Musul Sorunu ve Misaki Milli Kararları
Bereketli Mezopotomya havzasında, tarihi taş evleriyle maziye şahidlik eden eski bir şehir Musul. Asur başşehri Ninova'nın yerine kurulmuş. Hazret-i Yunus buralı; kabri de buradadır. Hazret-i Ömer devrinde fethedilmiş. O zamandan
itibaren Müslümanların hâkimiyetinde ve Yavuz Sultan Selim'den beri de 4 asırlık bir Osmanlı vilâyeti. Sünni ve Şiî Müslüman, Yezidî, Nasturî, Keldânî, Süryanî, Ermenî, Yahudi ve Sâbiîler yaşadığı; halkının Arab, Kürt ve Türklerden teşekkül ettiği Musul, tarihî şehirlere yakışır derecede kozmopolit. Kürt şehri Süleymaniye ve 8. asırdan beri Türkmenlerin ekseriyette olduğu Kerkük de Musul'a bağlıdır.
Medeniyetlerin buluştuğu ve İnsanlık tarihinin ilk yazılı belgelerinin ortaya çıkarıldığı bölgede yer alan Musul'da Osmanlı hâkimiyeti Çaldıran Savaş sonucunda 1516 yılında başlamış ve bu tarihten 1918 yılına kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Irak'ın büyük bir kısmı Mondros Antlaşması'nın imzalandığı tarihte İngiltere'nin işgaline uğramıştır. İngiltere, Türkiye ve Irak arasında en çok tartışılan Musul Meselesi Misak-ı Millî'nin büyük ölçüde gerçekleştiği Lozan Konferansında da çözülememiştir.
Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda genellikle, Irak'tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde gösterilmekteydi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bölge, siyasî sebepler yüzünden, bir başka deyişle İngiltere'nin menfaatleri gereğince, Irak'ın parçası olarak kabul edildi ve öyle tanımlandı.
Musul, Osmanlı hâkimiyetine ise Yavuz Sultan Selim'in 1514 tarihli Çaldıran Seferi'yle girdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534-1535 yıllarında gerçekleştirdiği Bağdat Seferi'yle bu hâkimiyet perçinlendi. Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte Musul; Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi oldu. 20. yüzyılın başlarında Musul vilayetinin nüfusu 350.000 civarındaydı.
Irak'ın ikinci büyük şehri olan Musul, 400 yıl Osmanlı idaresinde kaldığı ve Türkmen nüfusa sahip olduğu için Türkiye açısından ayrı bir önem arz ediyordu. Zenginlerin ve ayrıcalıklı kesimin kısa sürede terk ettiği Musul, 1 saatlik mesafedeki komşusu Erbil'den çağlarca geride virane bir şehre dönüştü. Bu ortam öfkeyi, biriken öfke de Musul'u Arap milliyetçiliğinin kalesi olma noktasına getirdi.
Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı sonuna kadar farklı Türk devlet ve beylikleri tarafından yönetildi ve Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul edildi. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hepsi de Türk devlet ve beylikleri sayılan Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakimiyet kurdu.
Musul sorunu, Türkiye'nin Asya'daki güney sınırlarının çizilmesine ilişkin bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. İngiltere tarafından sırf bir sınır sorunu şeklinde gösterilmek istenen bu sorun, Türkiye açısından ülkenin bir parçasının ve onun üzerinde yaşayan halkın kaderinin belirlenmesi anlamını taşımaktadır.
Musul, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması'nın yapıldığı sırada Osmanlı Devleti'nin elinde bulunuyordu. Ancak İngiltere bu anlaşmayı hiçe sayarak, Musul'u 3 Kasım'da işgal etmişti. Osmanlı yönetiminin tepkisi üzerine de bu işgalin Mondros Ateşkesi'nin 7. maddesine göre yapıldığını öne sürmüştü. Oysa Musul'da bu maddenin uygulanmasını gerektirecek hiç bir olay çıkmamıştı.
