsurları ele alınmadan terörü anlamak nasıl beyhude bir çaba olursa, terörü sonlandıracağı umulan müzakerelerin de beyhude bir çaba olması kaçınılmazdır. Önce Bingöl’de 10, sonra Tunceli’de 6 asker ve bir vatandaşın katledilmesinin ardından Adalet bakanı Sadullah Ergin; daha cenazeler ortadan kalkmadan “PKK ile hatta Öcalan ile müzakere olabileceğini” açıkladı. Bunu diğer bakanların benzer konuşmaları takip etti. Nihayet başbakan Erdoğan’da benzeri cümleleri tv’lerden tekrar edince, basının Keşanlı Alileri, müzakere esnafı yeni bir coşkulu tekrarlarına başlamış oldular.
Oysa PKK ile AKP Hükümeti üç yıla yakın bir süre zaten müzakere yapmıştı. Müzakereler devam ederken, PKK adına Duran Kalkan, “müzakere yerine devrimci halk savaşını başlatıp yaygınlaştıracaklarını” haziran 2011’de ilan etmişti. Bu ilana bağlı olarak değişik illerde sokaklarda bombalı tuzaklar yollarda menfezlerde patlatılan bombalarla, mayınlarla asker sivil pek çok vatandaş katledilmeye başlandı. 14 temmuz/ramazan 2011’de ise Diyarbakır/Silvan’da 13 askerin pusuya düşürülerek katledilmesi ile “devrimci halk savaşının” nasıl bir terör yaygınlaşması olduğu görülmüş oldu. Başbakan Erdoğan bu olay üzerine: “Günah bizden gitti, bıçak kemiğe dayandı, bundan sonra ne olacağını herkes görür” diye tutumunu açıklamıştır. Son bir yılda PKK eylemleri yaygınlaşmış olsa bile TSK’da ona karşı ciddi operasyonlar yapmış oldu.
İşte bu müzakereler devam ederken yeniden “müzakere yapılmalı” diye, aynı nakarat her mevsim tekrarlanan tiyatrolar gibi sahnelenmeye çalışıldı. Bu günlere ulaşıncaya kadar Başbakan Erdoğan: “biz terörle mücadele siyasetle ise müzakere ederiz” demiş olmasına rağmen, PKK’nın partisi BDP ile görüşülecek bir konu olmadığını, “çünkü onların teröristlerle sarmaş dolaş olduklarını zaten hiçbir fonksiyonları da olmadığını ama gerekirse ilgili kurumların Kandil ile de İmralı ile de görüşebileceğini” ilan edince basındaki müzakere esnafı da yeniden aynı nakaratları tekrarlamaya başladılar.
Teslim edilmelidir ki başbakandaki bu değişimi kolayca açıklamak mümkün değildir. Başbakandaki bu değişimden, geçen deneyimlerde göstermiştir ki Türkiye’nin bir fayda elde etmesi mümkün olmayacaktır. Bir defa PKK uluslar arası kriterlere göre bile terör örgütüdür. Terör örgütü katliamlarından vazgeçmedikçe, onunla neyin müzakeresi yapılabilir? Üstelik PKK’nın hedefleri bakımından da güvenilir olmadığını zaman göstermiştir. Çünkü “bağımsız birleşik Kürdistan” diye yola çıkmışken, Öcalan Türkiye’ye getirilince gözleri açılır açılmaz; “göreve hazır olduğunu” açıklamıştı. Yargılandığı dönemde, o güne kadar söylediklerini yok sayarak, “demokratik cumhuriyet” istediğini ilan etti. Birkaç yıl sonra bunu da unutarak bağımsız bir ülkede olabilecek her şeye sahip olan “demokratik özerklik” istemiştir. Bununla da hızını alamayarak, Türkiye-İran-Irak ve Suriye’deki Kürtleri bir araya getireceğini düşündüğü bir “bölgesel konfederalizm” hevesini ortaya atmıştır. Öcalan’daki muhtemelen psikolojik sorunlarına da bağlı olarak gözlenen bu med cezirleri ise PKK mahallesi bütünüyle takip edip tekrarlamıştır. Öcalan’ın dolayısı ile PKK mahallesinin yarın ne diyeceğinin yahut bu gün söylediklerine ne kadar sadakat göstereceğinin hiçbir garantisi yoktur. Ama geçen yıllar inanmamak için çok neden olduğunu ortaya koymuştur. Sonra Başbakan defalarca PKK için taşaron demiştir. Oysa taşaron bir başkasının işini, onun adına yapan demektir. PKK’ya bu güne kadar destek olup yardım eden ülkelerin rızası olmadan PKK nasıl terörden vazgeçebilir? PKK’nın böyle bir imkanı olabilir mi? En azından çok sayıda devletten gördüğü yardım, uluslar arası alanda topladığı desteği ona sağlayanların, kolayca ondan vazgeçmeyecekleri, onu Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanmaya devam edecekleri, kuşku götürmez.
