Mustafa Haki Buhari Benim Yârim Nilüfer Çiçeği Kitabı
ÖNSÖZ
Bugünlerde oldukça mutluyum. Türk Edebiyatı çok güçlü bir yazar kazanıyor. Edebiyatımıza yeni bir renk, yeni bir soluk olarak can katacağına inandığım Mustafa Haki Buhari sanatın her dalına saygı duyan son derece faal biri… Elindeki sihirli bir kalem adeta, bir öyküden diğer öyküye edebiyat aşkı ile koşuyor.
Yaşadığı toplumu çok iyi tanıyor, mükemmel bir gözlemci Buhari… Öykülerinde insanların ruh derinliklerine inebiliyor çünkü insanları da çok iyi tanıyor.
Ruh tahlillerindeki ustalık yer yer Peyami Safa tadında… “Mükemmellik ayrıntıda gizlidir.” demiş bir düşünür… Doğrudur. Mustafa Haki Buhari öykülerinde ayrıntılara çok önem vermiş. Örneğin kitaba adını veren “Benim Yarim Nilüfer Çiçeği”nden bir bölüm: “Bulutların üzerinde uçarak, kuşbakışı aşağıyı seyrederken kalbim pıt pıt atıyor, dağların yamacına kurulan köy evleri, yollar, bahçeler ve vadi boyunca akan dere güneşin şavkıyla parlıyor.
Alacakaranlıkta bindiğim Airbus tipi devasa uçak, beş saattir havada, turizm şirketine daha önceden bildirdiğim için öğle yemeği ilk bana geliyor.
İlk bana geliyor derken, sakın torpil geçtiklerini sanmayın. Et yemediğim için Akdeniz mutfağı, vejetaryen menü talep ettiğimden dolayı yemek karışmasın diye uygulama böyleymiş. Alüminyum kabın sıcaklığı elimi yakacak neredeyse. Ön koltuğa bağlı masayı açarak yemek kabını üzerine koyuyorum. Yemek Fas usulü baharatlı sebzelerden oluşuyor. Küçük poşetle verilen zeytinyağını yemeğimin üzerine döküyorum.
Peksimet gibi ekmekle doymasam da bitirip, ardından üzerinde ayıklanmış taze vişneli tatlıyı da iştahla mideye yolladıktan sonra, suyumu içip, tatlı bir rüyaya hazırlanmak üzere gözlerimi kapatmadan önce, üzerime önceden verdikleri polar battaniyeyi ayaklarımdan boğazıma kadar örtüyorum.
Yolculuğumun bitmesine daha yedi saat var. Artık Atlas Okyanusunun üzerine gelirsek karayla bağımız tamamen kesilmiş olacak. Arada bir uçağın taşlı yollardan takır tukur giden arabalar gibi ses yapması, beni iyice sinir etmeye başladı. Neyse ki, uyumuşum. Sarışın bir hostesin Alman şivesiyle koltuğumun yanındaki bayanla konuşmasına uyandım.
Oldukça başarılı olan yazarımızın çok dikkatli bir gözlemci olduğunu her öyküsünde görebiliyoruz. İşte “Size Bir Sır Vereyim mi Bana Ne” adlı öyküsünün girişinden bir bölüm: “Seyhan barajının birkaç yüz metre aşağısındaki lokanta her zamankinden daha sakin. Masalarda tek tük müşteriler var. Sahnedeki bayan sanatçı piyanonun ritmine hiç uymayan yabancı bir parçayı isteksizce okuyor. Lokanta sahibi masalardaki müşterilerle samimi bir muhabbete dalmış, bir masadan diğerine geçiyor. Sürekli lokantanın müdavimleri olduğu şakalaşmalarından anlaşılıyor.
Neredeyse her masaya bir garson düşüyor. Siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli ve papyonlu garsonlar, nöbet tutan tören askerleri gibi ellerini önlerinde bağlamışlar, arada bir boşalan tabakları alıyorlar, dolan küllüklerin yerine temizini masanın üzerine bir gölge gibi bırakıp geri geri birkaç adım atarak nöbetlerine devam ediyorlar.”
Yazarımız gözlem gücünün yanı sıra ve her öyküde tip yaratmadaki ustalığı ile de dikkatimizi çekiyor. Bu yönüyle Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı hatırlatıyor bana… Tasvirlerde de oldukça başarılı… Balıkçı Baba-Papa Burnu adlı öyküsündeki Nuri tiplemesine göz atalım isterseniz: “Küçücük kulübesinde, köpeği ile yalnız yaşayan Balıkçı Nuri Baba, evinin penceresinden denize doğru başını uzatarak, yalnızlığına ortak olacak bir dost bekliyordu.