Birinci Dünya Savaşı, Avrupalı sömürgeci devletlerin hayallerini gerçekleştirmeleri için büyük bir fırsat oldu. Henüz savaş devam ederken İngiltere ve Fransa, gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu'yu bölüşmüşler, Irak'ın İngiliz sömürgesi olması karara bağlanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya safında savaşa katılması, İngiltere ile Osmanlı'yı Ortadoğu'da karşı karşıya getirdi. İngiliz saldırısı ile açılan Irak Cephesi'nde, Hindistan'dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra'ya çıkarak kısa zamanda Bağdat'a kadar ilerlediler. Ancak Osmanlı Orduları İngiliz ilerleyişini durdurdu ve Irak Cephesi'nde önemli başarılar elde etti.
Avrupalı sömürgeci devletlerin Musul üzerindeki emelleri ise, bu bölgenin çok önemli bir petrol yatağı olduğunun anlaşılmasıyla başladı. Özellikle İngiltere, 1910'lu yılların başından itibaren, gerek petrol kaynakları gerekse Hindistan yolu açısından taşıdığı stratejik yol nedeniyle Irak'ın geneline ve özellikle de Musul vilayetine göz dikti.
MUSUL OSMANLI YURDUYDU
Musul, I.Cihan Harbi'nde Osmanlı ordularının en son terk ettiği şehirdir. İngilizler 3 Kasım 1918'da şehre girdi. Türk tarafı, Mondros Mütarekesi sırasında (30 Ekim) şehirde hâlâ Türk askerinin bulunduğunu, binaenaleyh sebeple Musul'un Misak-ı Millî'ye, yani sulh anlaşmasında vazgeçilemeyecek vatan topraklarına dâhil olduğu tezini müdafaa etmişti.
Peki Misakı Milli sınırları nelerdir, Misakı Milli kararları nelerdir? 1- Misakı milli sınırları; 2- Günümüz Türkiye sınırları: Misakı Milli nedir?
Misak-ı Millî (Günümüz Türkçesi ile Milli Yemin) Kurtuluş Savaşı'nın siyasi manifestosu olan altı maddelik bildirinin adıdır. İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır.
Bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını içerir. Toplantıdan çıkan kararlar arasında, özellikle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi milletvekillerinin yoğun çabasıyla gizli bir oturumda daha önce Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Misak-ı millinin kabul edilmesi vardır (28 Ocak 1920).
Bildiri mecliste Ahd-ı Millî Beyannamesi adıyla kabul edilmiş, ancak daha sonra "Misak-ı Millî" olarak anılmıştır. Her iki deyim Ulusal Yemin anlamına da gelir.
İŞTE MİSAKİ MİLLİ KARARLARI
1. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal edilmemiş bölgeler kesin Türk yurdudur, parçalanamaz.
2. Kars, Ardahan ve Batum'da (Elviya-i Selase) gerekirse referanduma gidilecektir.
3. Araplar kendi geleceklerini kendileri belirleyecektir. (Arapların çoğunlukla yaşadığı yerlerde referandum yapılacaktır.)
4. Batı Trakya'nın geleceği referandum ile belirlenecektir.
5. İstanbul, Marmara ve Halifenin güvenliği sağlandığı takdirde, Boğazlar trafiğe açılacaktır.
6. Azınlıklara, diğer ülkelerdeki Türk azınlığa tanınan haklar tanınacaktır.
7. Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar kabul edilemez. (Kapitülasyonlar)
1920'de Fransa ve 1928'de Amerika'ya petrol şirketinden sus payı veren İngiltere, vaktiyle Sultan Hamid'e ait olan toprakları sahiplendi. İttihatçılar Sultan Hamid'in mallarına el koymasaydı, Irak işgal edildikten sonra bile şahıs mülkü olduğu için mıntıka hânedanın elinde kalacaktı. Sultan Vahîdeddin tahta çıkınca, bu malları iade ettiyse de, Irak artık kaybedilmişti ve Ankara da zaten bu fermanı kabul etmeyecekti.