Son bir yılda PKK eylemlerinin hızla yayılmasında, Türkiye’nin Suriye’ye karşı takip ettiği siyasetin önemli bir ağırlığı vardır. Bu süre içinde PKK Suriye ve İran’dan şimdiye kadar gördüklerinden daha fazla destek görmüştür. PKK bu ülkelerin tümüyle bir yan kuruluşu değildir ama onlardan bağımsız ve onların rağmına bir siyaset takip edebilecek iktidarı da yoktur. Dış bağlantıları dikkate alınmadan, 80 yıl 30 yıl öncesinin mağduriyet hikayelerinin sonunda PKK ortaya çıkmıştır gibi romantik söylemin gerçek hayatta bir karşılığı bulunmaz. Çünkü PKK mayınları ile katledilenlerin önemli bir kısmı 1991 doğumludur. 30 veya 80 yıl öncesinin abartılı mağduriyet hikayeleri ile en küçük bir ilgileri bile düşünülemez.
PKK isteklerinde bir med cezir olsa bile değişmeyen sabit kalan hususlarda vardır. Öcalan’ın serbest bırakılması, PKK’lıların bütünüyle affedilmesi ve PKK’ya özerk bir bölgenin bırakılması artık sabitlenen talepleridir. Bu taleplerin meşru olmadığı açıktır. Meşru olmayan taleplerin nesi müzakere edilecektir? AKP döneminde Öcalan siyasi bir lider gibi, her hafta ziyaretine gelen avukatları veya akrabaları aracılığı ile görüşlerini medyada haberleştirmiş bu sayede de örgütünü sevk ve idare etmiştir. Oysa son bir yıl göstermiştir ki hükümet isterse akrabalarının yasal çerçevede kalan ziyaretleri dışında örgütüyle teması, oradan örgütünü idare etmesi mümkün değildir.
Müzakere esnafının Öcalan’ı barış yanlısı bir kişi olarak gösterme çabası ise utanç vericidir. İnsan aklına vicdanına karşı büyük bir saldırıdır. On binlerce insanın ölümünden sorumlu olan birisi sanki ömrünü hayır hasenat işleriyle geçirmiş de şimdi ahir ömründe barış konusuna el atmış gibi takdim edilmektedir. Bir defa bu iddia eşyanın tabiatına aykırıdır. Gerçekten Öcalan, PKK elemanlarının üzerinde etkili ise, o PKK’lıların yaptığı her vahşette de payı var demektir. PKK elemanları üzerinde etkisi yoktur bu nedenle o vahşi, katliamlarda da etkisi yoktur denilse o halde bu kadar etkisiz bir kişinin, PKK’lıları ikna ederek dağdan indireceğine kim nasıl inanacaktır?
Hükümet bir yol ayırımına gelmiştir. Büyük bir vebal ile karşı karşıyadır. Yeniden müzakere tiyatrosunu başlatarak bu vebalin altına girecekse, bu güne kadar hayatlarını kaybeden şehitlerin yakınlarına, gazilere, bu durumu nasıl izah edecektir? Daha fazla kan dökülmesini engellemek için bu müzakereler savunulsa bile 2011’de Silvan örneğinde görüldüğü gibi yarın yeniden PKK’lıların “devrimci halk savaşı istiyoruz” diyerek müzakerelere sadık kalacakları nasıl temin edilecektir? Madem PKK’lılar ve Öcalan, bu işlerin müzakeresi yapılacak ölçüde makbul kimseler idiyse, bu kadar can kaybı niçin olmuştur?
Başbakan Erdoğan: bir yıl önce bıçak kemiğe dayandı demesinden sonra verilen büyük insani kayıplardan sonra ne değişmiştir? Daha bir iki ay öncesinde bile terörle ancak mücadele ederiz denirken bu gün onun partisi BDP bile atlanarak doğrudan terörle müzakere edilmeyi gerektirecek bir gelişme mi var? Bir yıl önce kemiğe dayanmış olan bıçak, şimdi kemikten uzaklaşmış mıdır?
PKK ile çözüm olmayacağı teslim edilmelidir. PKK birlikte ve barış içinde yaşamanın engelidir. Ne kadar oynak ve esnek hedefleri olduğunu göstermiştir. Barış isteyenler, kardeşlik tesisi isteyenler PKK’yı tasfiye etmeye mecburdur. Ama onu tasfiye etmeyenler bunu açıkça halka söyleyebilme cesaretini de göstermelidir.
Müzakere tiyatrosunun oyuncuları, operasyonlardan bir sonuç alınamadı gibi son derece anlamsız ve yersiz bir tekrarın da sahibidir. Devlet operasyonlardan sonuç alamadıysa PKK hangi kanlı vahşetinden sonuç almıştır? Bu gün kan dursun diye görünerek PKK’lı çözüm arayanlar, yarın PKK’nın başlatacağı “devrimci halk savaşı” etiketli terör eylemleri ile katledilenlerin hesabını nasıl ve kime vereceklerdir? AKP tek devlet, tek bayrak, tek resmi dil, tek başkent ilkesine sadık kalmalı. Bunu devam ettirilemez buluyorsa, bir referandumla halka görüşünü sormalıdır. Son kararı halk vermelidir.