Mutluluğun Mimarisi
İki yanı ağaçlı bir yol üzerinde teraslı bir ev.
Bu ev yıllar boyu pek çok şeye tanıklık etti.
Burada yaşayanlar için yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir sığınak ve kimliklerinin de koruyucusu oldu.
Bu ev, içinde yaşayanların pek çok sorununa çözüm getiremez belki ama evin odalarına bakınca insan burada yaşayanların mutlu olduğunu anlayabiliyor. Kuşkusuz bu mutlulukta mimarinin payı büyük.
Mimarinin önemli olduğu düşüncesi şu temele dayanıyor: bizler farklı yerlerde yaşayan iyi ya da kötü birbirinden tamamen farklı insanlarız; mimarinin görevi de bizlere ideal yaşantımızın nasıl olabileceğine ilişkin bir fikir vermek.
Tek başına güzelleştirmeyi beceremeyeceğimiz ortamlara karşı fazla duyarlı olmak, bunlardaki kusurları tek tek arayıp bulmakla da olacak iş değil.
İnsanlar beğendikleri evlerle benzer özellikler taşır. Elle yontulmuş taşlardan inşa edilmiş, iç duvarları kireçle sıvanmış eski bir çiftlik evinin cazibesine kapılan, çevreye hoş bir toz kokusu yayan kitaplarla dolu kütüphanenin hayalini kuran, mum ışığının elle boyanmış fayanslardaki yansımalarını hayranlıkla seyretmekten yere uzanıp bir Türkmen kiliminin üzerindeki desenleri incelemekten mutluluk duyan bir insanın; sabırlı, tutarlı, şefkatli, hoş, zeki, dünyevi zevklere düşkün, güvenilir ve kuşkucu biri olduğunu düşünürüz.
Ancak acıyla tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel şeyler. Belki biraz garip ama acıyla tanışıklık, mimariyi takdir edebilme yetisinin ön koşuludur. Binaların güzelliğinden etkilenebilmek için her şeyden önce biraz acı çekmiş olmamız gerekir.
Kıymetli okurlarım;
Alain de Botton’un “Mutluluğun Mimarisi” isimli kitabı; mimari dönüşümün tarihçesini özetlemek, bu dönüşümün önemini vurgulamak ve mimaride tek düzeliğin ne kadar rahatsız edici bir durum olduğunu ortaya koymak vb. açılarından önemli bir eser.
Batıdaki mimari dönüşümü hem küçük alıntılarla ortaya koymak hem de bu dönüşüme zorlayan enteresan sebeplere vurgu yapmak açısından da önemli bir çalışma.
Dolayısıyla; adeta hakkında ayet varmış ve aksi olamazmış gibi kutucuklar şeklinde inşa ettiğimiz binalar, kopyalamanın kutsallığına tapan bir yaklaşımla birbirinin neredeyse aynısını inşa etme yarışları, özetle “az yeşil çok inşaat” sloganıyla belirtebileceğimiz daha fazla betonlaşmayı doğuracak uygulamalar ve tüm bunların niteliksiz inşaatlar şeklinde yapıldığı düşünüldüğünde memleketimizi medeniyet inşa etmekten uzaklaştırmakta olduğumuzu söyleyebilirim.
20 yıl önce yaptığımız yapıların şimdi kentsel dönüşüm istiyor olması facianın geldiği boyutu net bir şekilde yansıtıyor.
Yukarıdaki eserle giriş yaparak; aşağıdaki soruları, çözümü hep beraber daha fazla konuşmamıza katkı vermesi amaçlı paylaşmak istedim:
Evlerimizi hangi üsluba göre inşa ediyoruz, etmeliyiz?
Sokaklarımızı ortak mekanlarımızı nasıl bir üslupla oluşturmalıyız?
Bu üslup kuzeyden güneye doğudan batıya ne şekilde değişmeli?
10 yıl önce yapılmış binalar da ısı yalıtımının olmayışını nasıl izah edebiliriz? Bu binaları inşa edenleri ayıplayıcı veya cezalandırıcı bir yaklaşımımız olacak mı?
KOPYALA YAP SAT yöntemiyle hunharca devam eden inşaat sektörüne BİR MİKTAR RUH KAT diyenler çıkacak mı?
Kimlikli ve kişilikli, kültür sanat ağırlıklı, yüzyıllara meydan okuyan veya yüzyıllarla beraber yaşamaya adanmış, insanı kuşatan ve insanla mekan arasına duygusal-kültürel bağlar kuran medeniyetlerin imzası mekanları; nasıl bir geçiş dönemiyle, hangi hazırlıklarla ne zaman hayata geçirebiliriz?
Şehirleşme yaya aksı ağırlıklı mı yoksa araç trafiği ağırlıklı mı olmalı? Hangi tarz olursa ne tür bir mimari tarz tercih edilmeli?
Kırsal alanlar tarlalar ve tarlaların başındaki formalite binalardan ibaret mi olmalı? Yoksa her kırsal alan çevresi ile birlikte her tarla ve tarlayı tamamlayan ev ve müştemilatları nasıl bir mimari ve üslup anlayışıyla dizayn edilmeli?
Kırsal alanlarda sabah sekiz akşam sekiz çalışmanın yanında sosyaliteyi; haftada bir Cuma namazı için camiye gitme ve düğün dernek faaliyetlerine katılma ile sınırlı bir yaşam tarzına mı hapsediyoruz?
Kırsal alanları çalışma alanlarıyla ve bunu tamamlayan mimari tarzlarıyla birlikte bir yaşam alanına nasıl dönüştürebiliriz? Böyle bir sorunumuz veya derdimiz var mıdır? Yoksa kırsal alanlara su götürmek ve yollarını yapmak yerel yönetimlerin tüm sorumluluklarını yerine getirdiği anlamına gelir mi?
Soru çok.
Medeniyet tasavvurundan uzak ve küçük birikimlerimizi 20 yıl sonra çöp olacak şekilde yok etmek üzere kurgulanmış israf temelli beton canavarı inşa etme sürecine dur diyecek bir kahraman lazım.
SİZİ GİDİ BETONCUKLAR SİZİ….