MUSUL İNGİLİZ HİNLİĞİNE KURBAN GİTTİ
Kurtuluş Savaşı sırasında, TBMM Hükümeti, Musul ile yeteri kadar ilgilenme imkanını bulamamıştı. Bu duruma; uzaklık, ulaşım eksikliği, ülkenin diğer bölümlerindeki sürekli savaş, Musul'a giden demir yolu bölgesinde Fransızlarla savaşılması, gibi etkenler yol açmıştır.(Devamı var)
Musul, Lozan'da ciddi bir mesele oldu. Hatta müzâkereler bu yüzden kesildi. Ankara, petrol sebebiyle buradan vazgeçmek istemiyordu. Reisicumhur, "Musul bizim için ehemmiyetlidir. Zira servet değerinde petrol yatakları vardır" diyordu. Bu arada birleşik Türk-Kürt kuvvetleri mıntıkayı işgal etti. Süleymaniye ve Kerkük düştü; ancak tam Musul düşecekken, Ankara askerleri çekti. Bunun üzerine Ankara'ya itimadını kaybeden Kürtler, ikiye ayrıldı.
Nihayet Lozan'da, Ankara ve Londra'nın 9 ay içinde aralarında anlaşarak meseleyi çözmesi; olmazsa Milletler Cemiyeti'ne havalesi kararlaştırıldı. İngiltere zaman kazanmıştı. 19 Mayıs 1924'de İstanbul'da müzakereler başladı ise de bir şey çıkmadı. İş, MC'ne götürüldü. 20 Eylül 1924'de Cenevre'de başlayan müzakerelerde, Türk delegesi Fethi Okyar plebisit (halk oylaması) teklif etti. Halkın geriliğini ileri süren İngiltere reddetti.
Bu arada Türk ve İngiliz kuvvetleri arasında çatışmalar tekrar başladı. İngiltere, Ankara'ya ültimatom vererek mıntıkayı 48 saat içinde boşaltmasını istedi. Bunun üzerine Ankara, MC'nden geçici bir sınır talebinde bulundu; 29 Ekim'de Brüksel'deki toplantıda eski Musul vilâyeti nazara alınarak sınır çizildi. Dağlık mıntıkadan geçen gerçekçilikten uzak "Brüksel Hattı", sonradan başa çok işler açacaktır.
Bu arada MC komisyonu Eylül 1925'te bir rapor hazırlayarak Musul halkının müstakil olmak istediğini; ancak Musul'un İngiliz mandası altındaki Irak'ın parçası olmasının daha münasip düşeceğini bildirdi. Türk tarafı müzâkereleri boykot etse de, İngiltere'nin kontrolündeki MC bu raporu 16 Aralık 1925'te tasdik etti.
Ankara birden politika değiştirip raporu kabullendi ve İngiltere ile müzakerelere girişti. Hatta zamanın reisicumhuru Konya'da gazetecilere, "Millet harbden usanmıştır; Musul için harb mi edelim?" derken, başvekil İnönü, "Barış için gerekirse Musul'dan vazgeçeceğiz. Ancak tazminatsız vermeyiz. Bu para, bizim projelerimiz için Musul'dan daha kıymetlidir" şeklinde Türk tarafının elini zayıflatan bir beyanat bile verdi.
5 Haziran 1926 tarihli Hudud ve Münâsebât-ı Hasene-i Hemcivârî (Sınırlar ve İyi Komşuluk Münasebetleri) Ankara Antlaşması ile bugün ki Irak sınırı çizildi. Musul, Kerkük ve Süleymaniye, 25 yıl boyunca petrolden %10 ödenmesi mukabilinde İngiltere'ye terk edildi. Ankara isterse bu hissenin yıllık 500 bin sterline çevrilerek ödenmesini isteyebilecekti.
Londra'nın ebediyen %10 veya 25 sene müddetle %25'e razı olduğu; daha ağızlarını açmadan Türk tarafı 25 yıl için %10 teklifinde bulununca, İngiliz diplomatların hayret ve sevinçten dudaklarını ısırdıkları anlatılır. Bölük pörçük ödenen bu paranın kalanından 1958'den sonra ümit kesilmiştir. Antlaşma, Türkiye'ye bir garantörlük tanımadığı gibi, taraflar, bu sınırın bozulmamasını da taahhüt eder. Musul hezimetinden dolayı meclis ve amme efkârındaki reaksiyonu teskin için de, Şeyh Said İsyanı bahane gösterilmiştir.
