Mutluluğun Resmi
MUTLULUĞUN RESMİ
Vakit, su misali akıp gidiyor çağlayarak. Ne gözün yaşına ne yalvarışına bakar o. Zaten hayat yolu çakıl taşlarıyla döşeli ve biz onun üzerinde paldır küldür yürüyoruz. Sosyal yaşamın sunduğu çıkar alış-verişleri, zaruretler, teslimiyetler, ezilmişlikler oylum oylum yaralar ve delikler açıyor gün be gün. Gönlümüzde buram buram tüten nice arzularımız, emellerimiz, düşünce ve fikirlerimiz bu çarkın altında can vermiş veya vermekteler… Pek çoğunu ardımızda bırakarak yenilerine kucak açarak bin bir ümit içinde Veysel vâri gidiyoruz uzun ince bir yolda…
Hayat yolunun başı, ortaları, sona yaklaşımları gibi her bir evresinin kendine ait duyguları vardır. Bu duyguları doyasıya yaşamak istiyoruz tüm çakıl taşlarına rağmen… Yaşamalıyız da… Doyasıya, dolu dolu yaşamak için ne yapmalıyız? Nasıl olsa geçiyor, geçecektir, deyip suyu akışına mı bırakmalıyız yoksa akıntıya kürek mi çekmeliyiz?
Ruhun genç ve dinamik kalmasıyla yaşanacaktır her mevsim doyasıya... Peki ruhu genç ve dinamik tutmak için ne yapmalıyız? Güzel bakabilen ruhların yaşlandığına rastlayan olmamıştır… İçine kin, nefret, intikam, hasetlik gibi toksik maddeler girmeyen ruhun hastalanıp çökmesi, dinamizmini kaybetmesi zordur. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” derken Yunus, sevginin ruh için en ehemmiyetli bir gıda olduğunun altını çiziyordu.
Yaşlı insanlara bakıp düşünüyorum. Yaşlılık diyorum da, nedir bu yaşlılık gerçekten? Yaşlılık, işe yarama çağını geçirmek midir? Asla!
Her çizgi, her kırışıklık, her sarkık, ağaran saçlar, bükülen beller birer kıdem artışıdır bence. Dünya okulundan alınan diploma, sertifika, tecrübe veya madalyadır diye düşünüyorum... Dünyamızın asıl yerlisi durumunda hissetmeli kendisini her kıdemi artan kişi... O yüzden çizgisi artanlara “yaşlı” değil “yeryüzünün yerlisi”, “yaşam üniversitesinin sınıfta kalmadan okuyan başarılı öğrencisi” olarak bakmak daha uygun olur… sınıfta kalanlara rahmet okuyarak…
Aslında gençlik ve yaşlılık her ikisi de hissetme yaşıdır. İnsan kendini nasıl hissederse o yaştadır derler ya? Yaşadığımız olayların tesiriyle, kimi zaman on dokuzunda bazen de altmış dokuzunda olabiliyoruz. Bazı günler çok uzun yaşamış gibi yorgun ve doygun, bazen de hayatın baharındaymış gibi heyecanlı ve telaşlıyız... Yaşlanan veya genç kalan bedenimiz değil ruhumuzdur...
Yaşlılık bazılarınca çekilemeyecek kadar ağır bir yük belki. Bunun aksine hayatın baharını yaşamak çok zevkli ve lezzetli olmasına rağmen nasıl geçtiğini fark edemiyor insan…Geçmişe uzanarak gençliğimizi hayallerken bile çabuk geçiyor nedense? Gençliğimizi hâtıralarda bile yaşamak güzel…Rüya gibi zaman tüneline girip o demleri yeniden yaşarken aldığımız tat kadar bu uykudan uyanmak da, acı veriyor değil mi? O günleri yeniden yaşama şansımızın olmaması hüzünlü diyoruz demesine ama acaba elimize geçse umduğumuz lezzeti tekrar bulur muyuz? Veya değerini bilir miyiz bu defa?
“Mutluluğun resmi çizilemiyor” deniyor. Çünkü yanı başımızdaki mutluluğu görme yeteneğimiz kördür de ondan. Çoğu zaman bir serabı mutluluk sanıp koşuyoruz peşinden. Oysa yanına yaklaştıkça o bizden kaçıyor. Onu yakalamak için koşarken ömür gibi kıymetli hazinemiz hiç farkına varmadan uçup gidiyor elimizden. Çoğu zaman içimizde oluşan isteklerimiz, bize mutluluk getirmeyi vadeden birer yalancıdır aslında...Mutlu olacağımızı sandığımız şeylere ulaşmak için öyle akıl almaz şeyler yapıyoruz ki! Mutluluk Kaf Dağı’nın ardında deseler, ona ulaşmak için dağ tepe demeden, gözümüzü kırpmadan koşarız. Bu arada tükenecek ömrü düşünecek basiret kapılarımız kapanır her nedense?
Mutluluk vaad eden Kaf Dağı’na tırmanırken o muhteşem gücümüze bir şeyler olur. Dağın zirvesine ulaştığımızda, yani mutluluğun kuyruğuna bastığımız anda isteklerimizin ya büyüsü bozulur veya yaşamak için gerekli süre bitmiş olur. Hayallerin verdiği sihirli güç bitince, “genç bilse yaşlı yapabilse!” gerçeği dikilir karşımıza. Hayatı tekrar deneme şansımız zaten yok.
Şimdi bu dünya seyahatimden kazandıklarımı, kaybettiklerimi ve daha filiz halinde ki ümitlerimi mütalaa ediyorum. Tek tek gözümün önünden geçiriyorum. Kaf dağına tırmanışlarımı, kuyruğuna basamadığım o muhteşem mutluluğumu, umut ve beklentilerimi…
Bunca yıllık yaşam seyahatimden gezip giderken Dünya Sarayının Sahibinin sofrasından bize ikram edilen sayısız nimetlere binlerce teşekkür ederek, sarayın anıt defterine kalıcı ve ibretli bir kaç yazı bırakmak istiyorum ömrüm yettiğince.
ÇARESİZ (Gülce-buluşma)
Her sabah gün açarken;
Düşer bir kerpiç daha ömür damından…
Geçecektir çaresiz;
Bir gün ecel, ayağımın altından…
Bilmiyor ferman, buyruk, kral, padişah, köle;
Dur durak dinlemiyor, bıkmıyor da pervasız
Yıldırım mı şimşek mi? Taş demir dele dele;
Nasıl akıyor böyle, zaman denen vefasız!
Çıktım ömür dağının en tepe noktasına
Dört yanım engin ve net, sis geçmişe bürünür
Her yanını kıskıvrak, kavramış, anlamışken;
Birazcık oyalanmak, mümkünsüz mü görünür?
Her seher yel eserken,
Düşer kaç yaprak çınarın gövdesinden
Sararınca yapraklar, ne çare!
Düşecektir mecburen…
Burdan öteye yol yok, merdivenin sonu bu!
Artık gerisin geri bize inmek yolu var
Ağır ağır inmeli, seyrederek derim de;
Sanki arkamdan beni, itekleyen biri var!
Asuman Soydan Atasayar