Akşam olana kadar, ufku gözetleyen Nuri Baba gelen giden olmayınca, esen lodosun içeriye girmesini önlemek için, penceresini kapatıp, denizci fenerini yakıp, şiltesine uzanarak, gözlerini yer yer örümcek ağlarının kapatmaya başladığı evinin tavanına dikti. Bu günlerde hareketleri donuklaşmıştı, düşünceli bir hali vardı, bunun sebebini kendisi de anlamıyordu.” Yine aynı öyküden bir başka bölümde anlatımı O kadar gerçekçi ve etkileyici ki lodosun şiddetli etkisini, dalgaların sesini hatta Miço’nun hırıltılı ağlayışını bile ruhumuzda duyumsayabiliyoruz.
Bu yönüyle Pierre Loti’yi çağrıştırıyor adeta: “Bu gün tam üçüncü gününe giren lodos, hiç olmadığı kadar şiddetini artırmış, denizin kayalıklara çarparak çıkardığı sesten balıkçı Nuri babanın tek dostu, Miço bile korkmuş, dışarıdan kapıyı patileriyle tekmeleyip beni de içeriye al der gibi hırıltılar çıkarıyordu. Kulübenin kapısına kadar gelen dalga, Miço’nun uzun tüylerini sırılsıklam etmişti.. Miço; bir çocuk gibi ağlarken hırıltıları gittikçe sesli bir havlamaya dönüştüğünde gecenin karanlığı dışarıyı gizemli bir havaya sokuyor, korku filmlerindeki ustaca hazırlanmış mizansen adeta burada çakan şimşeklerle birlikte gerçeğe dönüşüyordu.
Dar gelirli insanların sıkıntısını da yakından bilen yazarımız ileride Çukurova’nın yetiştirdiği önemli edebiyatçılarımızın çizgisinden giderek çok büyük başarılara imza atacaktır belki de… “Şebnem” adlı öyküsünden kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Günlerce yağan yağmur artık kesilmiş, ayaklarında çizmeleriyle bodrum katında oturanlar ev temizliğine başlamışlardı bile. Sokaklardaki tıkalı rögarlar hayatı cehenneme çevirmiş, dar gelirli gariban insanların sunta mobilyaları emdiği suyla eriyerek kullanılamaz hale gelmiş, artık sobada yakılacak odun olma özelliğini bile kaybetmişti.
Bu çileli hayat, geçimini ancak boğazına yetecek kadar kazanan, adı apartman ama gecekondu hayatı yaşayan, avurtları çökmüş, gıdasızlıkları her hallerinden belli insanları kara kara düşündürüyor. Yardım eli uzatan komşular nereye kadar bunu sürdürecekler? Zaten onlar da zar zor geçiniyorlar.” Öyle şiirsel cümleleri var ki etkilenmemek mümkün değil… Gelin hep birlikte “Sevgi Sözü Aşka Yelken Açmak” öyküsüne göz atalım.
“Baygın bakışını sonsuza dek kalbine sapladığı adam, büyük bir aşkın esiri olmuş, sonsuzluk serüvenine elini uzatarak, mutluluğu yakalamaya çalışıyor, aşkın tılsımlı yolculuğuna sevdiğiyle uçmak için sabırsızlanıyor, ama bu sevda, aşk şarkıları ile bir araya gelemiyordu. Aradaki engeller sanki hiç bitmeyecek, mutluluk terennümleri kara sevdaya dönüşecek, beklenen her saniye asırlarla boy ölçüşecekti.
Bir bakış mıydı bu sevdayı mühürleyen, yoksa gönül yaraları mı? Hayat nasıl bir baharı, ya da kışı yaşatıyorsa bu sevdanın da bir baharı olmalıydı. Baharında çiçekler açmalı, bin bir renk cümbüş yapmalıydı.
“Benim Yârim Nilüfer Çiçeği” yazarımız Mustafa Haki Buhari’nin ilk eseri ama anlaşılan o ki üretken yazarımızın diğer eserleri de yakın zamanda bizlerle buluşacak. Yolunuz açık, okurunuz bol olsun.
HARİKA UFUK
EĞİTİMCİ ŞAİR YAZAR
14 NİSAN 2014