MUSUL’UN PETROLLE BAŞI DERTTE
Osmanlı topraklarıyla irtibatı kesilen Musul, eski ticarî ehemmiyetini kaybetti. Ama petrol sayesinde hayatını sürdürdü. Bu arada 25 sene İngiliz himayesinde kalması kararlaştırılan üzere Irak'ta, Şerif Faysal'ın hükümdarlığında bir devlet kurulmuş; Musul buraya bağlanmıştı.
Musul'un jeopolitik yapısı ise Lozan'dan beri Türkiye için çok önemli. Musul, Türkiye'nin sinir ucudur. Türkiye hiçbir zaman buradaki iddiasından vazgeçmedi. Hem Irak'ın Şii rejimi hem de müttefikimiz' ABD tarafından dışlanmaya çalışılması acı verici. Bunu halletmek için diplomasi gerekiyor. Müzakere yolu izlenilmeli, gizli diplomasi de gerekli. Örneğin son dönemde yakınlaştığımız Rusya, Musul'da Türkiye aleyhinde değil. Rusya'nın dolaylı desteğini almak gerekebilir. En azından Musul'da yapılacak dizayn çalışmalarında Türkiye'nin masada olması gerekmektedir.
Kent, Saddam Hüseyin döneminde en parlak günlerini yaşadı. Çünkü Musul Arapları BAAS rejiminin belkemiğini oluşturmaktaydı. Ancak İkinci Körfez Savaşı olarak da bilinen Amerikan işgalinin ardından bu durum tamamen değişti.
Arap direnişçilerle El Kaide unsurlarının birlikte hareket ederek işgal güçlerine ve Kürtlere karşı yarattığı şiddet üzerine, Amerikalılar bile Musul'u dünyanın en tehlikeli şehri olarak niteledi. İşte o Musul 10 Haziran 2014'te sadece birkaç saat içinde DEAŞ güçleri tarafından teslim alındı. Ordu ve polis teşkilatındaki 1 milyon Iraklıya rağmen hiçbir direniş gösterilmedi, hatta silahlı güçlerin bir kısmı DEAŞ saflarına katılmayı tercih etti.
Bölgenin esas ehemmiyeti toprağının altından geliyor. Musul ve Kerkük'te 1888 başlarından itibaren petrol çıkmaktadır. Padişahın satın aldığı bu havzada petrol arama imtiyazı, petrol sahası içinden geçen Bağdat demiryolu vesilesiyle, 1904'de Almanya'ya verildi. Bu, Bâbıâli'nin büyük devletler arasındaki denge siyasetine uygundu. Fakat İngiltere buna karşı çıktı. Bunun üzerine Berlin, 1907'de İngiltere ile anlaştı. Bu Sultan Hamit'in denge siyasetinin sonu demekti ve az sonra tahtını kaybetti.
Şimdi Musul bu kez büyük bir savaşın eşiğinde. DEAŞ’ı Irak'tan atmanın anahtarı olan kurtarma operasyonunun başlaması gerekiyordu. Iraklılardan ve Kürt birliklerinden oluşan binlerce kişilik ordunun yürüteceği operasyona, DEAŞ karşıtı koalisyon da hava desteği verecek. Ancak Sünni aşiretlerin desteği olmadan bu savaşın kazanılmasının imkânsız olduğunun herkes farkında. Önce Türkiye’nin ve Arapların ikna edilmesi gerekiyor. Türkiye ısrarla: Cephede de masada da olacağız diyor.
Musul'un DEAŞ 'dan temizlenmesi halinde hem terör örgütünün imajına, hem de Suriye ve Irak'ı bağlayan lojistik ağına darbe vurulacak.
Musul'da ne olacak ve nasıl paylaşılacak?' sorusu önemli. Bölgenin geleceğini belirleyecek olan Musul Operasyonu sonrası oluşacak herhangi bir siyasi oluşum doğrudan Türkiye'yi etkileyecektir. Buradaki stratejik yapıyı değiştiren DEAŞ sonrası yeni oluşum da aynı şeyi yapacaktır. PKK'nın buraya yerleştirilmesi daha da mühim sorunlar yaşatacaktır. Bu konuda İran ve Türkiye birlikte hareket etmelidirler. Ancak Iraklı yetkililerin Türkiye'nin operasyona dahil olmamasını istemelerinin arka planında ABD ve İran'ın olduğu da görülmektedir.
MUSUL BİR TÜRK ŞEHRİDİR
Türkiye ne yapmalı? İşin sırrı Türkiye'ye karşı yürütülen kara kampanyada saklı. Türkiye'nin bölgeden uzak olması isteniyor. Bunun nedeni de bölge halklarıyla geçmişi ve iyi ilişkisi olan, onlarla empati kurabilen Türkiye'nin başarılı ve kalıcı olma ihtimali.
Türkiye Musul’u yok sayamaz ve buradaki Türkmen kardeşlerimizin haklarından vaz geçemez. Musul PKK terörü içinde önemli bir cephedir. Sınırlarımızı tehdit eden PKK terörü bu bölgeden de ciddi destek bulmaktadır.
Şu artık bir gerçek; Musul meselesinin ve bölgedeki iç çatışmaların en az zararla sonlanması ve barışın hayata geçirilmesi için Türkiye'siz bir formül olamaz. Çünkü İran ve Irak hükümetlerinin de ABD'nin de Musul'da başarı şansı yoktur. Sorun daha da derinleşir.Türkiye bölgede bir mezhep savaşından endişe ediyor. İçinde DEAŞ’ın da yer alacağı bir Alevi- Sünni çatışması istemiyor. Bu endişesini yüksek sesle dile getiriyor.
Çare, Kürtler, Araplar ve Türkmenlerle Türkiye’nin birlikteliğidir... Bu sadece Musul'a değil bölge insanına da nefes aldırır.
Bir çok devletin askeri varlığının olduğu Musul'da hak iddia edenlere karşın Türkiye'nin Musul, Misak-ı Milli sınırlarımız içindedir tezi tarihsel olarak haklı bir tezdir ve Türkiye'nin bu operasyona katılmak istemesi de gayet doğaldır. Türkiye'nin bu isteği de bu tarihsel süreçten kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden aralarında Türkiye'nin de olduğu Uluslararası Koalisyon güçleri Musul'u DEAŞ'dan temizleme planını şekillendirmeye başladılar. Plan kapsamında Irak Ordusu ve Peşmerge ABD desteğiyle eğitiliyordu. Bölgede 2 yılı aşkın süredir Peşmergenin eğitimi için de bir Türk birliği bulunuyordu.
Musul vilâyetinde oturanlar yeniden Türkiye'ye bağlanmayı ısrarla istemektedirler; çünkü, sömürgeleşmiş bir halk olmaktan çıkarak, bağımsız bir devletin yurttaşları olacaklarını bilmektedirler.
Bu, aslında Musul'un Türkiye'ye bağlanmasını gerekli kılan en önemli değerdir ve günümüz için de geliştirilecek bir "Musul stratejisi" için en önemli değer olmalıdır.
Coğrafî ve siyasal bakımlardan, bu vilâyet, Anadolu'yu tamamlayan bir parçadır. Musul ancak Anadolu'ya bağlı kalmakla gerçek çıkış yerleri olan Akdeniz limanlarıyla sıkı ilişki kurabilecektir. Hukukî bakımdan hâlâ Osmanlı Devleti'nin bir parçası olan Musul için İngiltere'nin yapacağı bütün antlaşmaların ve sözleşmelerin hukukî açıdan hiçbir değeri olamaz.
Anadolu'nun güney kesimlerini birleştiren yolların kavşak noktası olan Musul'un ticaret ilişkileri ve bu bölgenin güvenilirliği bakımından Türkiye'nin elinde olması zorunludur. Musul vilâyeti, Türkiye'nin birçok başka parçaları gibi, savaşın durmasından sonra ve yapılmış sözleşmelere aykırı olarak Türkiye'den alınmıştır.
Bu yüzden, aynı durumda kalmış öteki bölgeler gibi, Musul'un da Türkiye'ye verilmesi gerekir. Türkiye bu tezini ısrarla savunmalı ve uluslararası arenada Musul gerçeğini yüksek sesle dillendirmelidir.